İklim meselesi Türkiye'nin samimiyet testi

Türkiye, hem gelişmekte olan ülkeler sınıfında yer almak hem fon tarafından desteklenmek hem de kömüre yatırım yapmak istiyor.

ABD Başkanı Donald Trump'ın, iktidara gelmeden önce söz verdiği üzere çekilme kararı aldığı Paris İklim Anlaşması'na dair bir adım da geçtiğimiz günlerde, tam da Dünya Çevre Günü'nde Türkiye'den geldi. 

Geçen yıl pek çok ülkeyle birlikte anlaşmayı imzalayan ancak anlaşma metninin TBMM'deki onay süreci henüz tamamlanmadığından resmi olarak anlaşmaya taraf olmayan Türkiye, "yol haritasının gözden geçirilmesi için" onay sürecini askıya alma kararı aldı. ABD anlaşmadan çekilince, sanki Türkiye de çekilmiş sayıldı...

Aralık 2015 tarihinde Paris'te düzenlenen iklim zirvesinde kabul edilen Paris İklim Anlaşması'nın bir yıllık imza süreci, 22 Nisan 2016'da New York'ta yapılan bir törenle başladı. Aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 175 devlet, yeni küresel iklim rejiminin çerçevesini çizen Paris İklim Anlaşması'nı imzaladı. Anlaşmaya imzacı olan ülkeler küresel ortalama sıcaklık artışını 2°C'nin mümkün olduğunca altında durdurma, 1,5°C'de sınırlandırma yönünde bir hedef koydu. Anlaşmanın yürürlüğe girebilmesi için küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 55'inden sorumlu olan 55 ülke tarafından onaylanması gerekiyordu. Bu süreç gerçekleştikten sonra ülkelerin tek tek kendi parlamentolarından anlaşmayı geçirerek yasalaştırması süreci başlıyordu. 

Türkiye, anlaşmayı bu haftaya kadar onaylamadığı gibi anlaşmanın TBMM gündemine gelip gelmeyeceğine dair herhangi resmi bir açıklama da yapmamıştı. Kararın, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın değerlendirmesi sonucunda çıktığı, ABD'nin çekilmesinin 2020'de yürürlüğe girecek anlaşmanın geleceğini riske attığı gerekçesiyle askıya alma kararının gerçekleştiği belirtiliyor. 

Lafı uzatmadan söyleyelim zaten iklim değişikliği mücadelesinde hiçbir varlık göstermeyen, iklim zirvelerine gönülsüzce, kerhen katılan, sadece işin parasal yönüyle ilgilenen Türkiye'nin tek derdi Yeşil İklim Fonu'ndan pay kapmaktı. Eh, Yeşil İklim Fonu'nun en büyük mali destekçisi de ABD olunca, Yeşil İklim Fonu'nda ciddi sorunların oluşacağını düşünenler aklı sıra kurnazlık yaptı, bu fon kurulamadığı takdirde para alamayacağı endişesine kapıldı.

Oysa, Türkiye'nin derdi ne iklim değişikliğiyle mücadele ne de sera gazı emisyonlarını azaltmak... Türkiye, - elbette bunu bu açıklıkta ifade etmese de -  kömüre ve fosil yakıtlara dayalı enerjilere yatırım yapma kararlılığından vazgeçmeyip, aynı zamanda iklim finansmanından faydalanmak için pazarlık yapmaktan geri durmayan bir pozisyonda.

Bütün uluslararası anlaşmaların kabaca üç aşaması var. İlk aşamada taraflar anlaşmayı müzakere eder, ikinci aşamada imzalar ve üçüncü aşamada da onaylar. Anlaşmanın hükümlerinin taahhüdü altına girer ve onları uygular. Bir uluslararası anlaşma, elbette taraf ülkenin ulusal mevzuatında, yasama organında onaylandığında yürürlüğe girer. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'ndan bir yetkili, "Biz taraf olmadığımız anlaşmayı nasıl askıya alacağız, anlamadım" demiş, mesele teknik olarak doğru sayılabilir ama ne siyasi olarak ne de uluslararası anlamda etik olarak doğru değil...

Türkiye'nin 1990'da 207,8 milyon ton olan CO2 eşdeğer düzeyinde olan sera gazı emisyonları, 2015'te yüzde 122 artışla 475,1 milyon ton olarak gerçekleşti. 1990'da kişi başı CO2 eşdeğer emisyonu 3,88 ton/kişi olarak hesaplanırken, bu değer 2015 yılında 6,07 ton/kişi olarak hesaplandı. Toplam CO2 emisyonlarının 2015'te yüzde 86,1'i enerjiden, yüzde 13,7'si endüstriyel işlemler ve ürün kullanımından kaynaklanmış. Katlanarak artan bir trend söz konusu...

2020 sonrası yılda 100 milyar dolarlık bir iklim finansmanı havuzu oluşturulması kararı Paris'te resmen alındı. Yeşil İklim Fonu (GCF), Uyum Fonu (AF), En Az Gelişmiş Ülkeler Fonu (LDCF) gibi mekanizmalar ile bu fonların gelişmekte ya da en az gelişmiş ülkelere aktarılması kararlaştırıldı. Ancak Türkiye -en azından anlaşmanın bu haliyle- gelişmiş ülke statüsünden ötürü Küresel Çevre Fonu (GEF) hariç diğer fonlardan faydalanamıyor. 

Türkiye, hem gelişmekte olan ülkeler sınıfında yer almak hem fon tarafından desteklenmek hem de kömüre yatırım yapmak istiyor. 

Bazıları balık hafızalı olabilir ama biz değiliz. Paris'ten sonra geçen yıl Marakeş'te gerçekleşen iklim zirvesinde Türkiye iklim finansmanına erişimi meselesinin resmi müzakere gündemine eklenmesini isterken, aynı gün aynı saatlerde Türkiye'de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak 5 milyar dolar yatırım bedeline sahip 158 enerji santralinin açılışını gerçekleştiriyordu.

Türkiye gibi gelişmekte olan ve sera gazı emisyonları yükselme trendinde bulunan ülkelerin küresel iklim rejiminin dışında kalması, süreç açısından kritik bir tehlikeye işaret ediyor. Artık oyalanmak için, diploması trafiğiyle vakit kaybetmek için de çok geç...
 
Bu arada, Türkiye'nin geçen yıl Paris'e gitmeden önce sunduğu ulusal katkı belgesinde (INDC) sera gazı emisyonlarını 2030'a kadar iki katından fazla arttırmayı planladığını da hatırlatalım. 
 
Hedefini 2030'da referans senaryoda öngörülen artıştan yüzde 21 azaltım şeklinde belirleyen Türkiye'nin zaten beklentileri karşılamadığı ve INDC belgesinde revizyona gitmesi gerektiği biliniyor. Türkiye metinde, 2030'da 1 milyar 175 milyon ton sera gazı salacağı projeksiyonu üzerinden bunu yüzde 21 azaltarak 929 milyon tona indireceğini açıklamıştı. Bu artış oranı, enerji yoğun, kömüre ve diğer fosil yakıtlara dayalı ekonomik büyümenin devam edeceğine işaret ederken, düşük karbonlu büyümenin tamamen göz ardı edildiği de bir kez daha görülmüştü. 
 
Diğer pek çok siyasi, ekonomik ve diplomatik alanda olduğu gibi iklim değişikliğiyle mücadele meselesi de Türkiye'nin samimiyet testlerinden biri ve şimdilik bu testten sınıfta kalmış görünüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi