KESK Eş Başkanı Mehmet Bozgeyik: AKP+MHP bloğuna karşı demokrasi ittifakı oluşturmalıyız

KESK Eş Başkanı Mehmet Bozgeyik: AKP+MHP bloğuna karşı demokrasi ittifakı oluşturmalıyız
Herkesle temel sorunlarımızın çözümü için yan yana gelebiliriz.

Artı Gerçek’in Türkiye’nin krizine Sol’un bakışı tartışmasına katılan KESK Eş Başkanı Mehmet Bozgeyik de çözümün demokratik ittifakta olduğunu vurguladı.

Bozgeyik’in sorularımıza verdiği cevaplar şöyle:

Bizim açımızdan Türkiye’nin içerisinde bulunduğu durumu dünyada kapitalizmin yaratmış olduğu krizlerden bağımsız değerlendirmediğimizi ifade etmek istiyorum. Bugün açısından Dünyada ortaya çıkan bu kriz uzun süredir Kapitalist sistemin uygulamakta olan Neo-liberal politikaların yaratmış olduğu başta patriyarkal sistemin ekonomik,siyasal,ekolojik vb  çoklu krizi ortaya çıkardığını ifade edebiliriz. 

Kapitalizm içerisine girdiği bu krizi kapitalist sistemin inşa süreçlerinden günümüze emperyal yayılmacı, sömürge politikaları hayata geçirme aracına dönüştürerek güvenlikçi, savaş politikalarını hayata geçirme, bölgesel hegemonik güçler arasındaki hegemonik alan yaratarak lokal anlamda etnik, mezhepsel çatışmaları yaygınlaştıran bölgesel savaşları tetikleyerek kendi krizini aşmaya dönük politikaları hayata geçirerek Kapitalizmi yeniden restore etmeye çalışmaktadır. 

Bu güvenlikçi, yayılmacı emperyalist politikalar nedeniyle de tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de giderek daha fazla otoriterleşen, emperyalist hedefleri olan bir rejimle  karşı karşıyayız. Bu politikalar sonucunda tüm dünyada çok yoğun bir yoksullaşma, gelir bölüşümünde adaletsizlikler yaşanmaktadır. Son on yedi aydır tüm dünyada yaşanan pandemi krizide bir kez daha bize kapitalist sistemin ekolojik tahribatlarla yaratmış olduğu bölgesel çatışmalarla sürekli bir hastalık, kriz ürettiğini göstermiştir. 

Ayrıca bizim gibi demokrasinin kurumsallaşamadığı ülkelerde de yüzyıllardır çözülemeyen sorunların ortaya çıkarmış olduğu özgün krizlerle de karşı karşıyayız. 

Bunların en önemlilerinden birisi de bugün bölgesel bir sorun haline gelen Kürt sorununun demokratik ve halkların eşit bir arada yaşamına dayalı çözüm politikalarının tercih edilmeyerek sürekli devletin baskı ve zor aygıtlarınca uygulanan şiddet politikaları tercih edilerek sorunun bugüne kadar çözülememiş olmasından kaynaklı hukuksuzluklar, baskılardır.

Ayrıca demokratik siyasetin engellenmesi yerel yönetimler üzerindeki baskı ve kayyım politikalarının yaratmış olduğu özgün geçmişten bugüne çözülemeyen sorunların yaratmış olduğu ve iktidarların bunun üzerinden geliştirdikleri nefret dilinin, ötekileştirmenin, ırkçı ve faşist saldırıların giderek ülkeyi daha kaotik durumlara itecek uygulamaların yaygınlaşmış olmasıdır. 

15 Temmuz darbe girişimi ve ardından bunu fırsata çevirerek ülkeyi beş yıldır OHAL Rejimi ile yöneterek iktidarını uzatmaya çalışan bir durumla da karşı karşıyayız.

MUHALEFETTE ATALET VAR

Türkiye’de gibi tüm toplumsal muhalif kesimlerin içerisine girdiği bir atalet durumu var. Bu durumdan emek hareketleri de etkilenmiş durumda. Özellikle AKP+MHP iktidar bloğu döneminde emekçilere dönük geliştirilen saldırılar var. Baskı politikaları ve uzun süredir uygulanan neo liberal politikalar sonucu giderek artan güvencesiz, istihdam politikaları ve emek örgütlerine dönük baskı sendikal mücadeleye katılımda bir zayıflamaya neden olmuştur. 

Türkiye’de bugün açısından resmi verilere baktığımızda işçi sendikaları açısından örgütlülük düzeyinin %12 civarında bunlara içerisinde de toplu sözleşme yapma oranının ise %7 civarında olduğunu ifade edebiliriz. Kamu emekçileri açısından üyelik bakımından yüzde altmışlara varan bir üyelikten söz etsek de bunun örgütlü mücadeleye yansımasının düşük olduğunu ifade etmek gerekiyor. 

İktidarın ve sermaye örgütlerinin işçi ve emekçiler üzerindeki baskısı, özelleştirmeler ve özel sektörde yaygın yaşanan işten çıkarma uygulamaları, iktidarın sendikal örgütlenmeler üzerindeki baskıları, grev hakkı önündeki engellemeler mücadeleye katılımlar açısından bir zayıflamaya neden olmuştur. 

Kamu alanında ise memur-emekçi kimliği arasında kalma, orta sınıf özelliği ve ağırlıklı olarak sarı (iktidar güdümünde) sendikaların tutumu da mücadelenin gerilemesine neden olmuştur. DİSK, KESK ve diğer konfederasyonlara bağlı kimi işkollarının ise tüm bu olumsuz dışsal nedenler ve dönemsel olarak da kendi içlerinde yaşamış oldukları kimi sorunlar olsa da emekçilerin örgütlenme ve mücadelenin ilerletilmesinde belirli bir çabalarının da olduğunu belirtmek gerekmektedir. 

Pandemi döneminde emekçilerin artan sorunlarının çözülmesine bu baskı politikalarına dönük bir mücadele çabasından ve eylem selliklerden de söz etmek gerekiyor. 

ŞU ANKİ TABLO KARANLIK AMA

Bir avuç azınlık dışında kimsenin güvencesi kalmamıştır. Kapitalist sistem en barbar vahşi dönemini yaşıyor dersek yanılmış olmayız. Örgütlü tek bir birey dahi bırakmamak, toplumsal olanı dağıtmak dönemin ruhu haline gelmiş durumdadır. Böylesi bir sürece sendikaların yüzyıllık bürokratik, sınıfa dayanmayan yapılarıyla ve daha çok da fordist üretim biçimine göre şekillenmiş yapılarıyla cevap olamayacakları açıktır ki zaten olamamaktadırlar. 

Geleneksel sendikal anlayışlar, dar sendikal haklar ve ücret sendikacılığından kurtulamamaktadır. Bu anlamda işçi sınıfının yaşamış olduğu sömürü ve yoksulluk, işsizlerin yaşamış oldukları örgütsüzlük ve bu sistemden zarar gören tüm kesimlerin bu kapitalist sömürü sistemine karşı yürüteceği ortak örgütlenme ve mücadele sorunların aşılmasına, örgütlenmelerin ve mücadelelerin gelişmesine katkı sunacaktır. Bizlerin örgütlenme alanları işyerleridir. Oradan uzaklaşan, emekçilere, kendine yabancılaşan anlayışlardan kurtulduğumuzda sorunlar kısmen aşılacaktır.

Emek örgütleri açısından birlikte hareket etme zeminleri bugün açısından daha fazla ihtiyaç haline gelmiştir. Sorun emek örgütlerinin yönetsel mekanizmalarının işleyişinden kaynaklı olduğunu ifade edebiliriz. Kapitalist sistem sömürü ve baskı politikalarını en acımasız şekilde yürütebilmesi için sendikaları etkisizleştirme süreçlerinin iktidarlar aracılığı ile hayata geçirmeye çalışırlar. 

Bugün işçilerin, emekçilerin yaşamış oldukları yoksulluk, açlık sınırının altında asgari ücretle çalışma, işsizlik ve güvencesizlik sorunları ortak olmasına rağmen buna karşı ortak bir mücadele geliştirme noktasında yan yana gelememenin mücadeleye olumsuz etkileri var. 

Ülkemizin farklı sorunlarına ilişkin (Kürt sorunu, demokratikleşme, özgürlükler, kadın sorunu vb.) katı tutumlar yaklaşımlar bir kırılma oluşturmaktadır. Tüm bunlara rağmen temel sorun alanlarında  emekten, demokrasiden, barıştan yana tutum alma noktasında esas olan aşağıdan yukarıya bu ortaklaşmaları yaratacak iradelerin açığa çıakrılması,yerel emek örgütlerinin geliştirecekleri değişik formlarla bir araya gelişler ve mücadeleler merkezi yapılardaki bu geriye çeken tutumları değiştirerek birleşik bir mücadelenin geliştirilmesini güçlendirtecektir. 

Türkiye’de hem işçiler açısından hem de kamu emekçileri açısından son 40-50 yıllık mücadele süreçleri açısından önemli direniş odakları ve günler var. İşçiler açısından 15-16 Haziran direnişi, Grev ve Lokavt Kanunu'nda değişiklik yapılması için yasaya karşı işçilerin başlattığı ve sınıf mücadelesine önemli oranda yol gösteren bir eylemlilik süreci olmuştur. Yine TÖS’ün 5 Şubat 1969’da Ankara’da yapılan Büyük Öğretmen Yürüyüşü, Cumhuriyet tarihinde, emek örgütlerince o güne kadar düzenlenmiş yürüyüşlerin en görkemlisidir. 

Benzer direniş eylemleri TÖB-DER süreçlerinde yaşanmış daha sonra KESK kuruluş süreçlerinde de yüzbinleri bulan eylemler hayata geçirilmiş, Kamuda kapı kulu zihniyetinden kurtulmanın ve örgütlemenin gelişmesine katkı sunmuştur. Bu dönemler açısından güçlü eylemliliklerin yapılmasının nedenlerinin başında o dönemlerde dünyada ve Türkiye’de gelişen toplumsal mücadele dinamikleri, sol sosyalist örgütlerin sosyalizm mücadelesi, sendikal mücadele içerisinde yürüttükleri ilişki ve örgütlenme çalışmalarının etkisi olarak ifade edebiliriz. 

Bugün açısından daha fazla işsizlik, baskı, işten çıkarmalar, emekçilerin yüzlerce yıllık kazanımlarına dönük saldırılar ortadayken kitlesel eylemliliklerin yapılamamasının nedenlerinden birisi de politik yapıların örgütsel anlamda yaşadıkları dağınıklık, zayıflık ve ideolojik anlamda inançsızlıktan kaynaklı olduğunu, bir umutsuzluk halinin kadrolara sirayet ettiği ifade edebilir. 

SOL İŞÇİ SINIFINA DAYANIR

Genel anlamda sol hareketlerin 12 Eylül öncesi işçi sınıfı içerisinde örgütlülük düzeyini karşılaştırdığımızda çok geri bir durumla karşı karşıya olduğumuzu ifade edebilirim. Sağcı ve gerici iktidarların geliştirmiş oldukları ideolojik saldırı ve kurdukları hegemonya toplumlarda da daha fazla sağcılaşma, gericileşme ve şovenizminde etkisiyle örgütlenme zeminlerimizi zayıflatmıştır. Reel sosyalizmin yaşadığı yenilgi ile de sol hareketlerde ideolojik anlamda bir toparlanamama dağınıklık, 12 Eylül sonrası faşizan yönelimler ve baskılar nedeniyle kazanılmış birçok alanı terk edilmesi, yoksul emekçi halk içerisinden uzaklaşma, varoşlardan çekilme, elitleşme işçi sınıfı ile olan bağları zayıflatmıştır.

Bu süreçlerde yine muhalif sol sendikaların, DKÖ’lerinin, derneklerin  kapatılması işçi sınıfı içerisinde örgütlülüğü olumsuz derecede etkilemiştir. Bu açıdan sendikalarda sağcılaşma, iktidarın yedeğine düşme, iktidar ve sermayenin desteği ile örgütlenme artmıştır. 

Bugün sendikalarda sol kesimlerin üst yönetimlerde bir yer alma durumları kimi sendikalarda olsa da genelde sınıf içerisinde, işyerlerinde çok gelişkin bir örgütlenmeden söz etmemiz mümkün değildir.

Sorunun dışsal anlamda nedenleri arasında otoriter baskıcı rejimlerin özgürlüklere, örgütlenmelere yönelik, emekçilere sol sosyalist kesimlere yönelik baskı, şiddet politikaları bir neden olarak belirtilebilinir. 

Bugün açısından dünyada ve Türkiye’de tüm muhalif kesimlere, işçilere, kadınlara, gençlere yönelik çok yoğun baskı var. Türkiye’de yeni rejimle birlikte inşa edilmeye çalışılan tek adam rejimi demokratik haklara, emekçilerin kazanımlarına, bir arada yaşama dönük çok yoğun saldırı yürütüyor. Beş yıldır yaşanan bu OHAL süreci de açık bir faşizm olarak devam ediyor. Anayasasızlık hali oluşmuş durumda. 

Demokratik siyaset yürütmek isteyen kesimler, Kürtlere, Alevilere yani ötekilere dönük bir siyasal kırım, Kayyım süreci yaşanıyor. Ülkede ortaya çıkan ekonomik, siyasi ekolojik yani çoklu krizi yönetememe durumu nedeniyle her geçen gün baskıyı artıran nefret söylemlerini geliştiren içte ve dışta düşman yaratma söylemleri ile kendi tabanlarını konsolide etmeye çalışan bir durumla karşı karşıyayız. 

Biz emekçilerin ise en temel çalışma hakları KHK’ler aracılığı ile ortadan kaldırıldı. Çalışma hakkı başta olmak üzere, düşünme ve ifade etme üzerinde baskılar artmaktadır. Sendikal örgütlenme üzerinde çok yoğun baskı ve ayrımcı politikalar var. AKP+MHP nin oluşturduğu bu iktidar bloğuna karşı demokratik bir ülke inşa etme, baskıcı otoriter bu yeni rejime karşı ortak bir demokrasi ittifakı oluşturma biz emekçiler açısından da önemlidir. 

Demokrasi güçlerinin bu konuda bir adım atarak bu tutumu geliştirmeleri ve toplum karşısına yeni bir toplumsal sözleşme vurgusu ile emekçilerin, halkların güvenini kazanacak pratik adım atmaları elzemdir. Geçtiğimiz yerel seçimlerdeki durumu aşan belirsizlik ve güvensizlikleri aşarak yol yürüyen ve somut hedefleri olan bir çalışma önemli olacaktır.

Aslında ülkenin bu durumdan çıkış yolu olarak birleşik ortak bir mücadeleyi hep öneriyoruz. Sorunlarımız belli, Ekonomik, demokratik sorunlarımız var. İnsan Yaşamak istiyoruz. Adil, eşitlikçi bir ülkede yaşamak istiyoruz. Kimsenin kimliğinden, inancından dolayı dışlanmadığı bir dünya tahayyülümüz var. Demokrasi, barış istiyoruz. Bölge halkları ile barışık olmaktan yanayız. 

Herkesle temel sorunlarımızın çözümü için yan yana gelebiliriz. Bu süreçlerden sonrada ortak bir eylemsellikle toplumsal kesimleri de içine alan geniş birliklerle sorunlarımızı çözeceğimize inanıyoruz.

 

Öne Çıkanlar