Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak / Hatıralarım - III -

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak / Hatıralarım - III -
Onların dönüşünden 1 ay sonra babam da döndü. İstanbul'da, avukatlarla karşılandı çünkü bilmiyordu tutuklanıp tutuklanmayacağını.

Emek Volkan GÜRKAN


Üçüncü bölüm: 

  • Babam Türkiye’ye dönüyor
  • Babam MEF’de müdür
  • Oğlum Toprak Nazım doğdu
  • Kopenhag’da üniversitedeyim
  • Danimarka’dan Türkiye’ye ilk gidişim
  • Musa Amcalardayız
  • Danimarka’lı sevgilimle İstanbul’da
  • Bendeki İstanbul sevgisi
  • Barış kilisede evleniyor
  • Psikoterapi
  • Eylül Çocukları belgeseli
  • Danimarka’da solculuk
  • Dedemin ölümü çok acıttı içimi
  • 12 Eylül davası

BABAM TÜRKİYE’YE DÖNÜYOR

Onların dönüşünden 1 ay sonra babam da döndü. İstanbul'da, avukatlarla karşılandı çünkü bilmiyordu tutuklanıp tutuklanmayacağını. Babamın anlattığına göre bir 500-1000 kişilik grup karşılamış onu. İlk anda temelli dönüş değildi, bir süre kaldı, 3-5 ay. Sonra Danimarka'ya geldi. Babam kambur, belinden dolayı. Onun için çalışma imkanları çok kısıtlı. Burada sakatlıktan dolayı erken emeklilik aldı ama bir ara kafe açtı iki arkadaşı ile birlikte. Kafe işlettiler bir 5 sene. Burada bir çevre edinemedi. Yani siyasi arkadaşları vardı ama kendisi arkadaş bulamadı. Buradaki topluma adapte oldu ama kendisi hep Türkiye'ye dönüşü koyduğu için kafasına, annemle bunu konuşmaya başladı ama annem dönmek istemiyordu. Birincisi Barış o zaman daha küçüktü. Ben üniversiteye başlamıştım 92 döneminde. O zaman annemlerle kalıyorum hala. Daha tam taşınmamışım evden. Barış’ın daha ilkokulu, lisesi var. Annem, 'Önce Barış'ın okulunu bitirmesini, evden taşınmasını bekleyeceğim.'dedi.  İkincisi, 'Türkiye'deki koşullar hala değişmedi, hem ne yapacağız, nasıl geçineceğiz? Ben bunları tekrar yaşamak istemiyorum.' dedi. Babam ısrar etti ve geri döndü halamın yanına. Halam o arada hala bekardı. Pınar büyümüştü. Halamın yanına taşındı İstanbul'a. 1-2 sene onunla beraber kaldı. Aynı zamanda kendine iş buldu. 

BABAM MEF’TE MÜDÜR

MEF Dergisi çıkıyordu. MEF yayınlarında yönetmenlik yaptı babam. İyi bir işti. İyi para kazanıyordu. Orada 3-4 sene çalıştı. Sonra MEF'den ayrıldı ve iş bulamadı. Tekrar buraya geldi. O arada biz ev değiştirdik, kaldığımız daireden bahçeli bir eve geçtik. Babam o eve geldi. Burada ahçılık yapmaya başladı. Eskiden beri iyi yemek yapardı. Türkiye derneklerinde ahçılık yapmaya başladı ama adapte olmadı buraya. Yani kendisini hiçbir zaman yüzde yüz burada hissedemedi. Sonra 'Ben tekrar Türkiye'ye döneceğim. Bu sefer temelli olarak.' dedi. O zaman 3. dönüşüydü bu gerçi. Annemin kafasındaki plan, annem de geri dönecek bir süre sonra babamın yanına. Babam orada kendisine daire buldu. Oraya yerleşti. Ben ve annem yazın tatilde gittik, babamın yerleşmesine yardımcı olduk. Sonra babam orada başka kadınla ilişki kurmaya başladı. Ve bunu anneme söyledi. Ondan sonra annem, 'Olur. O zaman ilişki bitti' dedi ve ayrılmaya karar verdiler ama annem büyük kriz geçirdi. Babam boşanma kağıtlarını imzalamak için geri gelmek zorunda kaldı. Buraya geldiğinde çatışma oldu ailede. Özellikle annemle babam arasında ama Barış da katıldı bu çatışmaya. Barış annemin tarafını tuttu. Ben tarafsızdım. Yani olur, ayrılık da olur. Bu ilişki yani annemle babamın ilişkileri normal bir ilişki olmadı hiçbir zaman. Bu aileyi bence annem yürüttü. Annemin sayesinde biz o kadar uzun süre beraber olabildik. Bundan dolayı Barış çok kızdı babama. 'Sen hiçbir zaman bizim yanımızda olmadın. Hiçbir zaman doğru dürüst baba olmadın.' dedi. Barış o zamana kadar hiçbir zaman çatışmamıştı doğru dürüst. O an babam, 'Doğrusun' dedi, 'Haklısın ama gene de bizim politik tavrımızdan dolayı sen bugün Barış'sın. Çünkü biz bu politik savaşa girmeseydik Türkiye'de ne olacağımız belli olmazdı. Buraya gelmemiz en azından senin ve abinin bir kariyer, bir hayat kurmanıza yol açtı. Bunu unutmaman lazım. Yani senin dediklerinin hepsine katılıyorum. Baba olmadım, olamadım ama o benim seçimimdi. Doğru yanlış onu siz karar verirsiniz. Ama politik seçimimiz size de bir şeyler verdi. Bunu da unutma.'

Ondan sonra babam geri döndü tabi ve annem burada büyük bir depresyona girdi. O arada ben şimdiki eşimle taşınmıştım babam gelmeden önce. Annemi yanımıza almak zorunda kaldık. Çünkü annem geceleri bunalım geçirince nefes zorluluğu çekiyor. İşte hastanelere götürme falan o zaman başladı. Babam orada devam etti yani kendisine bir hayat, düzen kurdu. Annemin de burada düzeni, işi vardı. Çocukları olarak buradaydık. Ben buradaydım. Yeni bir hayat kurdum, eşimle, Nilgün'le beraber. Sonra Toprak geldi 12 sene önce.

OĞLUM TOPRAK NAZIM DOĞDU

Babamla annemin ayrılmasından 1-2 sene sonra Toprak'ın doğması bence anneme çok iyi geldi. Nasıl diyeyim, şifa gibi geldi yani. Annem kendini toparladı. 

Barış liseye başladı. Lise 2'de bir kaza geçirdi. Bir akşam arkadaşlarıyla birlikte şehirde içtikten sonra dönerken, inşaatlarda iskele oluyor, iskeleye çıkmışlar sarhoş kafayla. Halatlar var. Halatı birisi tutmuş aşağıdan. Yani halatın öbür ucunu birisi tutuyormuş ama Barış atlayınca, diğeri iyi tutamamış. Bırakmış halatı. Yanlış hatırlamıyorsam-ikinci kattan kaldırıma iki ayağının üstüne düşüyor. İki ayağının tabanları çatlıyor ve kırılıyor. Tabi hastaneye kaldırılıyor, 3 ay hastanede yatıyor. Çünkü doktorlar bilemiyorlar nasıl bir operasyonla kurtaracaklarını ve en sonunda mikroskopla tüm kemik kırıntılarını topluyorlar. Tabi bu, Barış'ın lisedeki ikinci sınıfa geliyor. 3-4 ay liseye gidemiyor. Sonra 3 ay, 4 ay tekerlekli sandalyeyle gidip geliyor. Liseyi ikinci sınıfta geri kalıyor Barış. Sonra lise ikiye tekrar başlıyor 3.dönem. Tam o arada esrar içmeye başlıyor, ilk başlarda haftasonları. Tabi bilmiyoruz. Annem öğreniyor ki okula gitmiyormuş. Yani lisede 3. dönemde okula gitmiyor. Evde kalıyormuş, esrar çekiyormuş. Sonra bitiremedi okulu. Okuldan atıldı devamsızlıktan dolayı. Sonra annem tabi endişelenmeye başladı çocuğu nasıl düzelteceğim, nasıl yola sokacağım diye. Ben 'Kendi karar verecek’ dedim. Çünkü o zaman 18 yaşındaydı. Yani bizim yapacağımız tek şey, destek olmamızdı. Sonra Barış çalışmaya başladı orada burada. İlk önce hastanenin kantininde bulaşık yıkama işine başladı. Sonra kantinde patates soydu. İki sene postacılık yaptı. Sonra tekrar kantine döndü. Bu arada Danimarkalı bir sevgilisi oldu. Şu anda eşi, 3 de çocuğu var. Onunla tanıştıktan sonra o ikna etti, ahçılık okuluna başladı. Ahçılık okulunu bitirdi Şimdi bir firmanın kantininde ahçı başı olarak çalışıyor Barış.

KOPENHAG’DA ÜNİVERSİTEDEYİM

Ben ilk önce matematik bölümüne başladım. İlk etapta diş doktoru olmak istiyordum ama puanım yetersiz olduğu için tutmadı, matematik bölümüne girdim. İkinci sene gene tekrar başvurdum diş doktorluğuna. Böyle geçebilirim diye düşündüm. O da olmadı. Bu arada matematik seçince yan ders ya da ek ders seçmek zorundasın. Orada ben bilgisayar seçtim, ek ders olarak. Valla baktım 3. Sene. Diş doktorluğuna giremeyeceğim. O zaman bilgisayar bölümüne başvurayım dedim. O zaman çünkü bir sene bilgisayar okumuştum, boşuna gitmişti. Bilgisayar bölümüne başvurdum ve başladım Kopenhag Üniversitesi'nde. 5 sene okudum ama iki sene de yan ders okuyacaksın. Bilgilendirme psikolojisi diyoruz. Program yaparken ne gibi psikolojik etkilerin olduğunu bileceksin ki, programı ona göre yapasın. İki sene onu okudum. İki sene de master yaptım, Kopenhag Üniversitesi'nde. Sonra okulu bitirmeden iş buldum. Şimdi bir Danimarka firmasında çalışıyorum. Yurtdışında müşterilerimiz var: Almanya, Amerika, Kanada, Güney Afrika, Hollanda'da falan. Firmada programcılık yapıyorum.

 DANİMARKA’DAN TÜRKİYE’YE İLK GİDİŞİM

Biz sürekli Türkiye'yi takip ediyorduk. Hem politik gündemi takip ediyorduk hem kitaplar, gazeteler okuyorduk. Dergi gönderiliyordu, gazete geliyordu, radyo dinleniyordu o zaman hatırladığıma göre. Politik bir ailede büyüyünce ben de politikayla çok ilgili oldum, Türkiye'deki politikayı ben de izliyordum kendi alanımda. Danimarka'da da politikayı takip ediyorum. Burada da sol bir partinin üyesiyim ve aktif olarak çalışıyorum. Danimarka'da da güzel gidiyordu dayanışma geceleri, kültürel faaliyetler, kültürel aktiviteler. Onlara da sürekli katılıyorduk. Yani sürekli Türkiye ile ilişkimiz vardı. 

Ne olup bittiğini biliyorduk.

MUSA AMCALARDAYIZ

İlk önce babam gitmişti uçakla Mayıs’ta. Biz o zaman gitmedik. Çünkü benim okulum vardı. Liseyi bitirmek üzereydim ve imtihanlarım vardı. 91'de o zamanlar Danimarkalı bir sevgilim vardı. Annem, ben, Barış ve Danimarkalı sevgilim arabayla gittik Türkiye’ye. İlk akşam İstanbul'da kaçak kaldığımız Musa Amcalara gittik. Çok iyi hatırlarım, halam vardı, babaannem vardı, babam vardı. Musa Amcalar vardı. Onların oğulları, kızları vardı. Böyle nasıl diyeyim, çok duygulu, her anı ağlamaklı geçen bir akşamdı. Herhalde bir hafta İstanbul'da kaldık. Ne hissettim? İstanbul'un çok değiştiğinin farkına vardım. Yani 7 sene sonra ilk defa gelip...Ben aslında İstanbul'u karış karış biliyordum çıkmadan önce. Çok değiştiğini gördüm. İlk işim kaldığımız, büyüdüğüm sokağa gitmekti, Kurtuluş'a, Feriköy'e. O çevreyi dolaşmaktı, Şişli'yi... Çocuklukta dolaştığım parkları görmek istedim ilk etapta. Halam da İstanbul'daydı o ara. Halamla beraber olduk bol bol. Çok mutluydum. Danimarkalı sevgilim vardı ve hiçbir şey anlamıyordu Türkçe'den. Sürekli çeviri yapıyordum ama bazı şeyleri de çeviremezsin ki. Yani duyguları, ifadeleri, o andaki yaşadıklarım… çatışmalarımız çok oldu. Orada farkına vardım birbirimizi hiç tanımadığımızın. O zaman bir senedir arkadaşımdı, sevgilimdi.

DANİMARKA’LI SEVGİLİMLE İSTANBUL’DA

Ben bir sene herhalde insan birbirini tanır diye düşünüyordum ama Türkiye'ye gelince ne kadar farklı olduğumuzu anladım çünkü çok çatıştık. Çatıştık deyince, şu anda onu da çok iyi anlıyorum, çünkü o da kendisini yalnız hissetti tabi ki ama ben de sürekli çevirmekten yorulmuştum. Çünkü ben sürekli konuşmak istiyordum ailemle, o zamanki dönemleri paylaşmak istiyordum. E, o da sürekli benden ilgi istiyordu. Onun için biraz kötü bir planlamaydı, o gelmeyecekti ilk dönemde. Belki daha sonra katılabilirdi, ama insan aşık olunca bazen sağlıklı kararlar alamıyor.

BENDEKİ İSTANBUL SEVGİSİ

İstanbul'u çok seviyorum. Keşke geri dönsek, orada yaşasak dediğim oluyordu. Barış hiçbir zaman Türkiye'ye dönmek istemedi. O zaten 5-6 yaşında buraya geldi ama benim kafamda şöyle bir planım vardı; Türkiye'ye gidip 1-2 sene kalıp yani orada kendi alanımda iş bulup kalmak, hayatı denemek İstanbul'da. Özellikle araştırdım. Bunu hep istedim. Hem geldiğimizde de hem Nilgün ile beraber olduktan sonra dedim ki, 'Türkiye'de güzel bir iş bulursam belki, gidersem, gelir misin?' Nilgün 'Ben gelirim' dedi. Şimdi gidemem ama. İlk sebebi Toprak. 12 yaşında oğlum var. Onun için çok zor olacağını düşünüyorum çünkü onun hayatı çok daha farklı. İki kültür ile büyüyor. Yani şimdi Toprak büyüdükçe daha farklı düşünüyorum. Küçükken, 3-4 yaşlarında gidebilirdik. Toprak 1-2 sene orada kalabilirdi yani onun için çok farklı bir şey olacağını zannetmiyorum ama şimdi ilkokulda. 3 sene sonra ilkokulu bitirecek. Ondan sonra artık kendisi karar verecek. Şimdi Toprak olduğu için düşünmüyorum Türkiye'yi ama hayır demek istemiyorum. Çünkü içimin bir yerinde Türkiye özlemi var. Yarının ne getireceği bilmiyorum ama ileride olabilir. Bazen düşünüyorum, yani şu anda babam Datça'ya yerleşti. Bayağı oldu. Yaşlanınca olabilir. İş imkanı olabilir. Yani ben şöyle diyeyim, eğer bir teklif veya uygun ortam olursa düşünürüm. 

Babamla görüşmeye devam ettik. Babamla ayrıldıktan sonra annem yüzde yüz ilişkiyi kesti. Ben görüşüyorum babamla. Barış'ı nasıl anlatayım...Barış eşiyle birlikte beraber olduktan sonra bizim aileye karşı biraz soğuk, mesafeli oldu. Barış'ın en büyük desteği ben oldum her zaman hayatında. Küçükken, kaza geçirdiği dönemde, ondan sonra okul döneminde, her şeyiyle yani maddi ve manevi olarak. Fakat Danimarkalı eşiyle evlendikten sonra zaten aileye ve babama karşı tepkisi oldu. Benim Türkiye özlemim çok büyük olduğu için ben ilk dönemlerde her yıl Türkiye'ye gidiyordum. Sonra iki senede bir gitmeye başladım. Dünyayı keşfetmek istedim ama iki senede bir olmasına rağmen arada bir İstanbul'a gidip babamla buluşuyordum. Datça'ya gidiyordum veya farklı yerlere. Onun için Barış'ın durumu daha farklıydı. 5 sene Türkiye'ye gitmedi.  3 tane çocuğu var. Birisi 9 olacak, öbürü 6, öbürü de 3. İlk oğlu Türkiye'ye gitti küçükken. Babamın 60. yaş gününde götürdüler. Ondan sonra öbür iki çocuk mesela Türkiye’ye hiç gitmediler. Yani Türkiye'yi hiç görmediler.

BARIŞ KİLİSEDE EVLENİYOR

Barış'ın bazı garip davranışları oldu. 3 sene önce ikinci çocuktan sonra evlendi eşiyle. Danimarka'da, kilisede evlendiler. Orada bir gelenek var, damatla gelin konuşmayı açarlar. Yani ilk konuşmayı damat yapar. İşte önce geline hitap eder, bir sevgi konuşması yapar. Ondan sonra bazı kişilere teşekkür edilir. Barış o konuşmada önce eşini, ondan sonra eşinin annesini, babasını, o ailenin kendisini nasıl mutlu karşıladığını anlatan bir konuşma yaptı. Ama ne annesinden, ne babasından, ne de benden söz etti o konuşmada. Bu benim garibime gitti, çok. Yani insan hiç mi ailesinden bahsetmez? Tamam, babana kızgınsın, bahsetme. Annen? Annem Barış'ın en büyük desteğidir. Ondan sonra ben vardım. Buna rağmen hiçbir şey söylemedi. Abisi olarak ben de konuşma yapacaktım. Kafamda önceden kurduğum bir konuşma vardı ama o konuşmadan vazgeçtim. Önce tabi ki eşinden bahsettim. Yani onu nasıl bir insan olduğundan. Klasik açılış yaptım ama ondan sonra konuşmada 'Biz buraya mülteci çocukları olarak geldik. Tabi burada çoğu kişi Barış'ın mülteci çocuğu olduğunu bilmiyor. Bu bir eksiklik. Buraya gelmemizin sebebi, annemin, babamın politik hayattaki davranışları. Ve ben özellikle anneme, babama çok çok teşekkür etmek isterim. Çünkü onların sayesinde biz buradayız. Onların sayesinde Barış da Danimarka'da bir Danimarkalı eş buldu. Kendine bir hayat kurdu. Onların politik tavırlarından dolayı buradayız.' dedim. Bunu söyledikten sonra tabi salonda büyük bir alkış koptu. Barış hüngür hüngür ağlayarak bana teşekkür etti ve Barış'ın ağlaması 10 dakika durmadı. O dönemden sonra ilişkimiz biraz soğudu. Çünkü böyle şeyleri çok vardı. Yani burada geleneksel noel akşamları oluyor-ne bileyim ben- paskalya yemekleri oluyor. Oralara davet edilmediğimizin farkına vardım.

PSİKOTERAPİ

Bunları böyle açık açık konuşmadık hiçbir zaman. Annemle zaten yeni yeni konuşmaya başladık. Onun için kafamda, artık o psikologla başladıktan sonra bir Türkiye seyahati var bu konuları konuşmak için. Yani aileyle yüzleşmek için. Zaten babamla, dediğim gibi, sürekli konuşuyoruz. Hem yazışıyoruz hem telefonlaşıyoruz, hem görüşüyoruz. Babam buraya geliyor her sene bir defa. Bizi ziyaret ediyor. Geçmiş dönemleri çok konuşuyoruz. Annemle eksik bu konular ama halamla konuşmak istediğim konular var. Halamla da görüşüyorum ben Türkiye'de olduğumda ama açık açık konuşmadık onlarla. Teyzemle konuşmak istediğim konular var. Çünkü orada da kopuk dönemlerim var.

EYLÜL ÇOCUKLARI BELGESELİ 

Ben 43 yaşındayım şu anda. 3 sene önce bu Eylül Çocukları belgeselinde yer aldım. Orada bir arayış başladı bende. Çünkü psikolog sordu, 'Bu ne zaman başladı?' 'Herhalde belgesel başladıktan sonra.' dedim. Belgeseldeki arkadaşlarla, özellikle Güneş'le çok konuştum bu konuları. Yaşadığımız anıları, beraber paylaştık Güneş'le. Ama kitabınız, Keşke Bir Öpüp Koklasaydım’ı bir sene önce tatilde, Fas'ta okudum. Ağlayarak okudum o kitabı. Ondan sonra gene bir şeyler başladı bende. Yani yüzleşmek...Bazı konulara açıklık getirmek yani birbirine birleştirmek. Dolayısıyla 3 ay önce psikologa gitmeye başladım. Bu hayatımda aldığım en iyi kararlardan bir tanesi. Daha bitmedi psikologla işim ama 2 ay, 3 ay içinde ne kadar çok değiştiğimin, kendimi geliştirdiğimin, daha rahat hissettiğimin farkındayım şu anda. 

Yeni zamana kadar babama hiçbir zaman kızmamıştım siyasi seçimlerinden dolayı ama şimdi bazı noktalarda kızgınlıklarım var diyebilirim. Onun da yeni farkına varıyorum. Çünkü babam şunu söylemiştir: 'Ben devrimci olmayı kafaya koymuştum 68 olaylarından sonra'. Babam da o sırada üniversitedeymiş. Annem benden önce kürtaj oluyor bir defa.' Babamın dediği, 'Biz çocuk yapmak istemedik çünkü bizim dönemimiz, yaşantımız uygun değildi.' Ama annem tekrar hamile olunca kürtajın tehlikeli olacağını söylemiş doktor. Annem istemiş babama rağmen. O zaman ben olmuşum. Babamın dediği gibi istenen planlı bir şey değil benim oluşum. ‘Bunu söylüyorum açık açık çünkü senin bu yaşadıklarını bilseydim hiç istemezdim.' dedi. Danimarka'ya geldikten, birbirimizi iyi tanıdıktan sonra şimdi çok iyi bir ilişkimiz var. Şimdi babam benimle gurur duyuyor. 'İyi ki oldun' diyor. İsmim bir şiirin mısralarından alınmış. Mesela annem ilk defa Barış'ı bıraktığı buluşmaları, cumartesi günlerini sordu. Bir ay önceydi: 'Sen kendini nasıl hissediyordun bizden ayrıldıktan sonra?' 'Ben' dedim, 'Kendimi mutlu hissediyordum. Çünkü Barış'la bütün gün beraber olmuştum ama halama döneceğim için mutsuzluk içindeydim.' Yani 'Ben de seninle dönmek isterdim. Niye ben dönmüyorum da Barış dönüyor seninle?' O sorular şu an kafamdan çıkmıyor. Yani ben anneme de sordum, 'Senin için de zor değil mi? Yani büyük oğlunu bırakıyorsun, küçük oğlunu alıyorsun, geri dönüyorsun.' 'O zaman ben duygularımı hep kapatıyordum. Duygularımı hissetmemeye çalışıyordum.' diyordu. Yani bunları daha yeni açık açık konuşmaya başladık. Çünkü o kadar çok şey var ki anlatılmayan. Olaylar tamam: nerede, ne oldu, ne yapıldı ama en önemli nokta o zamanki duygular, ifadeler, onlar hiç konuşulmadı. Babamla biraz konuşuldu. Babam çok iyidir duygularını ifade etmede. Annemle hiç. Barış'ta hiç yok.

Babamla gurur duyuyorum seçimlerinden dolayı. Çünkü bu belgeseli yaptığımızda söyleşiler oluyordu. Gelen sorulardan birisi 'Sen babanın yerinde olsaydın ne yapardın?' veya 'Sen babanın yerinde olsaydın bir çocuk yapmaya karar verir miydin?' O zamanki cevabım genelde 'Hayatın getirdiği koşullara insanın nasıl tepki vereceği bilinmiyor’. Yani insan zor koşullarda zor kararlar alıyor. Bazen aldığı kararların doğruluk veya  yanlışlığının daha sonra farkına varıyor. Ama şöyle söylemem lazım, ben oğlum Toprak'ın benim yaşadıklarımı kesinlikle yaşamasını istemem. Onun için babam gibi böyle büyük bir devrimci rolüne girip de çocuk yapmayı hiçbir zaman seçmezdim. Yani o zaman ya çocuk seçerdim ya da devrimci olurdum, çocuk seçersem böyle bir devrimci hayatı bırakırdım.

DANİMARKA’DA SOLCULUK

Annemle babam etrafındakileri inandırmışlardı, etkilemişlerdi. Babam iyi bir konuşmacı. Hala öyle. Çok iyi bir anlatıcı, kültürlü. Babam bazı şeylerin Danimarka'ya geldikten sonra farkına vardı. İlk tartışmalardan birisi şöyleydi; insan nasıl solcu olabilir, karısına, eşine evde yardım etmezse, çocuğuna dersine yardım etmezse, bulaşık yıkamazsa, evi süpürmezse bu nasıl devrim olur. O tartışmalardan sonra babam kendini geliştirdi. Ben Türkiye'de az da olsa babamın evde yemek yaptığını, bulaşık yıkadığını görmüştüm ama böyle şeylerde kendini Danimarka'da geliştirdi. Yani yardım etti: bulaşık yıkama, çamaşır yıkama, evde yemek yapma işine. Babam mesela herhangi bir şeyi kafaya takarsa, herhangi bir konu üzerine o konu üzerinde acayip kitap okur. Hala da öyledir. Babamın şu anda blogu var, Türkiye'de izleniyor. Orada yazı yazar. Başka sevdiği yazıları yayınlar. Çok usta bir şiir okuyucusudur. Ezbere, çok güzel şiirler bilir benim babam. İlk hayali şair olmakmış. Öyle bir hastalığı var babamın. Türkiye'ye gittiğimizde babamla dolaşıyoruz. Yani her gittiğimizde Türkiye'nin yeni bir yerini görmek istiyorlar. Gittiğimizde şöyle olaylar oluyor; yani bir kasabada, köyde durduğumuzda babamı tanıyanlar oluyor. Çünkü babam zamanında Komünist Partisi'ni veya TÖB-Der'i yaygınlaştırmak için tüm köylere kasabalara gidip propaganda yapmış. Oradan hatırlayanlar var. Bu benim çok hoşuma gitti. Tekirdağ'da veya bir Karadeniz'de bir ilçeye gittiğimizde babama gelip 'Hasan Hoca sen misin?' diye soruyorlar. 'Evet.' 'Bilmem kaç yılında sen burada konuşma mı yaptın?' 'Evet.' Türkiye'de, babamla birlikte yaşadığım bu türden anılar oldu. O zaman ister istemez babanın etki bıraktığını görüyorsun. O zaman somut bir şekilde hissediyorsun.

DEDEMİN ÖLÜMÜ ÇOK ACITTI İÇİMİ

Dedemin ölümü çok acıttı. Bir de halamın orada eski eşi tarafından sokağa bırakılışım. Orasını hatırlayamıyorum daha doğrusu o bende büyük bir etki yaratmış ki, ya hatırlamak istemiyorum ya hatırlayamıyorum. O çok acıtıyor çünkü. Yani 12 yaşındaki bir çocuğu İstanbul gibi kocaman şehirde akşam üzeri sokakta nasıl bırakabilirsin tek başına? Sen ne olursan ol, halamın eski eşisin, bana karşı bir sempatin olmasa olsa bile bir insan olarak 12 yaşındaki bir çocuğu orada nasıl sokağa bırakabilirsin? Bu beni çok acıtıyor, üzüyor. Bir de dedemin ölümü. Dedemin ölümüne de inanmak istemedim ilk iki üç gün. Dedem benimle o kadar ilgileniyordu ki. Düşün, teyzem de ilgileniyor ama onun da iki tane çocuğu vardı. Halam da ilgileniyor, onun da bir çocuğu, bir eski eşi vardı ama dedem yüzde yüz bana konsantreydi. Babaannem yemek yapıyordu, seviyordu az falan ama dedemin yeri bende çok farklıydı. Bir de dedem genç yaşta öldü. Öyle dede deyince, biz 70-80 falan değildi. Dedem, yanlış hatırlamıyorsam, 62-63 civarlarında öldüğünde.

12 EYLÜL DAVASI

Bence biraz yüzeysel. Çünkü bu dava başka davaları açacaksa iyi bir şey ama bu dava bu davayla bitecekse boşuna bir şey. Yani bir Kenan Evren, öbür generallerin yargılanmasıyla bu dava bitmez çünkü asıl elemanlar, bana göre asıl yargılanacaklar, işkence yapanlar, polisler, ne bileyim hakimler, kararları verenler... Türkiye'nin yüzleşmesi lazım o dönemle, o kişilerle. Bu kişilerin de bu dava kapsamında olması gerektiğini düşünüyorum ben. Yoksa böyle bir yüzeysel olarak 3 generali yargılayıp dava kapatılacaksa bir şey olacağını zannetmiyorum. Güney Afrika'daki yüzleşmenin Türkiye'de de olmasını istiyorum. Yani birbiriyle yüzleşerek, nasıl diyeyim, özür dileyerek ileri gidilebileceğini düşünüyorum. Yoksa büyük bir travma olarak kalacağını düşünüyorum.

Öne Çıkanlar