Japonya ve Türkiye: Tarihten gelen dostluk yeni ufuklara yelken açabilir mi?

Japonya ve Türkiye: Tarihten gelen dostluk yeni ufuklara yelken açabilir mi?
'Japonya'nın Türkiye ile jeostratejik ve diplomatik ilişkileri, enerji ihtiyaçları etrafında şekilleniyor. Türkiye, yaklaşık 150 Japon bağlantılı şirkete ev sahipliği yapıyor.'

Arkansas Üniversitesi'nde Doğu Asya tarihi doçenti Kelly Hammond, Newlines Dergisi’ne tarihi süreç içinde Türkiye-Japonya ilişkilerini anlatan ve iki ülke önündeki fırsat ve engelleri değerlendiren bir makale kaleme aldı:

"Japonya ve Türkiye, kendi başlarına önemli dünya güçleri, ancak bu iki ülke Soğuk Savaş'ın ilk yıllarından bu yana düzenli olarak iki süper güç olan ABD ve Sovyetler Birliği tarafından gölgede bırakıldı. Şimdi, her ikisi de Çin'in Pasifik ve Orta Doğu'daki artan varlığını diplomatik ve ekonomik ilişkilerinde hesaba katmak durumunda.

Coğrafi olarak uzak olmalarına rağmen, Japonya ve Türkiye güvenlik, itibar ve Avrupa, ABD ve Çin karşısındaki yerleri konusunda benzer birçok endişeyle karşı karşıya. Bu nedenle Japonya ve Türkiye önemli bir diplomatik ve ekonomik ilişki geliştirdiler. Bu ilişki geçmişe dayanmakta, ancak karşılıklı çıkarlar ve ortak jeopolitik kaygılar nedeniyle günümüzde de sağlıklı bir biçimde sürdürülmektedir.

Türkiye ve Müslümanları deyince aklınıza hemen Japonya gelmeyebilir. Ancak 19. yüzyılın sonlarında, zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu ve gelişen Japon İmparatorluğu, beklenmedik bir diplomatik dostluk kurdu. Dünyanın karşıt uçlarında yer alan iki ulus, "Batılı olmayan" güçler olarak statülerine dayalı bir dostluk duygusu hissettiler.

Osmanlılar, Japonya'nın modernleşmesini başlatan büyük bir siyasi, sosyal ve ekonomik devrimden başka bir şey olmayan 1868'deki Meiji Restorasyonu'ndan sonra Japonya'da meydana gelen hızlı modernleşme ve dönüşüme hayran kaldılar. Japon İmparatorluğu Pasifik'te baskın bir konuma yükseldikçe, çıkarları geç gelen başka bir emperyal güç ABD ile artan bir çatışmaya girdi.

Ancak Japonya ve Türkiye arasındaki ilişki her zaman saygı ve tanıma ilişkisi olmadı ve son zamanlarda Japonya'nın Orta Doğu'daki ABD politikalarına verdiği destekle gölgelendi. Bununla birlikte tarihsel ilişki, iki ulus arasındaki yakın dönemde yaşanan karmaşıklıkları ve son 150 yılda bölgedeki hegemonya ile ilgili durumlarını aydınlatıyor. Çin, Asya'daki varlığını artırırken, hem Türkiye'nin hem de Japonya'nın endişelenmek için nedenleri var.

Japonya ve Türkiye arasındaki dostluk, Batılı emperyal güçler tarafından düzenli olarak ciddiye alınmama veya kötüye kullanılma konusundaki ortak deneyimlerinden doğdu. Çağdaş jeopolitik durum çok farklı olsa da, her iki devlet de çağdaş diplomatik ve ekonomik ilişkilerini çerçevelemek için tarihsel ilişkilerine bakıyor ve bunlardan yararlanıyor.

Japonya, Türkiye’ye kendisini, Batı müdahalesinin yükü olmadan teknolojiye yatırım yaparak Türklerin modernleşmesine ve gelişmesine yardımcı olabilecek bir güç olarak sundu. Bu yaklaşım, 20. yüzyılın şafağına kadar uzanıyor. Japon İmparatorluğu, Rus-Japon Savaşı'nda (1904-1905) Rusları yendikten sonra, dünyanın dört bir yanındaki Batılı olmayan halklar, emperyal Japonya'ya hayranlıkla ve örnek alınacak bir model olarak baktılar.

Japonya şu anda ABD'nin yakın ve önemli bir müttefiki olmasına rağmen, Avrasya'da güvenliği sağlama hedeflerini Batılı müttefiklerinden farklı olarak sunmaya çalışıyor. Örneğin, Japonya, Güney Çin Denizi'ndeki artan Çin varlığına ilişkin karşılıklı endişeler nedeniyle Endonezya ile yakın zamanda bir silah transferi anlaşması imzaladı. Japonya, Müslümanların çıkarlarıyla Batılıların çıkarları arasında köprü kurabileceği bir imaj yaratmayı amaçlıyor.

Her iki devlet de diplomatik ilişkilerinin bir felaketle başladığı konusunda hemfikir: 1890'da Japonya açıklarında bir Osmanlı gemisinin batması. Japonya’ya bir dostluk ziyaretinde bulunan Ertuğrul gemisi İstanbul’a dönüş yolunda küçük bir Japon liman kenti olan Wakayama yakınlarında bir tayfuna yakalandı. 550'den fazla Osmanlı denizcisi boğuldu. 

Hayatta kalan birkaç kişi, iki küçük Japon savaş gemisi olan Kongō ve Hiei'de Babıali'ye evlerine dönene kadar yerel ailelerle birlikte yaşadı. Osmanlı padişahı, dönüşlerinde denizcileri selamladı ve yolculukta kendilerine eşlik eden Japon denizcilerini şeref madalyalarıyla süsledi.

Ertuğrul'un batışı hem Japonya'da hem de Türkiye'de düzenli olarak anılıyor. Türkler, Japonların hayatta kalanlara gösterdiği nezaketi hatırlıyor. Japonya'da bu etkinlik, yeni kurulan Meiji hükümetinin Müslümanları içeren bir iyi niyet misyonuna katıldığı ilk örneklerden biri olarak hatırlanıyor.

Açıkçası, Meiji hükümeti bu siyaseti teşvik ederek Japon halkının iyilikseverliğini pazarlamak için kullanabileceğini anlamıştı. O sıralarda Japonya, kendisini Pasifik'te yükselen bir güç olarak nasıl konumlandıracağıyla boğuşuyordu ve Ertuğrul denizcilerinin kurtarılması, imparatorluk Japonya'yı dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlarla buluşturmak için bir fırsattı. 

Japon hükümeti, dünyanın dört bir yanındaki sömürgecilik karşıtı milliyetçilere çağrılarında kendilerini Batı baskısından kurtarıcılar olarak sundu ve bir dünya gücü statüsüne hızla yükselmeleri, dünyanın dört bir yanındaki sömürge halkları için bir toplanma çağrısıydı.

Ertuğrul'un batması da Meiji hükümetinin dinin devlet siyasetinde oynaması gereken rolü düşündüğü bir dönemde meydana geldi. Bazı diplomatlar, Fransız, Hollanda ve İngiliz sömürgelerinin baskısı altında yaşayan insanların büyük çoğunluğunun Müslüman olduğuna dikkat çekti. Böylece, kendilerini Batı emperyalizminden kurtarıcılar olarak sunma çabalarında Meiji hükümeti, Müslümanlara daha doğrudan ulaşmaya başladı. 

Japon askeri danışmanları İstanbul'a seyahat etmeye ve Osmanlı askeri subayları da Tokyo'da eğitime başladı. Emperyal Japonya, kendisini din özgürlüğüne saygı duyan bir yer olarak göstererek (bu gerçekten doğru olmasa da), Batı emperyalizmine karşı savaşında yararlı müttefikler kazandı.

1905'te Rusların Japon yenilgisi de önemliydi. Beyaz olmayan, Batılı olmayan bir gücün, Batılı ve beyaz bir emperyal gücü yenmesine yakın zamanda ilk kez tanık olunmuştu. Ruslar, uzun yıllar Osmanlı'nın yanında bir baş belası olmuştu, bu yüzden Osmanlılar, Japonların en zorlu düşmanlarından birini yenilgiye uğrattığını görmekten memnundu.

Osmanlı perspektifinden Meiji Japonyası, Batı'nın sunduğu her şeyin en iyisini almış ve kendisine mal etmişti; Japon İmparatorluğu, modernleştirici reformlardan yararlanırken kimliğini ve karakterini korumayı başarmıştı. Bu hem İslami modernistlere hem de laik Jön Türklere çekici geldi ve Türklere ulus inşası ve reform için bir model sağladı. 

Osmanlı reformcuları, öğrencilere modern bilime dayalı bir müfredatı teşvik ederken imparatora saygı duymayı öğreten Japonya'nın zorunlu ulusal eğitim sistemine özellikle hayran kaldılar. 1908'de Jön Türkler, Türkiye'nin "Yakın Doğu'nun Japonya'sı" olacağını ilan edecek kadar ileri gittiler.

Japon İmparatorluğu, 29 Ekim 1923'te bağımsızlığını ilan etmesinden sadece birkaç ay sonra, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin meşruiyetini tanıyan ilk devletler arasındaydı. Bir yıl sonra, iki devlet karşılıklı olarak büyükelçilikler açtılar. Tokyo. Her iki hükümetin de gündeminin üst sıralarında karşılıklı olarak ticaret anlaşmaları ve kültürel alışverişler yapmak vardı.

Japonya'da çoğunlukla Güney Asyalı tüccarlardan oluşan küçük bir Müslüman cemaati vardı ve ilk iki cami, Tokyo'nun kıyılarında bulunan Nagoya ve Kobe liman kentlerinde ikamet eden bu cemaatin üyelerinden gelen bağışlarla inşa edildi. İmparatorluğun başkenti dışındaki göçmen toplulukları iş ilişkilerinde daha fazla esnekliğe sahipti ve Güney Asyalı ve Çinli tüccarlar Tokyo'nun karmaşasındansa daha küçük liman kasabalarını tercih ettiler.

1938'de Japon hükümeti, Japonya'da üçüncü bir caminin inşasını destekledi. Tokyo Camii farklı bir çabaydı, Japon hükümetinin fonlarıyla inşa edildi ve belirli bir propaganda amacına hizmet etti. Naziler ve İtalyanların Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da yaptıklarına çok benzer şekilde, Japonlar da sömürgecilik karşıtı ve Sovyet karşıtı propagandayla Müslümanlara ulaşma çabalarını hızlandırıyorlardı. Caminin açılışında, dünyanın dört bir yanından Müslüman devlet adamları, imparatorluk Japonya'nın neler sunabileceğini görmeye gittiler.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkler, kendilerini savaşın dışında tutmak için "aktif tarafsızlık" politikası izledi. Ancak 1944'e gelindiğinde Müttefiklerin Almanları Avrupa seferlerinde muhtemelen yenecekleri açıktı ve Türkler 1944 Ağustos'unda Almanya ile diplomatik ilişkilerini kesti. Ocak 1945'te Türk hükümeti Japon İmparatorluğu ile bağlarını da kopardı. O zaman, Japon iş adamlarının çoğu tahliye edilmişti ve Ankara'da kalan küçük konsolosluk personeli, savaşın geri kalanında konsolosluk binasında yaşıyordu.

Bir ay sonra, 23 Şubat 1945'te Türkiye, Nazi Almanyası ve Japon İmparatorluğu'na savaş ilan etti. Ankara'nın, geçmişteki dostluğun canı cehenneme diyerek Japonya'ya karşı savaşın galiplerinin yanında yer almayı seçmesi belki de hesaplanmış bir pratiklik meselesiydi. Türkler, bu formalitenin kendilerine Birleşmiş Milletler'e girmelerini ve uygun müzakere serbestliği kazandıracağını hayal etmiş olmalılar. Buna karşılık, Japon İmparatorluğu Türkiye'ye savaş ilan etti.

Japonya'nın Müttefiler tarafından işgali 1952'de yapılan San Francisco Antlaşması ile sona erdikten sonra, Türkiye Japonya ile hızla diplomatik ilişkileri yeniden kurdu ve Tokyo'daki büyükelçiliğini yeniden açtı. Japonya bir yıl sonra karşılık verdi ve 1965'te İstanbul'a bir konsolosluk ekledi. Dostluk düzelmeye başladı ve yeni Soğuk Savaş iki ulus-devlet arasındaki dinamiği bir kez daha değiştirdi.

O zamandan bu yana, diplomatik ilişkiler ticaretle geliştirildi. Japonya Türkiye'ye çoğunlukla elektronik ve işlemci, araba, makine ve kimyasal ve optik ekipman ihracatı yapmaktadır. Türkiye, Japonya'ya tütün, işlenmiş gıda, krom, halı ve cam ihraç ediyor. Japonya’nın Türkiye’ye ihracatı daha fazla..

İki ülke kültürel alışverişlerini de güçlendirdi. Tokyo'daki en büyük cami, 2000 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin finansmanıyla açılan Tokyo Camii adlı bir Türk Kültür Merkezidir. Cami, Osmanlı tarzı camileriyle tanınan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın evlerinden birini tasarlayan Türk mimar Muharren Hilmi Şenalp tarafından tasarlandı. Şenalp’ın firması Hassa Architecture, Türkmenistan'daki Ertuğrul Gazi Camii ve Berlin'deki Şehitlik Camii gibi Türkiye dışında bir dizi önemli Osmanlı tarzı cami de tasarımladı.

Türkiye’de Japonca dil programları 1970'lerde büyükelçilik aracılığıyla gayri resmi olarak başlamış ve 1986'da Ankara Üniversitesi'nde akademik düzeyde başlamıştır. O zamandan beri, kimileri Türkçe ve Japonca arasındaki dilbilgisi benzerliklerinin Japocayı öğrenciler için o kadar da zorlaştırmadığını iddia etti. Bunun sonucunda Türkler arasında Japonca öğrenimi çarpıcı bir şekilde arttı.

Ancak dilsel yakınlık, mutlaka kolay bir kültürler arası alışverişe dönüşmedi. Japonya Dışişleri Bakanlığı'na göre, 2015 yılında Türkiye'de yaşayan 5 binden fazla Japon vatandaşı vardı ve bu rakam sabit kaldı.

Göç, Türk-Japon dostluğunun mantıksal sınırı olabilir. Son birkaç yılda Japonya'ya sığınma talebinde bulunan Türklerin çoğu da davaları reddedildi. 

Müslüman göçmenlerin ülkenin demografik yapısını değiştirmeye devam ettiği ve muhtemelen 2030 yılına kadar toplam nüfusun yaklaşık yüzde 7'sini oluşturacağı Kanada'nın aksine, Japonya'da yaşayan Müslümanların sayısının çarpıcı bir şekilde değişmesi beklenmemekte ve bu rakamın yüzde 0,2 civarında kalması tahmin edilmekte.

Bugün Japonya'da 230 bin Müslüman var, bunların 50 bini din değiştiren Japonlar. Japonya'da yaşayan Müslümanların çoğunluğu göçmen işçilerdir ve yasal prosedür nedeniyle hiçbir zaman vatandaş olmaları pek olası değil.

Göçmenleri ve mültecileri karşılama ve asimile etme konusundaki bu isteksizlik sadece Türkler ve Müslümanlarla sınırlı değil. Japonya'ya gelen göçmen sayısı bir G-7 ülkesi için inanılmaz derecede düşük. Aynı zamanda, çoğu mülteci, uyum sağlamanın ve bütünleşmenin daha kolay olduğuna inandıkları Kanada veya Avrupa'ya yerleşmeyi tercih ediyor.

Japonya'da da çok sayıda Türk ve Kürt mülteci var. Japon hükümeti çok az sayıda sığınma vakasını kabul ettiğinden bu mülteciler ciddi sorunlarla karşı karşıya kalıyor, yani bu insanların çoğu dili konuşmadıkları, çalışmalarına izin verilmediği ve belirsiz geleceklerle karşı karşıya kaldıkları bir toplumda sürekli bir belirsizlik içinde yaşıyorlar.

Japonya'daki mülteci topluluğu içinde süregelen bir diğer konu da Kürt ve Türk mülteciler arasındaki gerilimdir. 2015 yılında, bir grup Kürt'ün  Türk Büyükelçiliği önünde Kürt yanlısı bir bayrak açması üzerine Türk vatandaşları ve Kürtler arasında bir çatışma çıktı. Bu gerilimler, Türkiye ve Suriye'de Türkler ve Kürtler arasındaki etnik gerilimleri yansıtıyor, ancak Japonların çoğu muhtemelen bu gerilimlerden habersiz.

Bu durum, Japonya Dışişleri Bakanlığı'nın Türkiye ile ilişkisini önemli görmesine rağmen, sıradan Japon vatandaşlarının Ortadoğu'daki bölgesel siyasetin karmaşıklığının tam olarak farkında olmadıklarını gösteriyor olabilir.

İslam hakkında bilgi eksikliği Japonya'da yaşayan Müslümanlar için engel teşkil etmektedir. Japonya'daki gayrimüslim nüfusun çoğunluğu genellikle domuz eti ve alkolden uzak durma gibi iyi bilinen İslami doktrin uygulamalarına aşinadır. Ancak çok az insan Japonya'daki Müslüman nüfus hakkında bilgi sahibidir veya Japonya'daki Müslümanların çoğunun Türkiye'den olduğunun farkındadır. Müslümanların medya tasvirleri Hollywood tasvirlerine benzer ve olumsuz klişeleri sık sık kullanılır.

Bu nedenle Japon hükümeti, din ve halkı hakkında farkındalığı artırmayı amaçlayan bir dizi program başlatma girişim başlattı. Örneğin, 'Kono Girişimi' 2001 yılında dönemin Dışişleri Bakanı Yohei Kono tarafından tanıtıldı. Plan, Japon halkına Müslüman dünya hakkında eğitim verirken Müslüman ulus devletlerle ikili ilişkileri teşvik etmeyi ve geliştirmeyi amaçlıyordu. Ancak 11 Eylül'ün ardından Japonya'da Müslümanlara karşı bir tepki oluştu ve teröre karşı savaşta ABD ile daha yakın bir uyum sağlandı.

Japonya'nın Müslümanlar arasındaki imajı, ikinci Irak Savaşı sırasında Irak'taki önemli mevcudiyetlerinden de etkilenmiştir. Japonya'nın bir ordusu olmamasına rağmen, kısmen ABD'yi yatıştırmak amacıyla Irak’a büyük bir Birleşmiş Milletler askeri gücü gönderdiler.

Japonya, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi Orta Doğu'daki kaynak zengini ülkeler için giderek daha önemli bir stratejik müttefik haline geldi. Japon hükümeti, teknoloji ve endüstriyel mal ihracatı yoluyla kendisini bölgede dürüst bir ticaret ortağı olarak sunmaya çalışıyor.

Japonya'nın Türkiye ile jeostratejik ve diplomatik ilişkileri, enerji ihtiyaçları etrafında şekilleniyor. Türkiye, yaklaşık 150 Japon bağlantılı şirkete ev sahipliği yapıyor. Bu, Suudi Arabistan'ın ev sahipliği yaptığı sayıya yakın. Bölgedeki en büyük Japon yatırımcılardan biri, bir hücre sağlayıcısı ve teknoloji şirketi olan SoftBank'tır. 

Japonya'nın bölge genelinde tanıtımını yaptığı bir diğer endüstri, teknoloji ve güvenlik sektörleri için uydu fırlatmalarına ağırlık veren uzay programıdır. Japon şirketleri, altyapı geliştirme yatırımları açısından, Huawei gibi Batılı ve Çinli şirketlere uygun alternatifler sunuyor. 

Yıllar boyunca, Türkiye ve Japonya arasındaki ilişki her iki ekonomi için de önemli olmuştur. Ancak Japonya'daki Türkler zorlu bir savaşla karşı karşıya. Bu iki yer arasındaki uzun tarihi ilişki, Japonya'yı vatanı yapmak isteyen Türk nüfusuna destek sağlamak için bir başlangıç noktası olabilir. Aynı zamanda Japonya ve Türkiye, küresel statüleri onlara kalıcı ekonomik bağlar kurarken ABD hegemonyasına direnme alanı sağladığı için bu "olası olmayan dostluğu" sürdürmeye devam etmelidir."

Makalenin orijinali: https://newlinesmag.com/essays/turkey-and-japan-are-old-friends-can-they-foster-new-beginnings/

Öne Çıkanlar