Kimsem kalmamıştı artık uzağımda

Zaten ben bu ülkede ne yaşadıysam onu uzun yıllar öncesinden hissetmiş gibi yaşardım.

Hava güneşliydi, ama ılık bir kan gibi yağıyordu yağmur yine de...
İki büklüm olmuştuk, başımızın üzerinde incecik, bembeyaz ve yorgun bir tülbent vardı…

Kimdin sen, annem miydin, sevgilim mi, o an tanıştığım birimiydin, yoksa hepsi birden mi, bilmiyordum.
Bildiğim, hava güneşliydi, iki büklüm olmuştuk, başımızın üzerinde
bembeyaz, sevinçli bir tülbent vardı ve bize amansızca vuruyorlardı.
Yüzünde anlamlı bir korku ve çok sevdiğim bir koku vardı... Çünkü bize vurdukça onlar, gerçek kokumuz çıkıyordu ortaya ve bu koku bizi birbirimize daha çok bağlıyordu…

Hava güneşliydi, ılık bir kan gibi yağıyordu yağmur ve amansızca vuruyorlardı bize.
Bense bu anı çok uzun yıllar öncesinden hatırlar gibiydim.

Zaten ben bu ülkede ne yaşadıysam onu uzun yıllar öncesinden hissetmiş gibi yaşardım.
Ne yaşadıysam çok uzak yerlerden görür gibi yaşardım.
Bana benzemeyenlere yakında buralardan gideceğimi kanıtlamakla geçmişti ömrüm…

Hava güneşliydi, ama ılık bir kan gibi yağıyordu yağmur yine de...
Ve onlar vurdukça bize alışkanlıklarımız çözülüyordu böylelikle.
Küçümsediğimiz yollar açılıyordu önümüzde.

Çiçeklerin dudaklarındaki sıcak rüya korkularımızı dolduruyordu...
Çünkü saf hiçbir şey yoktu bu dünyada.

Kötülükler bile terkederken bir kalbi geride buruk bir üşüme bırakıyordu.
Zulüm bile saf değildi, bize vuranlar yitirdikleri masala vuruyorlardı aslında...
Hiç bilmedikleri sırlara, hissetmekten korktukları sevgilerine…

İnsan ancak kendi cesedine bu kadar acımasız olurdu, ve biz onların hiç yaşamadıkları masallarda, hiç bilmedikleri sırlarıyla ve hissetmekten korktukları
sevgileriyle birlikte ölmüş cesetleriydik aslında…

Çünkü saf hiçbir şey yoktu bu dünyada...
Bir ara yüzüne baktım, acıya dayanamayacak gibiydin, aşk gibiydin, saf bir güzellik gibiydin, olmayacak bir şeydin.

Sonra geçti, gülmeye başladın, bana mutluluklar, sonsuz mutluluklar diledin, sonra gözlerimden öptün, şükür dedin, şükür bu hayat bizim değil, bizim değil bu dünya…

Bizim değil bu sınırları kayıp cesetlerle dolu ülke...
Bize vuranlara hiçbir borcumuz yoktu artık, çünkü ancak zulüm altındakiler barışabilirdi cesetleriyle.

Kimdin sen, annem mi, sevgilim mi, o an tanıştığım biri mi, yoksa hepsi birden mi, bilmiyordum…

Önce kendimle kucaklaştım, sonra senle, çünkü kendini hiç bulamayan, kayıp insanların eseriydi bu ülke, bu dünya, bu sınırları kayıp cesetlerle dolu hayat...
Dışındaydık artık cam fanusun ve başındaydık henüz fanusun içindeyken küçümsediğimiz yolların…

Kimsem kalmamıştı artık uzağımda.
Kimsem kalmamıştı artık kendisine benzemeyenlere bir gün mutlaka buralardan çıkıp gideceğini kanıtlamaya çalışan…

Senden başka kimsem kalmamıştı...
Çünkü zulme borçluyduk bizi birbirimize bağlayan gerçek kokumuzu...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cezmi Ersoz Arşivi