İşgal ve saldırı için bahane mi yok!

Baştaki hükümetin “Neo-Nazi” olması herhangi bir ülkenin işgalini haklı kılamaz. Bu yol bir kere açılırsa, her devlet bir diğerine şu ya da bu olduğu gerekçesiyle saldırır.

Tarihte, devletlerin işgal ve saldırı için ya doğrudan provokasyon yaptıklarının ya da bazı bahanelere sığındıklarının çok sayıda örneği vardır. 

Nazi Almanya’sı, II. Dünya Savaşını başlatan Polonya’yı istila etmeye girişmek için böyle bir provokasyon düzenlemişti. 31 Ağustos 1939 günü, Polonya sınırına yakın bir radyo istasyonu, "Polonya ordusu" üniformalı bazı askerlerin saldırısına uğramış ve radyodan Almanca ve Lehçe, Almanya aleyhtarı yayın yapılmıştı. Saldıranlar, Alman muhafızların "karşı" saldırısıyla püskürtülürken geride "Polonya üniforması" giymiş bir de ölü bırakmışlardı. Almanya, bu "saldırı"ya dayanarak Polonya’nın istilasını başlatmıştı. Kısa sürede, bu girişimi yapanların Polonya üniforması giymiş SS’ler olduğu, geride bırakılan ölünün ise, Alman doktorlar tarafından "damarına zehir enjekte edilerek" öldürülmüş bir mahkûm olduğu ortaya çıktı (J. D. Zadovny, Katin Katliamı-Ormanda Ölüm, Pickle Partner, 1962, s. 11).

1939 sonbaharında, Sovyetler Birliği’nin Finlandiya sınırına yakın Mainila köyüne havan saldırısı yapıldı. Bunun üzerine Sovyetler Birliği, Finlandiya ile olan Saldırmazlık Anlaşması’na son vererek "Kış Savaşı" adı verilen savaşı başlattı. Oysa bu havan topu saldırısını bizzat Rus gizli örgütü NKVD düzenlemişti. Bunu, Rusya Federasyonu’nun ilk başkanı Boris Yeltsin de, 1994 yılında yaptığı açıklamayla doğrulamıştır. 

İstanbul’daki, 6-7 Eylül 1955 "azınlıklara" saldırı olayı da bir provokasyonun sonucudur. MİT, Selanik’teki Atatürk’ün evini bombalamış ve gazeteler bu olayı "milli hisleri galeyana getirecek" şekilde verince, önceden hazırlanmış "bindirilmiş kıtalar" sokağa salınmış, korkunç bir ulusal histeriyle İstanbul’un kadim "azınlıkları"na saldırılar yapılmış, evler ve dükkânlar yıkılmış, tecavüz olayları meydana gelmiş, dizginsiz bir pogrom yaşanmıştır. Hükümetin, olayların sorumlusu olarak, o zamanın deyimiyle "müseccel komünistleri" içeri alması ironik bile değil, sadece komikti. Atatürk’ün evini aslında MİT’in bombaladığı ortaya çıktı ama her şey olup bittikten sonra. 

ABD Başkanı Johnson, 1964 yılında, Kuzey Vietnam torpido botlarının Tonkin Körfezi’nde iki ABD destroyerine saldırdığını ileri sürerek ABD’nin Kuzey Vietnam’a savaş ilanını ve bu ülkeyi bombalamasını başlattı. Daha sonra, Kuzey Vietnam torpido botlarının böyle bir saldırıda bulunmadığı ortaya çıktı. 

Kıbrıs’ta, Türkiye’nin Özel Harp Dairesi ve MİT’in örgütlediği Türk Mukavemet Teşkilatı, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etmesi için bir dizi provokasyon düzenlemiş, en sonunda Nikos Sampson adlı, aşırı sağcı EOKA liderinin, 1974 Temmuz’unda Yunanistan’daki cuntanın desteğiyle Makarios’a karşı yaptığı darbe, Türkiye’nin Kıbrıs’a çıkartma yaparak Kuzey Kıbrıs’ı işgal etmesi için aradığı bahaneyi sağlamıştır. O zaman, çok ilginçtir ki, bir tek Aydınlık hareketi dışında (ironiye bakınız ki, bu hareket bugün en aşırı işgal yanlısı ve Denktaşçıdır) bütün Türkiye solu Kıbrıs çıkartmasını "anti-faşizm" adına alkışlamıştı. Ecevit’in başbakanı olduğu Türk hükümetinin bahanesi, "faşist Sampson darbesini" önlemekti. Aradan neredeyse 50 yıl geçti. Bırakın faşist Sampson darbesini, Sampson’un kendisinin bile tozu kalmadı dünya yüzünde. Ama Türkiye ordusunun işgali sürüyor.

Bugün de Rusya ve onun Ukrayna’yı işgalini destekleyen Türkiye’nin bir kısım sol örgütü, işgali, Ukrayna Hükümeti’nin NATO yanlısı olmasının yanı sıra, bu hükümetin "Neo-Nazi olması", en azından Neo-Nazileri himaye etmesi dolayısıyla haklı çıkarmaya çalışmaktadır. 

Bir kere şunu belirteyim. Baştaki hükümetin "Neo-Nazi" olması herhangi bir ülkenin işgalini haklı kılamaz. Bu yol bir kere açılırsa, her devlet bir diğerine şu ya da bu olduğu gerekçesiyle saldırır. Kaldı ki, Ukrayna Hükümeti’nin "Neo-Nazi" olduğu bir tevatürdür. Bu Hükümetin bazı Neo-nazi silahlı müfrezelerini himaye ettiği doğrudur ama bu, sadece bir eleştiri konusu olabilir, işgal gerekçesi olamaz. 

İkincisi, Ukrayna Hükümeti’nin NATO yanlısı olması da bir işgal gerekçesi olamaz. Rusya’nın, dünya çapında organize bir gücün (NATO’nun) burnunun dibine kadar sokulmasından rahatsız olması doğaldır ama bundan hareketle işgale girişmek olacak şey değildir. En fazla, NATO’ya ve Ukrayna Hükümeti’ne "bu silahları benden uzak tutun, güvenliğime tehdit olarak görüyorum" dersin ama işgale girişemezsin. İşgale giriştiğin zaman, sadece Ukrayna Hükümeti’nin NATO’ya girme isteğine haklılık kazandırırsın. Nitekim, Ukrayna işgalinin, Doğu Avrupa ülkelerinde yaşayan insanlara, ne yazık ki, "iyi ki zamanında NATO’ya girmişiz" dedirttiğini biliyoruz. Aptalca girişimler sadece karşıtını güçlendirir!

Noktayı koymadan, medyadaki, geçtiğimiz 15 gün içinde Rusya’nın en az 3.000 askerinin öldüğü bilgisine değineyim. Bu, korkunç bir rakam. ABD’nin Vietnam’da 10 yıl içinde verdiği kayıp 60 bin, Irak savaşında iki yılda verdiği kayıp 2.000’dir. Ki, bu rakamlar bile ABD’yi sarsmış, savaş aleyhtarlığını güçlendirmiştir. Rus yönetiminin 15 gün içinde bu kadar kayıp karşısında eğer kılı kıpırdamıyorsa, bu sadece onun otoriter iktidarı karşısında Rusya halklarının fazla ses çıkaramayacağına olan güveninden geliyor olmalı.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gün Zileli Arşivi