Kayyımların gölgesinde 'Yeni Anayasa' ve 'İttifak' tartışması: Kim ne diyor? (6)

Kayyımların gölgesinde 'Yeni Anayasa' ve 'İttifak' tartışması: Kim ne diyor? (6)
Yaşam savunucularının bir bölümü önce bir hasar tespiti yapılması gerektiğini belirtirken, bir bölümü kaldırılmasına rağmen halen uygulamada olan OHAL’de ‘yeni anayasa tartışılamaz’ diyor.

Rıfat DOĞAN


ARTI GERÇEK - 31 Mart seçimlerinden sonra gündeme gelen yeni anayasa ve ittifaklar tartışması kayyım atamalarının gölgesinde kalsa da muhalefetin gündemindeki yerini koruyor.

Türkiye tarihinde muhalefetin  bitmeyen tartışmalarından biri de anayasa ve ittifaklar tartışması. AKP döneminde iki kez yapılan ancak toplumun genel beklentilerini karşılamaktan uzak olan anayasa değişiklikleri, toplumsal muhalefeti zayıflatırken iktidarın gücünü artırdı. Nitekim 16 Nisan referandumu bunun bir miladı oldu ve sonrasında rejim değişikliğine geçildi. Ancak anayasa tartışmaları bitmedi. Başka bir tartışma da 'ittifaklar' tartışması. 

Siyasi partiler ve toplumun farklı kesimleri yeni anayasa ve ittifak tartışmalarına nasıl bakıyor? Bu soruyu, hem siyasi partiler hem de sivil toplum kuruluşlarıyla konuştuk. Haber dizimizin altıncı bölümünde  yaşam savunucularının görüşlerine yer veriyoruz.

'OHAL MEVZUATI HALEN UYGULANIYORKEN ANAYASA TARTIŞMASI ANLAMLI DEĞİL'

İstanbul Kent Savunması’ndan avukat Arman Yılmaz: Cumhuriyet tarihinde iktidarın güçlü olduğu veya darbe dönemlerini dışarıda bırakırsak hep özgürlükçü ve demokratik anayasa tartışmaları olmuş ama özellikle bu dönemde OHAL'in yasal olarak kalktığı ancak halen OHAL mevzuatı uygulandığı bir dönemde anayasa tartışmasının kendisi çok kadük kalıyor, OHAL mevzuatı sistemden temizlenmeden bu tartışmanın bizi bir yere götüreceği kanaatinde değilim. Şu anda OHAL mevzuatları birebir uygulanır durumda. Bunu bir anayasa tartışmasından daha çok, anayasa neyi ifade ediyor? Anayasa, siyasal iktidarın kendisini kısıtlaması ama aynı zamanda vatandaşın da devletle uzlaştığı ana metin, bir üst metin. Bu üst metni biz dünyanın en iyi üst metni de yapsak en özgürlükçü metni de yapsak hukuk içinde davranmayan siyasal iktidar karşısında bu anayasanın hiçbir hükmü olmayacaktır. Anayasa tartışmasından çok bu mevcut yasal düzenlemeleri uygulatabiliyor muyuz, uygulanabiliyor mu, biz bu yolları etkin bir şekilde kullanabiliyor muyuz? Buna bakmamız lazım. Hakim karar vermekten korkuyor, başvurucu başına bir iş gelir mi diye çekiniyor. Tüm bunlar içinde özgürlükçü anayasayı tartışmak, bana bu tartışmadan bir sonuç çıkacak gibi görünmüyor. Çünkü öyle bir dönemde olduğumuzu düşünmüyorum. Biz ne yaparsak yapalım kendisini hukukla sınırlayan bir anlayışa sahip olmayan iktidar bunları tanımayacaktır.

'DİYARBAKIR KAYYIMINA SIRA BİZE DE GELİR DİYE DEĞİL HUKUKSUZ OLDUĞU İÇİN KARŞI ÇIKILMALI'

Örnegin İstanbul seçimi iptal edildi mi iptal edildi. Bu bugünü belirlemez. Gelecek seçimleri belirler çünkü bundan sonra her seçimde mevcutta benzer durumun olduğu her seçimde bu olabilir. YSK bir karar verdi sonuçta. Muhalefet bu darbeyi yedi. Evet birleşti, buradan daha güçlü çıktı. Ama başta yapılan hukuksuzluk halen hukuksuzluk. Bunu neden tartışamıyoruz? Sur'da insanlar yerlerinden edildi, onunla ilgili başvuruların bir sonucu var mı? Barış Akademisyenleriyle ilgili Anayasa Mahkemesi'nin kararını tanımayacağını söyleyen bir iktidar var. Kayyım Van Belediye Meclisini iptal ediyor. Bunları tartışabiliyor muyuz? Bunları yapamıyoruz ayni zamanda siyasal iktidarın yaptıkları Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası mevzuata aykırı bunu soramazken anayasa tartışması yapıyoruz. Bana kalırsa bunları yapamadan ve mücadelesini vermeden demokratik bir anayasa tartışması yapmak bana doğru gelmiyor. Bana anlamlı gelmiyor. Son olarak birleşik bir mücadele için birleşildiği zaman ne olduğunun hakkının teslim edilmesi gerekiyor ve bu kadar ayrışmış bir toplumda bizi birleştiren ortaklaşılan alanlar uzerinden bir hat kurulmalı, kısacası Diyarbakır'da kayyım atanmasına sıra bize gelir diye değil bu hukuk dışı ve demokrasi içinde kabul edilemeyecek bir karar olduğu için itiraz etmeli ve bu noktada birlikte durmalıyız.

'ÖNÜMÜZDEKİ SÜREÇTE İBB'YE KAYYIM ATANMASI OLASILIĞI VAR'

İstanbul Kent Savunması'ndan Deniz Özgür: Asgari düzeyde demokratik seçimlerin varlığını kabul etmekle tamamen reddetmek arasında sallantıdayız. Şimdi 19 Ağustos kayyım darbesiyle birlikte bu mevzu çok ayyuka çıkmış durumda. Anayasa darbesi yaşandı, rejim değişti, bir sistem oturtulmaya çalışılıyor ve bunun karşısında tüm kadüklüğüne rağmen demokratik yollarla mücadele örgütlemeye çalışılıyor ve 17 yılın en belirgin sonucu alınıyor. Sonra ona darbe yapılıyor. İkinci darbe yani seçim iptal ediliyor. O da karşılanıyor. Geldiğimiz noktada he şey yerli yerine otururken kimsenin beklemediği bir zaman diliminde kayyım darbesi yaşanıyor. Ancak bu mesele bütün Türkiye'nin meselesi olarak görülmedi. CHP böyle yaklaşmadı maalesef. HDP neredeyse tek başına uğraşıyor. Şimdi sırada İstanbul'un mimlenmesi, İmamoğlu'na dönük işaretlerin Recep Tayyip Erdoğan tarafından veriliyor olması durumu var. Dolaysıyla çok kırılgan bir momentin içindeyiz ve bu durum içinde yeni anayasa ve rejim değişikliği talebinin dile getirilmesi için bu süreçlerin nasıl karşılanacağına ilişkin bir programın olması lazım. Şu an CHP muhalefetin öncülüğünü yapıyor. Ama ben bu konuda CHP'nin herhangi bir hazırlığının olduğunu düşünmüyorum. Bunu zaten göstermiyor. Önümüzde olası bir durum var. O da İBB'ye kayyım meselesi. Buna dair dediğim gibi CHP'nin başını çektiği bir muhalefetin hazırlığının olduğunu düşünmüyorum. Zaten bu hazırlıksızlığın kendisini HDP belediyelerine atanan kayyımlar sonrasındaki tepkisizlik gösterdi. Ortada ciddi bir zafiyet var. İlk iki güne baktım CHP Gençlik Kolları'nın ve İmamoğlu'nun çıkışı umut vericiydi ama sonrasında bir adım gelmedi. Grup toplantısını Diyarbakır'da, Mardin'de, Van'da yapabilir ya da Ankara'da görünür bir sivil itaatsizlik eylemler sürecine başlayabilirlerdi. CHP'li 10 belediye sembolik olarak 10 tane belediye aracı gönderir, seçilmiş belediye başkanlarının gözetiminde orada hizmet verirdim, temel beledi işlerin devamını sağlayıp kayyımı tanımama siyasetini somutlardım. Ama bunlar yapılmadı. 'Sokağa çıkmayı doğru bulmuyorum' deyip ardından güçlü bir muhalefet sergileyemezsen lafının altı boş kalır. Yarın bir gün İBB'ye kayyım atandığında adalet yürüyüşü benzeri bir çıkış yaparsan bu sefer herkesi kucaklama şansın o kadar yüksek olmaz. Bir öncekinde kendi canın yandığında sokağa çıkmanı ferasetli muhalefet sineye çekti. Böyle bir şey tekrarlandığında sineye çekilir mi emin değilim. Dolayısıyla iktidarın çizdiği sınırlardan arınıp muhalefetin gövdesini genişletecek adımlar atılması lazım.

'YENİ ANAYASA TARTIŞMASI İLERLETİCİ BİR TARTIŞMA ZEMİNİ DEĞİL'

31 Mart'tan sonra o özgüvenle rejim değişikliği, yeni anayasa tartışması açılmak istendi ancak ben buna dair bir ön hazırlık olduğunu düşünmüyorum. Muhalefet cephesi açısından tartışılması gereken birçok mevzu var. Dolaysıyla ben bunu ilerletici bir tartışma zemini olarak görmüyorum. Elbette demokratik bir rejimden yanayız, elbette o inşa edildikten sonra demokratik bir anayasa tartışmasından yanayız. Ancak buraya gelene kadar yürünmesi gereken çok yol var. Bunlar yapılmadan yeni anayasa tartışmasının açılmasını doğru bulmuyorum.

'TÜRKİYE'DE HUKUK SİSTEMİNDEKİ TAHRİBAT TAHMİN EDİLENİN ÖTESİNDE'

Sosyal Haklar Derneği'nden Can Atalay ve Evren İşler: Bu karanlıktan çıkışta Türkiye'nin eşitlikten, özgürlükten ve adaletten yana ilkeler temelinde yeniden kurulması, bu kapsamda bir anayasal tartışmanın toplumsallaştırılması fikrine katılıyoruz. Türkiye'nin yeni bir toplumsal mutabakata ihtiyacı olduğu kuşkusuz. Sosyal Haklar Derneği olarak kendi bulunduğumuz noktadan toplumsal mutabakatın doğal varlıkların korunması, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, yeni bir kamusallığın inşası ve emeği ile geçinen yurttaşların haklarının sözde değil özde tanınması çerçevesinde katkıda bulunmak isteriz.

Ancak öncelikle bu karanlıktan Türkiye'nin yeni bir kurucu iradeye kavuşması için yapılacak anayasal ilkeler tartışmasına başlayabilmek için öncelikle üstesinden gelinmesi gereken tanım yerinde ise ön sorun olduğunu düşünüyoruz. Türkiye'de hukuk sisteminde tahribat tahmin edildiğinin çok ötesinde ve derin. Dolayısıyla Türkiye'de yeni bir anayasa tartışmasının belki de ön koşulu hukukta, haklar alanında hasar tespiti yapılması ve bu hasar tespitinin açık bir şekilde kayıt altına alınması gerekiyor. Eğer bu hasar tespitinin yanı sıra yeni anayasa tartışması bir anayasal ilkeler manzumesi ne olmalıdır sorusuna verilecek yanıtla başlamazsa karşımıza şöyle sıkıntılar çıkabilir: 'kısa anayasa' gibi neoliberal anayasacılık kavramları tekrar ve utanmadan dolaşıma sokulabilir. Bu nedenle az önce söylediğimiz şeyi tekrar etmek isteriz; Haklar alanında, hukuk alanında kapsamlı bir hasar tespiti yapılmalıdır ve yeni anayasa tartışmasının bir ön koşulu olarak anayasal ilkeler kayıtlar altına alınmalıdır. Yeni bir anayasa tartışmasının sözde değil özde haklar ve özgürlükler zemininde yapılabilmesi bu şekilde olanaklı olacaktır.

'ÖNCELİKLE BİR HASAR TESPİTİ YAPILMALI'

Mevcut anayasanın dibacesiyle yola devam edilmeyeceği kuşkusuz. Ancak hasar tespiti ve anayasal ilkeler tartışması yapılmazsa çok zor bir kulvara girileceği de açıktır. Yeni anayasa tartışmasında ilkelerle ilgili şunları kayıt altına almak isteriz; Eğitim, bilimsel, kamusal, eşit ve parasız olmalıdır devamı amayla sürmeyen bir cümleyle bu anayasa tartışmasında kayda girmelidir. Sağlık hakkının özel ellere teslim edilemeyeceği eşit, parasız ve nitelikli bir sağlık hizmetinin kamu idaresinin yükümlülüğü olduğu yine açıkça belirtilmelidir. Emeği ile geçinen yurttaşların gerek birinci  bölüşüm alanında -yani işverenle olan ilişkilerinde- gerekse ikinci bölüşüm alanında - kabaca dar anlamda sosyal haklar olarak tanımlayabileceğimiz alandaki- hakları ve hak arama yolları yine amasız-fakatsız cümlelerle anayasada kayıt altına alınmalıdır. Doğal varlıklar yani hava, su, toprak ve tüm canlılar hak öznesi olarak kayıt altına alınmalıdır. Buna ilişkin örnekler karşılaştırmalı hukukta  var. Toprak, hava, su ve bunlarla birlikte insan için birlikte 'adalet' talebinin anayasal düzeyde kaşılık bulması ekolojik kriz çağında yaşamsal bir zorunluluktur. Toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin hükümler ise Türkiye’nin yaşadığı son 20 yıllık ağır dinbaz tahribat göz önünde bulundurularak düzenlenmelidir.

'LAİKLİK OLMAZSA OLMAZ'

Öte yandan, yargının Fethullahçı çetenin daha sonrasında yürütme erkini o tarih itibariyle ele geçirilmiş siyasi kadronun ya da başkaca bir ekibin bu kadar kolay  tahakkümü altına girmemesini sağlayacak bütün normatif önlemler anayasal düzeyde ifade edilmelidir ve sonuç olarak Türkiye'de hukukun bu kadar derin bir tahribat yaşamasına neden olan soruna ilişkin Kürdü,Türkü tüm yurttaşların birlikte eşit yurttaşlık çerçevesinde yaşayabilmesinin anayasal olanakları, anayasal güvenceleri kayıt altına alınmalıdır. Bunlar önümüzdeki dönemdeki anayasal tartışmaların kuşkusuz bel kemiği niteliğinde olacaktır.

Vurgulamadan geçmeyelim laiklik sadece eğitim alanında değil devletin esasının tanımlanmasına ilişkin bir husustur. Türkiye'de kimi çevreler bu hususta ürkek ve çekinik cümleler kurdular öteden beri... Türkiye'de laiklik meselesini önemsemezseniz neler olabileceğini halen tecrübe ediyoruz. Dolaysıyla laiklik demokrasinin kurucu bir unsuru olarak ve mutlaka demokratik bir unsur olarak yeni anayasa tartışmasında baş köşede yerini almalıdır.

'SOMUT PROGRAM ÇERÇEVESİNDE HER TÜRLÜ YAN YANA GELİŞİ ZORUNLU GÖRÜRÜZ'

Sosyal Haklar Derneği bir hak mücadelesi örgütü. Kelimenin dar anlamıyla meselenin politik tarafına dair bir pozisyon almamayı bayrak göstermemeyi tercih ediyor. Fakat biz kendi bulunduğumuz alandaki tüm mücadele örgütleriyle beraber hareket etmeyi ve mücadeleyi müştereken yükseltme irademizi beş yıla yakındır kullandığımız 'sosyal haklar herkese, mücadele eden herkesle' sloganıyla ifade ediyoruz. Bu slogan aslında müşterek bir mücadele programı, ortak bir talepler manzumesi çerçevesi kapsamında herkesle beraber mücadele etme arzusunu ifade eder. Ama biz tabela asıp tabela indirmekten yana değiliz. SHD, hak mücadelesi zemininde, demokratik kitle örgütleri düzeyinde somut bir mücadele programı, somut bir talepler manzumesi çerçevesinde her türlü yan yana gelişi zorunlu görür. Bunu bir görev olarak addeder. Eğer kişisel olarak bize 'birleşik mücadele konusu' soruyorsanız; evet bir eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik ittifak bizce de zorunludur.

ANAYASA TARTIŞMASINDA EKOLOJİ HAREKETLERİ DİKKATE ALINMALI

Kuzey Ormanları Savunması’ndan şehir plancısı Ayşe Yıkıcı: Türkiye yeni bir anayasa için 16 Nisan'da referanduma gittiğinde biz 'hayır' kampanyasının örgütleyicileri arasındaydık. Başkanlık sistemine geçişinin ülkemize çok uygun olmadığını söylemiştik. Çünkü bu rejimler bizim gibi ülkelerde tek adam rejimine doğru ilerliyor. Bu tek adam rejiminin aslında İstanbul yönetiminin 25 yıldaki uygulamalarına tek adam sisteminin göstergelerini gördük. Bugün bunun sıkıntılarını yaşıyoruz. Yeni anayasa tartışmaları ya da bir anayasa değişikliği ya da sistemde yapılacak revizyon tartışmalarına da bu gözle bakıyoruz ve onay mercinin tek bir adamın elinde olmaması yönünde atılacak adımları umut verici görüyoruz. Bütün kararların altında sonuç olarak cumhurbaşkanı kararnamesi ya da cumhurbaşkanı imzası bulunuyor. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin benimsenmesi gerekiyor. Doğru demokratik koşullarda düzgün işleyebilecek yeni bir sistem önerilebilir. Ama ülkemiz henüz bunun için umut verici bir noktada değil. Yeni anayasa tartışmalarının altını doldururken buna dikkat etmek gerekiyor. Ülke koşulları, iktidar politikaları, Kürt kardeşlerimizinin taleplerinin karşılanmama hali var. Bunların hepsinin tartışılacağı, azınlıkların ve bütün Türkiye halklarının sözünü söyleyebileceği, sesinin duyulabileceği ve haklarını tam olarak verileceği bir yapılandırma içinde olmamız gerekiyor. Kuzey Ormanları Savunması tam olarak bunu yani herkesin eşit özgür ve barış içinde yaşayabileceği, bütün hakları eşit bir şekilde sahip olabildiği bir düzende yaşamayı hayal ediyor. Bunu sadece insan değil tüm canlılar adına talep ediyor. Bu kapsamda Türkiye'deki ekoloji hareketlerin de dinlenmesi, onların kaygılarının da giderileceği ve bu kaygıların anayasal güvenceye alınacağı bir tartışma ortamı gerekiyor. İnsan odaklı değil tüm canlıların olduğu bir söylem geliştirilmeli. Bu dünyada sadece biz yaşamıyoruz. Başka canlılar da var. Ekosistemin bir parçasıyız. Bütün yasal düzenlemere bu gözle bakılmalı ve bu kapsamda düzenlemeler yapılmalı. Özellikle yeni bir anayasa konusunda meclisteki çevre komisyonu aktifleştirilmeli, bizlerin söylediği politikalar güdülmeli.

'İNSANLARA ERİŞİM KANALLARINI DOĞRU BELİRLEMEMİZ LAZIM'

Birleşik mücadeleye inanan bir örgütüz. Ekoloji Birliği diye bir örgütün bileşenlerinden biriyiz. Birlikte bir şeyleri örgütlemeye çalışıyoruz. İzmir'den, Ankara'dan, Trakya'dan Eskişehir'den de herkesin içinde bulunduğu bir yapı bu. İki kez toplantısı oldu. Böyle bir hareketlenme var. Örneğin biz KOS olarak kuzey ormanları bölgesindeki neredeyse bütün yapılanmalarla iletişim içindeyiz. Erişim içinde olmadığımız çok az yapı bulunuyor. Türkiye için de bir birleşik mücadele olacağı gelişiyorsa bir demokrasi platformu kuruluyorsa bu tematik bir örgütlenme olmalı artık bundan kaçınmalıyız. İnsanlara erişim kanallarını doğru belirlememiz lazım. Mevcut yapılarda bu sıkıntı var. Birleşik mücadele diyorsak herkes kendine orada yer bulabilmeli ve sözünü söyleyebileceği bir alan bulabilmeli. Bence bizim muhalif kesimlerin birleşik bir mücadele konusunda büyük bir eksiği var. Ben demeyi bırakmak gerekiyor. Doğru bir yöntemi bulmak ve işletmek gerekiyor. Bunun için KOS yapılanmasına bakılabilir.

YARIN: Kadın örgütleri

 

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar