Kerestecioğlu'ndan Güzel savunması: İlk değil, son olmasını diliyorum

Kerestecioğlu'ndan Güzel savunması: İlk değil, son olmasını diliyorum
HDP Milletvekili Filiz Kerestecioğlu, “Semra Güzel ilk değildi. Ancak son olmasını diliyorum. Yoksa tekerrür eden tarihlerin geçici muktedirler de dâhil kimseye bir şey kazandırmaz" dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel’in iki fezlekesine dair dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin Hazırlık Komisyonu’nda bugün savunma yapıldı. HDP Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu tarafından yapılan savunma yaklaşık bir buçuk saat sürdü.

Kerestecioğlu, HDP’li Güzel’in 8 Ocak ardından hakkında başlayan linç kampanyasına dair yaptığı açıklama ile sözlerine başladı. Kerestecioğlu, Güzel’in "Kirli odaklar tarafından servis edilen kimi görüntüler ve organize trol saldırılarıyla sosyal medya ortamında yargısız infazlar yapılmaktadır. Önceki gece de şahsıma yönelik bir itibar suikastı işlenmiş, gerçeği yansıtmayan ve iktidarın kadın düşmanı politikalarının bir parçası olarak cinsiyetçi bir psikolojik operasyon yürütülmüştür. Gerçekleri anlatmadan önce ifade etmek isterim ki, bu kişi ve odaklara yönelik hukuk mücadelemi sürdürüp, yargı önünde bu odaklarla hesaplaşacağımın bilinmesini isterim" açıklamalarını hatırlattı.

İktidarında taraf olduğu 2013 yılındaki çözüm ve barış sürecine de değinen Kerestecioğlu, "Barış sürecinde silahlar susmuş, çatışmalar durmuştu. Bu süreçte taraflar arasında bir mutabakat oluşmuş, devlet yetkilileri ve çeşitli heyetler tarafından haberde bahsedilen bölgelere gidiş-gelişler yaşanmıştır. Bunların hepsi mevcut iktidarın bilgisi ve onayı çerçevesinde gerçekleşmiş, Türkiye toplumu ve kamuoyu da buna tanıklık etmiştir" dedi.

‘YARATILMAK İSTENEN ALGI YOK’

Güzel’in fotoğraflarına dair açıklamasını da anımsatan Kerestecioğlu, "Semra Güzel’in, Volkan Bora isimli kişinin sözlüsü olduğu, aralarında duygusal bir yakınlık olduğu, fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere çok açık. Yani Semra Güzel bu görüşmeyi duygusal bir bağ nedeniyle yapıyor. İkinci olarak bu görüşmeyi milletvekili olmadan önce yaptığı da kesin. Ancak günlerdir yaratılmak istenen algı şu; sanki milletvekili olduktan sonra gitmiş ve görüşmüş gibi bir algı var. Bunun doğru olmadığı da zaten resmi olarak belli çünkü Volkan Bora 2017 yılında ölmüş. Semra Güzel ise 2018 seçimlerinde Diyarbakır milletvekili olarak seçiliyor. Yani şahsın ölümünden bir yıl sonra. Kamuoyunda yaratılan manipülasyondan farklı olarak, ortada Semra Güzel’in milletvekili olarak yaptığı bir davranış, durum yok ve acilen dokunulmazlığının kaldırılmasını gerektiren, acilen yargılanmasını gerektiren bir neden de yok" diye konuştu.

‘DÖNEME BAKMAK LAZIM’

"İkinci bir nokta; Semra Güzel Harran Üniversitesi’nde okumuş ve açıklamasında da bu kişiyle üniversite yıllarında tanıştığını söylüyor. Öldürülen kişinin de orada üniversite öğrencisi olup olmadığını araştırmışsınız, hayır değil" diyen Kerestecioğlu, şöyle devam etti: "Ancak Semra Güzel de zaten bunun aksi bir şey söylemiyor. Diyor ki ‘Volkan Bora ile üniversite yıllarımda tanıştım ve bir süre arkadaş olarak görüştüm. Kendisi ile yaşadığımız duygusal yakınlık sonucunda, aileler arasında yaptığımız bir tören sonrasında sözlendik.’ Fotoğraflara bakılınca da zaten yaş itibariyle ile ikisi de çok daha gençken çekilmiş fotoğraflar olduğu anlaşılıyor. Şimdi bakalım, bir örgüt üyesinin elinde silah varken, onunla yakınlık içinde ve kamplarda bir kişinin fotoğraflarının yayınlanmış olması kamuoyunu rahatsız edebilir. Bunu anlamak mümkün. Ancak döneme bakmamız lazım ne zaman oldu bu? Bu ülkede on binlerce genç çatışmalarda yaşamını yitirdi ve sorun şu ki bu görüşme çözüm sürecinde gerçekleşmiş bir görüşme. Semra Güzel’in açıklaması da bu ve bize bunun aksini düşündürecek hiçbir bilgi yok. O dönemde neler yaşandığını ise hepimiz biliyoruz."

‘NEDEN 5 YIL BEKLEDİNİZ?’

Güzel’in maruz kaldığı linç kampanyası ve dokunulmazlık kaldırılmasına yönelik gelişen süreci de aktaran Kerestecioğlu, "İkisi de yasama dokunulmazlığını içeren fezlekeler 20 Ocak 2022’de önce karma komisyonda görüşülmüş, burada hazırlık komisyonu kurulmasına karar verilmiş ve ardından 31 Ocak’ta hazırlık komisyonu toplantısını yapsa da Semra Güzel’in sözlü savunmasını almak için süre uzatılmış ve 2 Şubat 2022 de tekrar toplanılmasına karar verilmiştir. Yani bugün, buradayız. Medya linçiyle düğmeye basılmasından itibaren 25, fezlekenin Adalet Bakanlığına sunulmasından itibaren 23 gün sonra! Şimdi insan soruyor; 2017’den, hatta belki daha öncesinden beri haberdar olunan ve hatta dosyası bile hazırlanan bir olay/durum var madem, süreci işletmek için neden 5 yıl beklediniz? Neden o zaman şimdi ettiğiniz kadar acele etmediniz, hatta Semra Güzel bu süreçte vekil seçilebildi?

Bu aceleler bize çokça çağrışım yapıyor ama bu çağrışımlar adalet arayışı, adalete ulaşma, onun tecellisini isteme arayışları filan değil maalesef" ifadelerini kullandı.

‘HERHANGİ BİR ÖRGÜTE ÜYE OLMAYAN KAÇ KİŞİ VAR?’

Kobanê Davası’nın görüldüğünü hatırlatan Kerestecioğlu, şunları söyledi: "Bir dönüyoruz bakıyoruz, 6 yıl sonra Kobani davası için düğmeye basılmış ve inanılmaz bir hızla yargılama yapılmak isteniyor, bir bakıyorsunuz kapatma davası açılmış ‘hadi ne duruyorsunuz hızlı olsanıza’ serzenişleri duyuluyor… Aranan adalet değil de sanki önceden belirlenmiş bir sonuca bir an önce ulaşma isteği ve hızı gibi görünüyor! Semra Güzel, hakkındaki iki fezlekede de örgüt üyeliğiyle suçlanıyor; Birinde sözlüsünü ziyareti ve malum fotoğraflar. Diğerinde de gizli tanık beyanıyla, sanki yasa dışıymış gibi DTK, KJA çalışmalarına katıldığı ve bu yüzden örgüt üyesi olduğu ifade ediliyor. Bu ülkede herhangi bir örgütle iltisaklı sayılmayan ne kadar insan kaldı bilemiyorum ama biraz da şu gizli tanık meselesine değinmek istiyorum.

'1900’LÜ YILLARDAN BU YANA YARGI ALANINDA CİDDİ DEĞİŞİKLİKLER OLMAMIŞ'

Ramazan bey affınıza sığınarak, bir dosyada sizinle ilgili suçlamalar var. Haberiniz yok mu? Gizli tanık varmış ama öyle diyorlar desem ne hissedersiniz? Mesela siz iktidarda olmadığınız bir zamanda yargılamalar böyle yürüse, sizi kimin neyle, ne zaman suçlayacağını bilmeden yaşamak iyi gelir mi? Bence gelmez. Buna da zaten yargılama denmez. Gizli tanıklık asla hukuka uygun bir uygulama değildir. Avukat Oya Aslan bu konudaki bir yazısına maksim Gorki’nin ünlü Ana romanından bir alıntıyla başlıyor: ‘Ana seziyordu ki, her şeyi dürüst gözlerle değerlendiren, şaşmaz bir eliyle tartan, gören ve inceleyen ve ruhları hiçbir şeye aldırmadan bütün çıplaklığıyla soyan o amansız adalet bu büyük salona girmemiştir. Gücü ve görkemiyle titreten hiçbir şey yoktu bu salonda. Kanı çekilmiş yüzler, sönük bakışlar yorgun sesler ve bir soğuk sonbahar akşamının sıkıntılı kayıtsızlığı...’ Gorki bu romanda Rusya'nın 1900'lü yıllarını anlatır. O tarihten bu yana yargı alanında ciddi değişiklikler olmamış.

GİZLİ TANIK HUKUKA UYGUN DEĞİL

Bir de çok işlevli olan, 2010 yılından beri kullanımı artan, her yargılamada kilidi açan gizli tanıklar var. Yani tanık koruma programı kapsamına alınan, kim olduklarına ilişkin soru sorulmayan, gerçeğin ortaya çıkarılmasından çok hapishanelerde tutulmak istenenler için yapılan göstermelik yargılamanın figüranları. Gizli tanıklık, istisna olarak getirilmiş sonra her dosyada kullanılan bir tanıklık biçimine dönüşmüştür. İstisna da olsa gizli tanıklık hukuka uygun bir düzenleme değildir. Çünkü C. Beccaria'nın dediği gibi ‘Zorbalığın en sağlam en güçlü kalkanı olan gizlilik silahını kuşandığı zaman, itiraftan kim kendisini koruyabilir..’(1) Hele beyanlar bir çıkara dayanıyorsa, tanığın inanılırlığı kalır mı? Elbette tanığa inanılırlığın gerçek ölçütünü yalnızca onun doğruyu söylemekteki ya da söylememekteki çıkarı belirler...

SİYASİ DAVALARDA DAHA ÇOK KARŞIMIZA ÇIKIYOR

İlk gizli tanık uygulamasını savcı Zekeriya Öz'de görmüştük. O da yasaya aykırı bir biçimde müştekiyi gizli tanık yapmıştı. Daha sonraki yıllarda siyasi davalarda karşımıza daha çok çıkar oldular. Pek çok soruşturma, gizli tanık beyanı var diyerek başlatıldı. Şimdi her siyasi davada bolca gizli tanıklara rastlarsınız. Keza aynı nitelikte olan diğer gizli tanıklar hakkında da dava açılmamıştır. Savcılığın yaptığı şey en hafif haliyle suç aklama ve görevi kötüye kullanma suçudur. Ortaya çıkan açık gerçek şudur. Savcılıklar gizli tanıklıkla birilerini suçlayıp tutuklamak için başka suçlar işliyorlar. Polis teşkilatı ile yapıldığı için bu aynı zamanda organize bir suçtur. Peki, ama neden? Çünkü gizli tanıklık bir çıkar ilişkisine dayanıyor. Gizli tanık, yargılanmama karşılığında kaynağı bilinmeyen gerçek mi, yalan mı hiçbir zaman belli olmayacak bilgilerin altına imza atıyor. İmza atıyor ve yargılanmıyor. Siyasi nedenlerle yargılanan pek çok kişinin dosyası gizli tanıklar aracılığıyla tamamlanıyor, hukuksal bir nitelik ve doğru akıl yürütmelere dayanmayan dosyalarla onlarca yıl hapishanelerde tutuluyorlar.‘Bu nedenle gizli tanıklar ile yapılan yargılamalar yargılama değildir, amaç kişilerin tutuklanması ve cezalandırılması için gerekçe yaratmaktır’ Evet, gizli tanık gerçekliğini böyle ifade ediyor Oya Aslan.

TARİHLERLE ÇÖZÜM SÜRECİNİ ANLATTI

Şimdi gelelim fotoğrafların çekildiği döneme yani çözüm süreci dönemine bir göz atalım:

Size tarih tarih bazı olayları hatırlatacağım.

16 Aralık 2012: MİT Müsteşarı Hakan Fidan İmralı Adası’na giderek Öcalan’la görüştü.

29 Aralık 2012: Başbakan Erdoğan TRT canlı yayınında İmralı’yla görüştüklerini açıkladı.

3 Ocak 2013: Ayla Akat, Altan Tan ve Ahmet Türk’ten oluşan ilk BDP heyeti İmralı’ya gitti.

10 Ocak 2013: Başbakan Erdoğan Afrika ziyareti dönüşü uçakta çekilme için Meclis’ten yasa çıkması talebini değerlendirdi: ‘Ha biz onlara neyi garanti edebiliriz. Daha önceki çıkışlarda bazı operasyonlar yapıldı. Silah bırakarak yapacakları çıkışlarda bu tür şeylere müsaade etmeyiz’

8 Şubat 2013: Erdoğan MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın İmralı’da Öcalan’la görüştüğünü açıkladı.

23 Şubat 2013: BDP heyeti (Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder, Altan Tan) İmralı’ya gitti.

28 Şubat 2013: BDP heyetinin Öcalan’la yaptığı görüşmenin tutanakları Milliyet gazetesinde yayınlandı.

19 Mart 2013: Erdoğan akil insanlar konusunda çalışma yürüttüklerini açıkladı.

21 Mart 2013: Öcalan’ın ‘Artık silahlar sussun, siyaset konuşsun’dediği deklerasyon Diyarbakır’da Newroz alanında okundu.

22 Mart 2013: MİT müsteşarı Hakan Fidan dâhil beş MİT görevlisi hakkında takipsizlik kararı verildi. 7 Şubat 2012’de Hakan Fidan ve Oslo görüşmelerinde aktif rol oynamış iki üst düzey yetkili, özel yetkili savcı tarafından ‘şüpheli’ sıfatıyla ifadeye çağrılmıştı. İddiaya göre Gülen Cemaati’nin etkisindeki savcı ve polislerin bu girişimini Erdoğan engellemişti. Bu olayın AK Parti ile Gülen Cemaati arasındaki temel kırılmalardan birini oluşturduğu iddia edildi.

3 Nisan 2013: Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç 62 kişilik Akil İnsanlar Heyeti’nin belirlendiğini açıkladı. Arınç: ‘Başbakan Erdoğan titiz bir çalışma ile bu listeyi hazırladı. Biz de bazı isimler konusunda kendilerine katkı verdik’ dedi. Ertesi gün heyet ilk toplantısını yaptı. Heyet daha sonra yedi ayrı gruba ayrılarak Türkiye’nin muhtelif bölgelerinde seyahatler ve toplantılar gerçekleştirdi. Akil İnsanlar Komisyonu Güneydoğu Heyeti 26 Haziran 2013’te raporunu kamuoyuyla paylaştı. Rapor Kürt sorununun çözümü konusunda önemli tespit ve öneriler içerdiği halde dikkate alınmadı.

3 Nisan 2013: Öcalan PKK’ye sınır dışına çıkma talimatına uyulması için mektup gönderdi.

9 Nisan 2013: 9 Nisan: TBMM’de CHP ve MHP'nin katılmadığı oylama sonucunda AKP ve BDP’nin desteğiyle kamuoyunda ‘Çözüm Süreci Komisyonu’ olarak bilinen Toplumsal Barış Yollarının Araştırılması ve Çözüm Sürecinin Değerlendirmesi Amacıyla Meclis Araştırması Komisyonu kuruldu.

14 Nisan 2013: 14 Nisan: Beşinci BDP heyeti İmralı’ya gitti. Heyette BDP Grup Başkan Vekili Pervin Buldan ve BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder yer aldı.

8 Mayıs 2013: PKK militanları kademeli olarak sınır dışına çıkmaya başladı.

21 Haziran 2013: BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, çözüm sürecinde ikinci aşamaya geçildiğini açıkladı.

12 Ağustos 2013: 12 Ağustos: PYD Eş Başkanı Salih Müslim, Türkiye’ye gelerek Dışişleri Bakanlığı ve MİT yetkilileri ile temaslarda bulundu.

30 Eylül 2013: Tayyip Erdoğan ‘demokratikleşme paketini’ açıkladı. BDP ve DTK paketin boş çıktığını ifade etti.

15 Ekim 2013: Erdoğan ‘BDP verdiği mesajlarla Adalet Bakanlığı’yla arasını açmamaya çalışsın. Yoksa böyle bir görüşmenin ipleri kopar’ dedi.

16 Kasım 2013: AKP süreçteki tıkanıklığı Barzani üzerinden gidermeye çalışarak Diyarbakır’da bir miting düzenledi. Mitinge katılan Barzani müzakere sürecine destek verdiğini açıkladı. Erdoğan da ‘Gelecek çok farklı olacak. Dağdakilerin indiğini, cezaevlerinin boşaldığını göreceğiz’ dedi.

2 Aralık 2013: TBMM’deki Çözüm Komisyonu raporunu Meclis’e sundu. Komisyon başkanı Naci Bostancı ‘çözüm sürecinin negatif bir barış sağladığı, pozitif barışa yönelmesi için bir şeyler yapmak gerektiği tespiti var’ dedi.

11 Ocak 2014: HDP heyetiyle görüşen Öcalan 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları konusunda şu değerlendirmeyi yaptı: ‘Ülkeyi bir darbe ateşiyle yeniden yangın yerine çevirmek isteyenler bizim bu ateşe benzin taşımayacağımızı bilmelidir. Her darbe teşebbüsü bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da karşısında bizi bulacaktır’

17 Ocak 2014: Öcalan’ın BDP’nin İmralı heyetiyle çektirdiği fotoğraflar kamuoyuyla paylaşıldı.

EMİNİM YETKİLİLERİNDE FOTOĞRAFLARI VARDIR

Eminim devlet yetkililerinin de fotoğrafları vardır bir yerlerde, farklı vesilelerle…

9 Mart 2014: BDP heyeti 30 Mart’taki yerel seçimlerden önce Öcalan’la son görüşmeyi yaptı. Öcalan devlet heyetiyle yaptığı görüşmelerin olumlu geçtiğini, 30 Mart seçimlerinin barış için referandum olduğunu söyledi.

26 Nisan 2014: Süreçte görev alan MİT görevlilerini korumak için çıkarıldığı söylenen Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Resmî Gazete'de yayınlandı. Kanunda ‘MİT mensupları görevlerini yerine getirirken ceza ve infaz kurumlarındaki tutuklu ve hükümlülerle önceden bilgi vermek suretiyle görüşebilir, görüşmeler yaptırabilir, görevlerinin gereği terör örgütleri dâhil olmak üzere millî güvenliği tehdit eden bütün yapılarla irtibat kurabilir’ ifadesine yer verildi.

16 Temmuz 2014: 11 Temmuz'da TBMM'den Cumhurbaşkanı onayına gönderilen çözüm süreci ile ilgili kanun 15 Temmuz'da Abdullah Gül tarafından onaylanarak ‘Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun’ adıyla Resmî Gazete'de yayınlandı.

20 Ağustos 2014: MİT Müsteşarı Hakan Fidan İmralı'ya giderek Abdullah Öcalan’la görüştü.

20 Ağustos 2014: Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay görüşmelerin artık genişleyerek Avrupa ve Kandil’e uzanmasını arzu ettiklerini söyledi.

23 Ağustos 2014: Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay'ın ‘Kandil'le direkt görüşülmesini arzu ediyorum’ açıklamasına KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık ‘Biz her zaman açığız. Bu basın yoluyla olabilir, heyetler, uluslararası kurumlar olabilir’ diyerek yanıt verdi.

27 Ağustos 2014: Ahmet Davutoğlu AKP Genel Başkanı oldu. Davutoğlu ertesi gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan başbakanlık vekâletini aldı.

27 Ağustos 2014: Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığı görevi süresince de çözüm süreciyle yakından ilgileneceğini ileri sürdü.

29 Ağustos 2014: Beşir Atalay başbakanlığa atanan Ahmet Davutoğlu’nun kabinesinde yer almazken, ‘Sri Lanka modeli’nin ilk savunucularından olduğu ileri sürülen Yalçın Akdoğan başbakan yardımcısı oldu.

29 Ağustos 2014: BDP milletvekili İdris Baluken ilerleyen günlerde çözüm sürecinde ‘müzakere’ aşamasına geçileceğini ve müzakerede varılan sonuçların yazılı anlaşma haline gelmesini istediklerini açıkladı.

15 Eylül 2014: IŞİD Kobanê’yi kuşattı.

30 Eylül 2014: Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç sürecin başarıya ulaşması için Çözüm Süreci Kurulu oluşturulacağını açıkladı.

6-12 Ekim 2014: IŞİD’in Kobanê saldırılarını ve hükümetin IŞİD’i destekler politikalarını protesto eden gösterilerde 41 kişi hayatını kaybetti. Protestoları Öcalan’ın çağrısı sonlandırdı. Öcalan çözüm süreciyle Kobanê’nin ayrılmaz bir bütün olduğunu hatırlattı.

9 Ekim 2014: Kobanê olayları devam ederken, Bingöl’deki bir saldırıda Bingöl Emniyet Müdür Yardımcısı Atıf Şahin ve komiser Hüseyin Hatipoğlu hayatını kaybetti. Olayla ilgili yayın yasağı getirildi. Saldırıdan kısa süre sonra Bingöl’ün Genç ilçesinde durdurulan bir araçta, olayın failleri olarak gösterilmeye çalışılan dört kişi polis tarafından öldürüldü. Ancak, polisleri öldüren kurşunların infaz edilen dört kişinin silahlarına ait olmadığı ortaya çıktı. HDP’nin olayla ilgili TBMM’ye sunduğu araştırma önergesi AKP tarafından reddedildi.

22 Ocak 2015: Kamuoyunda ‘İç Güvenlik Paketi’ olarak bilinen Kanun Tasarısı Meclis İçişleri Komisyonu'nda sert tartışmalar sonucunda kabul edildi.

4 Şubat 2015: İmralı Heyeti ve devlet heyeti, İmralı'da Abdullah Öcalan ile ortak görüşme gerçekleştirdi. Görüşme ortak bir masa etrafında gerçekleşti ve müzakereler için ilk önemli görüşme olarak kabul edildi.

28 Şubat 2015: 9 Şubat ve sonrasında Abdullah Öcalan ile iki kez de Kandil ile görüşen İmralı Heyeti Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ve devlet heyeti yetkilileri ile Dolmabahçe Sarayı'nda ortak açıklama yaptı. Açıklamada 10 madde açıklandı. Görüşme Kürt sorununun çözümünde tarihi bir eşik olarak nitelendirildi.

Yani 2015 ve süreç hala devam ediyor. Ancak sonra masa devriliyor ve sonrasında olanları da biliyorsunuz zaten..

5 Nisan 2015: İmralı Heyeti, PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüştü. Görüşmede, Öcalan müzakerelere geçiş için İzleme Kurulu'nun kurulmasının şart olduğunu belirterek, bir dahaki ziyarette İzleme Kurulu olmadan gelinmemesini istedi. O görüşmeden sonra İmralı Heyeti'nin bir daha adaya gitmesine izin verilmedi.

7 Haziran 2015: HDP, yüzde 10’luk seçim barajını yüzde 13 oy alarak geçti ve parlamentoya 80 milletvekili soktu, AKP ise tek başına iktidar olabilecek çoğunluğa ulaşamadı.

20 Temmuz 2015: Kobanê’yle dayanışmak üzere Suriye sınırında bulunan Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde bir araya gelen bir grup sosyalist gence IŞİD tarafından canlı bomba saldırısı gerçekleştirildi. 34 kişi hayatını kaybetti, 100 kişi yaralandı.

23 Temmuz 2015: Urfa’nın Ceylanpınar ilçesinde iki polis memuru evlerinde katledildi. 7 Haziran’dan sonra AKP tek başına iktidar olamadığı ve koalisyon hükümeti kurulamadığı için Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun başında bulunduğu geçici hükümet, bu saldırıyı PKK’nin gerçekleştirdiğini söylese de, zanlı olarak yakalanıp tutuklananların olayla ilgisi olmadığı daha sonra ortaya çıktı; dördü tutuklu dokuz kişi 1 Mart 2018’de tahliye edildi. Sözde süreci bitiren olay olarak nitelendirilen bu olay ve dava da böylece kapandı.

10 Ekim 2015: 1 Kasım seçimlerinden 20 gün önce, çatışmaların sonlanması ve barış talebiyle Ankara’da düzenlenen yürüyüşe IŞİD eliyle yapılan saldırıda 101 kişi hayatını kaybetti.

28 Kasım 2015: Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi Diyarbakır'da katledildi. Elçi'nin katledilmesine her kesimden tepki yağdı.

Süreç bu acı olaylara kadar böyle işledi ve çözüm sürecinin atmosferinde Kandile/ Habura giden onlarca gazeteci vardı: PKK’nin silahlarını yurtdışına çıkaracağını açıkladığı basın toplantısına Anadolu Ajansı muhabiri dâhil çok ünlü gazeteciler katılmıştı. Ve Karayılanla yaptıkları söyleşinin haberleri gazetecilik başarısı olarak kutlanmıştı.

Kandil röportajları yandaş gazetelerde de yayınlandı. Türkiye gazetesinde 23 Kasım 2009’da Murat Karayılan, 16 Haziran 2010’da ise Mustafa Karasu ile yapılan röportajlar yayımlanmıştı. Sabah gazetesinin 2 Ekim 2010 tarihli sayısında ise Karayılan’ın Kandil’de yaptığı açıklama gazetenin muhabiri tarafından izlenip haberleştirildi. Kandil röportajlarına Vatan gazetesi (1 Şubat 2013’de başlayan yazı dizisi) ve Milliyet de (26 Haziran 2011) rahatlıkla yer veriyordu. Türk basınının önemli isimlerinin yaptığı Öcalan röportajları da hala arşivlerde duruyor.

ÇÖZÜM SÜRECİ SUÇSA HERKES İÇİN SUÇTUR

Erdoğan’ın ta 2009’da söylediği sözlerdi bunlar ve neredeyse 2015’e kadar Türkiye’de barış isteyen insanların umudu vardı. Evet, bütün bu süreci hafızalarımızda tazeledikten sonra, bu süreçte sade bir vatandaş, bir kamu görevlisi, doktor olan Semra Güzel’in sözlüsünü görmeye gitmesi tuhaf mıydı? Yasak mıydı? Yanlış mıydı? Hayır değildi. Meclis’te şiddete karşı komisyonda da birlikte çalışarak yakından tanıdığım ve inanılmaz bir iç disipline sahip, çalışkan bir vekilin bütün hayatı karartılmak isteniyor. Kendilerini özel yasalarla güvenceye alanlar, sırf o ve onun gibiler güvencesiz olduğu için özel bir dönemin suç olmayan davranışları nedeniyle linç ediliyor, hırpalanıyorlar. Evet, bu ciddi bir haksızlık ve kimsenin bunu yapmaya hakkı yok! Hatırlıyor musunuz, ne kadar mesleğinin kurallarına da bağlı olduğunu; kürsüde konuşurken tek bir kez bile maskesini çıkarmayan tek vekil Semra Güzeldir. Her işini büyük bir disiplinle yaparken, 8 yıl önce sevdiği ve ayrı düştüğü birine ulaşmaya çalıştı, sonra onunla fotoğraf çektirdi diye başına bunların geleceğini asla hayal edemezdi sanırım. Devlet ve yönetenler vatandaşına tuzak kurmamalı. Çözüm süreci eğer bir suçsa herkes için suçtur ki bizce değildi.

LEYLA ZANA HATIRLATMASI

Bir tarih daha vereyim yakın geçmişten 17 Kasım 2015: Yemin töreni sırasında HDP Ağrı Milletvekili Leyla Zana, yemin metnindeki ‘Türk milleti’ yerine ‘Türkiye milleti’ ifadesini kullandığı için yemini geçersiz sayıldı. Leyla Zana, adını her andığımda burnumun direği sızlar! Leyla Zana 3 Mayıs 1961’de Diyarbakır’ın Silvan ilçesine bağlı, 8 hanelik Bahçe mezrasında dünyaya geldi. Gelelim 91’deki yemine ‘Derken sıra Leyla Zana’ya geldi. Hali-tavrı ürkek bir güvercini andırsa da; kürsüye çıkarken kendisine öfke kusan erkek yığınına aldırış etmeden, aksanlı Türkçesiyle yemini okuyup bitirdi. Ama hemen sonra, bu sahte itaat gösterisini yerle bir edecek ‘radikal’ bir son söz söylemekten geri durmadı. O sözün ‘radikalliği’ içeriğinden değil, sadece söylenmiş olmasındandı: ‘Min ew sonde ji bo gelê Kurd û gelê Tirk xwend.’ (Bu yemini Kürt ve Türk halkı için okudum)  Ne olurdu Leyla Zana bu yemini Türk ve Kürt halkı için okumuş olsaydı! Dünya mı yanardı! Ne olurdu herkes bu sekiz hanelik mezradan çıkıp, yürüdüğü yolları dimdik yürüyen Kürt kadınını Mecliste alkışlayıp, bağrına bassaydı! Ne olurdu biliyor musunuz; Türkiye bugün bambaşka bir ülke olurdu.

SİYASETE DARBE YAPILDIĞI BİR KEZ DAHA TESCİL EDİLDİ

HDP 7 Haziran 2015’te, yani Leyla Zana’nın ilk yemininden tam 31 yıl sonra, parlamentoya 80 milletvekili olarak geldi. Dokuz yılı aşkın süre cezaevinde kalan Zana, Dicle, Doğan ve Sadak'ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) yaptığı başvurudan sonra da Türkiye, toplam 140 bin dolar manevi tazminat ödemeye mahkûm edilmişti. Ve dün yine bir AİHM Kararı açıklandı. Daha önce benim ve Selehattin Demirtaş’ın davasında pilot dava olarak verdiği kararı mahkeme tüm dokunulmazlık dosyaları için verdi dün. Yani bir kez daha demokratik siyasete darbe yapıldığı, Orhan Doğanlar, Leyla Zana’lardan 30 yıl sonra tekrar tescil edildi! İyi mi oldu? Bunu mu hak ediyor bu ülke yurttaşları ve Kürtler?

NE OLURDU GÜLTAN KIŞANAK BAŞTACI OLSAYDI?

Ne olurdu Gültan Kışanak 12 Eylül darbesinde yaşadığı işkencelerden sonra artık bu ülkenin baş tacı bir belediye başkanı olsaydı. Diyarbakır’ı baskı ve zulümle değil Hevsel bahçeleri, Sur mahallesiyle, Ahmet Arif’le ansaydık. Ne olurdu Aysel Tuğluk bu ülkenin Nezihe Muhittin, Behice Boran gibi kadın parti kurucu ya da başkanından sonra ilk eşbaşkan kadın olarak eller üzerinde tutulsaydı. Öncekilerin de el üstünde tutulmadığını da bilsek de olamaz mıydı bu kez. Sadece kendine değil, annesine de yapılan zulüm ve demans hastalığıyla değil, daha çok kadına örnek gösterilerek, deneyim aktararak yaşasaydı! Günaha mı girerdiniz! Bu ülke şu andakinden daha mı kötü bir halde olurdu?

DEP HATIRLATMASI

Kürt siyasetine ilk yasal darbede tarihi gün: 2 Mart 1994’tü. Ki bir ölçüde değinmeye çalıştım. Sonra 2000’li Yıllarda Kürt siyasetine ve muhalefete yasal darbeler devam etti. 2007 Genel Seçimlerine anti-demokratik yüzde 10 barajına karşı ‘Bin Umut Adayları’ olarak bağımsız adaylarla girme kararı alınarak TBMM’de grup kuracak vekil sayısına ulaşıldı. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin neredeyse düzenlediği her etkinlik suç unsuru sayılarak Anayasa Mahkemesi tarafından hakkında kapatılma davası açıldı ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar verdi. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar verildi. Böylece Kürt Sorunu ve demokrasi meselesini parlamento zeminine taşıma arayışları bir kez daha vesayet duvarına çarpmış, yargı vesayetin aracı haline gelmişti.

SONRA SIRA BİZE GELDİ

Sonra sıra bizlerin dönemine geldi. 20 Mayıs 2016’da Meclis’te kabul edilen teklif 24 Mayıs günü Cumhurbaşkanlığına gönderildi. Cumhurbaşkanı tarafından dokunulmazlık teklifini onaylaması sonrası Resmi Gazetede yayımlanmasıyla birlikte hakkında fezleke bulunan HDP milletvekilleri yargı kıskancına alındı. HDP’li milletvekilleri hakkında hazırlanan fezlekeler siyasi çalışmalar, fikir beyanları ve demokratik protesto hakkının kullanımı şeklinde iken muhalefette durum farklıydı. Hakkında en fazla fezleke düzenlenen isim olan dönemin Antep Milletvekili Şamil Tayyar’ın 10 ayrı fezleke dosyası bulunuyordu. ‘Kamu görevlisine basın yoluyla hakaret ve iftira’ hakkındaki fezlekeler için en çok gösterilen gerekçe olarak, ‘yargı görevini etkileme’ ve ‘gizliliği ihlal’ gibi gerekçelerle de Tayyar hakkında fezlekeler hazırlanmıştı. AKP'liler hakkında en çok ‘görevi kötüye kullanmak’ gerekçesiyle fezleke düzenlenmişti. Dönemin Manisa Milletvekili İsmail Aydın, İstanbul Milletvekili ve dönemin Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Bitlis Milletvekili Vedat Demiröz, Adana Milletvekili Necdet Ünüvar, Bayburt Milletvekili ve o günlerde Maliye Bakanı olan Naci Ağbal, Milli Savunma Bakanı ve Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz, İstanbul Milletvekili Hüseyin Bürge, Sivas Milletvekili Hilmi Bilgin ve İstanbul Milletvekili Erol Kaya gibi AKP'li milletvekillerinin tümünün ‘görevi kötüye kullanmak’ gerekçesiyle fezlekesi bulunuyordu. İstanbul Milletvekili Metin Külünk hakkında ise ‘yaralama’ ve ‘teşekkül halinde gümrük kaçakçılığı’ gerekçesiyle iki ayrı fezleke vardı.

HDP’liler hakkında ardı ardına ifadeye çağrılma tebligatları gelirken, dokunulmazlıkları kaldırılan diğer milletvekillerinin yargılamasına dair tek bir gelişme yaşanmıyordu. Sadece 12 Temmuz günü MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’nın ‘halkı alenen tahrik’ suçlamasıyla açtığı soruşturma kapsamında talimatla ifade vermek üzere Ankara Adliyesi’ne gitti. Göstermelik ifade verme girişimleri neticesinde Bahçeli’nin ‘halkı alenen tahrik’ ve ‘cumhurbaşkanına hakaret’ suçlamalarına ilişkin yargılama süreçlerinin üzeri örtüldü. Oysa 20 Mayıs 2016’daki anayasa değişikliği sonrasında HDP eski Grup Başkanvekili ve Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım hakkında, sadece ‘padişah bozuntusu’ sözü nedeniyle ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ suçlamasıyla 14 ay hapis cezası verildi ve milletvekilliği düşürüldü.

4 Kasım 2016 tarihinde başlayan ‘yasal darbe’ operasyonlar, darbe mekaniğine dönüşerek günümüze kadar sürdü. Son olarak size bizlerle alakası olmayan bir davadan savunmalar okuyarak bitirmek istiyorum: Tanıyacak mısınız merak ediyorum. AKP’nin Kapatma Davası ve Davaya Yönelik Savunması; ‘Dayatmacı, dışlayıcı ve ayrıştırıcı bir siyasi anlayışa karşı, demokratik ve laik bir hukuk devleti olan Cumhuriyetin değer ve niteliklerini birleştirici ortak paydalarımız olarak siyasi rekabetin üzerinde tutmaya çalışan bir partiyi, Cumhuriyetin niteliklerine aykırı bir oluşum olarak göstermeye çalışmak ciddi bir paradoksu yansıtmaktadır. Cumhuriyetimizin insan hakları, demokrasi, laiklik ve hukukun üstünlüğü gibi değerlerini koruyup geliştirmeye çalışan bir siyasi partinin demokrasiye aykırı bir siyasi projesinin olduğunu iddia etmek anlaşılabilir bir durum değildir. Bu davayla ülkemiz ve milletimiz zarar görmektedir. Siyasi ve ekonomik istikrarın tahrip edilmesi ülkenin ve halkın fakirleşmesi, kaybetmesi demektir. Türkiye’ye onlarca yıl kaybettirmeye kimsenin hakkı olmamalıdır. İddianamenin hukuki ve siyasi anlamda hiçbir meşruiyetinin de olmadığına inanıyoruz.’"

AKP’NİN SÖZLERİNİ HATIRLATTI

Kerestecioğlu, savunmasının son kısmında da AKP’nin kapatma davasına dair verdiği demeçlerden pasajlar okuyarak, sözlerini şöyle noktaladı: "Bunlar sizin partinizin, Ak Parti’nin kapatılma sürecinde, 30.4.2008 tarihinde Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan imzalı olarak Anayasa Mahkemesi’ne sunduğu ön savunmada özellikle demokrasi-hukuk-özgürlükler eksenli dikkat çekici savunma ibareleri! Evet, size gelince AİHM kararları da örnek verilebilirmiş, özgürlükler de savunulabilirmiş demek ki. Neden tüm ülke ve tüm partiler için geçerli olmasın bunlar?

ÇÖZÜM BU DEĞİL

Sizler bu ülkede savaş yok terör var diyebilirsiniz; her yıl İçişleri bakanının 160 terörist kaldı, şimdi 150’ye indi, 170’e çıktı vb. gibi inandırıcılıktan uzak söylemlerine prim vermeye devam edebilirsiniz ancak gerçeklik bundan uzak! Silaha, çatışmaya bu kadar uzak ve bireysel silahsızlanma için dahi kanun teklifleri vermiş bir insan, bir milletvekili olarak, ülkede sorunun bu kadarcık olmasını ve hemen çözülebilmesini canı gönülden isterdim ancak dediğim ve kendi meşrebimce anlatmaya çalıştığım gibi sorun bu değil, çözüm de bu değil.

GÜZEL İLK DEĞİLDİ, SON OLMASINI DİLİYORUM

12 Eylül askeri darbe rejimini ve o rejimin Diyarbakır cezaevindeki işkencelerini, inkâr ve asimilasyon politikalarını eleştirenler, bugün o rejimi kendilerince mahkûm etmiş olanlar, acaba bugün 20 yıllık ve özellikle çözüm sürecinin sona ermesinden sonra Kürtlere, muhaliflere, onların seçilmişlerine yaptıklarının nasıl anılacağını düşünüyorlar! Ben bunu tarihin yargısına ve sayfalarına bırakıyorum… Semra Güzel ilk değildi. Ancak son olmasını ve sadece yaşadıklarıyla kalmasını, dokunulmazlığının kaldırılmamasını diliyorum. Yoksa tekerrür eden tarihlerin geçici muktedirler de dâhil kimseye bir şey kazandırmayacağını, aşikâr olarak bu ülkede hep birlikte yaşıyoruz ve görüyoruz. Herkesin rövanşlarının son bulması ve özgür, demokratik bir ülke özlemiyle saygılarımı sunuyorum."

SON SÖZ TBMM GENEL KURULU'NDA

TBMM Hazırlık Komisyonu Başkanı Ramazan Can, HDP Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel'in dokunulmazlığının kaldırılması hakkında hazırlanan iki ayrı Cumhurbaşkanlığı tezkeresi konusundaki kararı yarın açıklayacaklarını bildirdi

TBMM Anayasa-Adalet Karma Komisyonu, Hazırlık Komisyonu’nun raporuna göre Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmayacağı yönündeki kararını verecek. Karma Komisyon’un dokunulmazlığın kaldırılması yönünde karar alması halinde Semra Güzel ile ilgili son sözü TBMM Genel Kurulu söyleyecek. Genel Kurul’da yapılacak oylamada dokunulmazlığın kaldırılması kararı çıkması halinde Semra Güzel ile ilgili iki ayrı dosyadan yargı süreci başlayacak.

Öne Çıkanlar