'Matematik formunun üzerine bu duygu dolu, duygulanım yaratan aksiyonları yerleştirdik'

Pandemi nedeniyle seyirciyle yüz yüze olamayan ve çevrim içi yapılan gösterimler, çeşitli sebeplerle, şimdiye kadar ulaşamadıkları seyircilere ulaşma şansı da demek aynı zamanda.

İKSV’nin düzenlediği 24. İstanbul Tiyatro Festivali başladı. Bu sene yeni işleri ‘Andan Daha Kısa’ ile çevrim içi festival programında olan Taldans’ın kurucuları, Çağdaş Dans ve Performans Sanatçıları Filiz Sızanlı ve Mustafa Kaplan’la hem yeni işleri üzerine konuştuk hem de 1996’da İstanbul Büyükşehir Tiyatroları Tiyatro Araştırma Labaratuvarında(TAL) buluştukları andan beri devam eden birlikteliklerine kısaca bakma şansımız oldu. Çağdaş dansın ‘piyasa’ ya da ‘sektör’ olamadığı ülkemizde, bu sanatları sürdürmekte kararlı olan ve maalesef ki yurt içinden daha çok yurt dışında alan ve destek bulan bu iki kadim dostumla sohbet etmek her zaman için büyük bir keyif…  Şimdi pandemi koşulları nedeniyle canlı seyredemediğimiz bu iki özgün sanatçıyı, daha uzun yıllar sahnelerde göreceğimizden hiç şüphem yok. Ve elbette pandemi nedeniyle seyirciyle yüz yüze olamayan ve çevrim içi yapılan gösterimler, çeşitli sebeplerle, şimdiye kadar ulaşamadıkları seyircilere ulaşma şansı da demek aynı zamanda. Seyredeni çok, alkışı bol, yolları açık olsun… İyi okumalar ve iyi Pazar’lar dilerim.

Bir süreden beri yeni işiniz ‘Andan Daha Kısa’ için çalışıyordunuz bildiğim kadarıyla. Festivalde online gösterim yapacağını öğrendiğiniz andan itibaren neler oldu? İşin o ana kadar olan süreci ve online için hazırlanması süreci nasıldı?

Mustafa- Biz bu oyun üzerine çalışmaya başlayalı yaklaşık bir buçuk sene oldu ve esasında sahne için düşünmüştük yani online bir proje olarak yola çıkmadık. Çalışma süreci,  Filiz Eskişehir’de, ben İstanbul’da yaşadığımız için o kadar hızlı da gelişmedi. Bir araya gelmeler zaman alıyor çünkü. Fakat bir şansımız vardı; yurtdışına gidiş gelişleri biraz sık yapmıştık geçen sene. Geçtiğimiz sene Julie Nioche ile ortak bir çalışmanın içindeydik. Dolayısıyla yurtdışında bir araya geldiğimiz için Filiz'le çalışma imkanını oralarda yakalıyorduk. Fransa’daki misafir sanatçı programlarında  hazır bir araya gelmişken, ‘Hadi bu projeyi de çalışalım’ diyorduk. Bu projenin ön sunumunu 2019 Haziran ayında, Paris’te Maison des Métallos kurumunun misafir sanatçı programında yapmıştık. Tabii ondan sonra çok yol katettik. Çünkü çok daha fazla sorular ve imkanlar ortaya çıktı. Pandemiden önce New York’da başka bir misafir sanatçı programına davet edildik, ‘Yeni işinizi gelin çalışın’ dediler. Biz de orada hem yeni işimizi çalıştık hem de repertuvar oyunumuz ‘Dolap’ı oynamış olduk. Ondan sonra birkaç Eskişehir ve İstanbul buluşması oldu, sonra da pandemi araya girdi ve biz uzun süre ara vermek zorunda kaldık. Aslında belki biraz daha erken bitirme şansı ve direkt sahnede gösterme imkanı olabilirdi. Pandemi döneminde de ara ara internet üzerinden buluştuk, konuştuk. İşte de epey yol almıştık, bunu bırakmak olmaz, bir şekilde bir gösterimi olsun diyerek İstanbul Tiyatro Festivali ile konuştuk. Festival yönetimi henüz Kasım ayında festivali yapıp yapmayacaklarını bilmiyorlardı çünkü gösterimler erteleniyordu. Sonunda ‘Festivali yapabiliriz’ dediler ve ‘Sizin işinizi de değerlendirmeye alırız’ diyerek kabul ettiler, bize ‘gösteriyi sahne üzerinde canlı yapma imkanı olmazsa online olarak göstereceğiz, böyle bir şeye açık olur musunuz?’ diye sordular, biz de ‘Evet’ dedik. Pandemi olmasına rağmen festivale yönelik çalışmaya başladık tekrardan. Ağustos ayında Şirince köyündeki Tiyatro Medresesi’nde çalıştık. Kısacası baştan online gösterim için yapılmış bir iş değil bu. Sahneye yönelik yapılmış bir iş. Festival yönetimi, ’Önce bunu 3D kamera sistemi ile çekeriz ve seyirci seyrederken 360 derece görerek seyredebilir’ dedi, birlikte projeyi yaptığımız ses tasarımcısı arkadaşlar binaural teknik kullanmak istediler. Bütün bunlar bizim hiç denemediğimiz, bilmediğimiz yeni teknikler; bizim için bir deneyim olabilir, neden olmasın, güzel olabilirdi, heyecanlandık ve devam ettik. Fakat bütün bu süreçte provaları oyunu sahnede sergilemek üzere devam ettirdik.

Filiz- İKSV ile olan yazışmalar devam ederken İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin açtığı destek fonuna başvurduk. Şehir tiyatrolarının kendi sahnelerinde bir gösterim ve bütçe imkanı sağlıyorlardı. Bizim proje ekibimiz kalabalık olduğu için bu kısıtlı bütçe ile projeyi çalışabildik. Eseri ilk orada canlı olarak ve seyircili oynama şansımız oldu. Yoksa  seyirciyle buluşamamış olacaktı iş. O gösterimden iki hafta sonra da festivalin çevrim içi gösterileri için çekimimizi yaptık. Geçen sene çalışmaya başladığımızda gösteriyi canlı oynarız diye hayal etmiştik. Öyle olmayacağını anlayınca Mustafa’yla beş altı ay hiç bir araya gelemedik. Hiç prova yapamadık. İlk buluştuğumuz gün çok güzeldi çünkü yıllar sonra yeniden karşılaşıyor ve dansa yeniden başlıyor gibiydik. Bu anlamda projenin nefes aldığı ve kırıldığı bir alan oldu. Yeniden çalışmaya başlayınca  daha çok doğaçlama yapalım ve kendimizi serbest bırakalım diye karar aldık. Dijital paylaşımdan hala emin değiliz. Seyirci ne duyacak, ne görecek tam bilemiyorum. Kamera için perform etmek bizim için farklı bir deneyime dönüştü.

Mustafa- İşin doğrusu, biz canlı sergilemek isterdik, bu bir ihtiyaçtan ortaya çıktı. Pandemi döneminde bir sürü şeyde olduğu gibi. Online eğitim, online gösteriler, online  buluşmalar… Festival için de bizim için de bir deneyim olacağı kesin, onlar da heyecanla nasıl olacak diye bekliyorlar. Seyircide bir karşılığı olacak mı merak ediyoruz? Seyirciye oynarken karşılıklı bir duygulanım oluyor, sahne üzerindeyken seyirci ile ilişki içerisinde oyun oynuyor oluyorsun. Burada seyirci yok, kameralar var, ses düzenekleri var, bütün etrafın teknolojik aletlerle çevriliyken kuru bir oyun oynuyor oluyorsun ister istemez çünkü defalarca kesip başladığın bir iş oluyor… Tabii bir kayıt ve video çalışması için olması gereken bu. Bu yanıyla bizim için biraz zor oldu fakat bir yandan da bir deneyim oldu. Koreograf olarak biz işimizi seyircinin gözüne göre tasarlıyoruz. Video yönetmeni farklı açılara kameralar koyup çekmek istiyor, kendi dillerine tercüme ediyorlar, sonuçta bir orta yol ve ortaklık buluyoruz. Önümüzdeki dönemde, gösteri sanatlarında dijital ortama yönelik sanat üretimlerini göreceğiz. Kameraya göre tasarlanan gösteri projeleri çıkacaktır. Sanatçıyla seyircinin internet üzerinden buluşmalarına dair farklı farklı işler çıkacaktır mutlaka. Bizim yaptığımız iş tam böyle değil, bizim işimiz sahne için yapılan bir işin dökümantasyonu gibi oldu.

Filiz- Şunu da eklemek gerek; biz sadece Mustafa ve Filiz değiliz bu işte. Ses tasarımı konusunda bize katılan Sair Sinan Kestelli, Enis Gümüş ve Gökhan Deneç’in projeye büyük desteği ve yönlendirmeleri oldu .Proje bu birliktelikten ortaya çıktı. Çünkü Serializm, müzikte bir ekol. Önce skor olarak Schoenberg’in bestelediği bir eseri kullanıyorduk sonra Enis’in bestelerini kullanmaya başladık. Hareket kadar sesin de ortada olduğu bir proje olmasını düşündük ve öyle tasarladık. Bu ses ve müzik birlikteliği de işin önemli bir kısmı oldu.

Mustafa- Bütün bu süreçte, ışık tasarımında Utku Kara, Taldans Prodüksiyonda Fırat  Kuşçu  da bizimleydi tabii ki.

Peki bu kayıt edilme hali geçmişe dönük işlerinizin kaydının alınıp arşivlenebilmesinin de yolunu açar mı sizce?

Filiz- Evet biz de onu düşündük, ‘şimdiye kadar bütün işlerin videolarını böyle çekebilseymişiz çok iyi olurmuş’ diye. Çünkü bizim bütün işlerin bütçesi olsa da olmasa da video kayıtları çok iyi olamadı. En son "Do ku man" adlı işimizin Aşkın Elibol’un çektiği iyi bir videosu oldu ama ondan önceki videolar belgenin dışında bir şey değil. Hareket ve dans nasıl kayda alınır bizim için de yeni bir alan. Başta bize söyledikleri gibi 3D, siber gözlüklerle çekebiliriz dediklerinde çok heyecanlandık tabii ama sonra teknik imkanlardan dolayı vazgeçildi.

Mustafa- O çekimlerden vazgeçilme nedeni teknik alt yapının bunu karşılayamaması. Festival öyle yapmak istedi ama galiba Biletix’in alt yapısı karşılamıyormuş o yüzden yapılamadı ama belki bahsettiğin gibi bizim videoyla bu türden bir deneyimimiz özellikle geçmiş işlerimizi arşivleme, belgeleme konusunda işe yarayabilir.

Aslında online’nın olanaklarını da fazlasıyla yaşadık. Çünkü uçağa atlayıp bir yere gitmedik. Dünyanın neresinde olursa bir derse, seminere katılabiliyorsun, bir müzeyi gezebiliyorsun. Tamam kayıplarımız oldu ama kazançlarımız da var.

Biraz işinizden bahsedelim mi? İşinizin adı ‘Andan Daha Kısa’ ve Serializm ile ilgili bir içerik oluşturdunuz. Serializmden başlayalım mı? Müzikle uğraşan biri değilseniz pek de duyma şansınız yok gibi sanki serializm hakkında bir şey.

Filiz- İsminden başlayalım önce. Biz "Less Than No Time" koyduk oyunun adını. Oyunda kullandığımız bir metinde geçiyor  "eat her less than no time"olarak. Bir skor, notasyon. Bir önceki projemiz ‘Güneşin Zaptı’, Fütürist opera üzerine bir işti. Bu projede birlikte çalıştığımız, Sair Sinan Kestelli, ‘Siz notasyonlarla bu kadar ilgilisiniz, Serializm ile ilgili bir şey yapsanıza’ dedi. Öyle başlamış olduk. Nedir, sistem nasıl çalışıyor… 12/12’lik bir matriks var ve 12 tonun üzerine beste yapılıyor, biz de onu nasıl etüt ederiz, koreografik bir dil, bir metin üzerinden bunu nasıl araştırabiliriz diye düşündük. Aslında bütün hepsi linear bir şeyin kırılması ve parçalanması üzerine. Schoenberg’in ‘Klavierstück, Op. 33a ve 33b’ adlı eserlerini alıp oradaki yazılımı başka bir diziye aktardık ama bu tabii ki kendi aramızda da çok konuştuğumuz bir şey; ‘Çok katı bir yapısı olan bu eserin içinde nasıl doğaçlama yapabiliriz, nasıl serbest olabiliriz’ diye. Çünkü bir araya geldiğimizde yıllardır yaptığımız aynı hareketler çıkabiliyor bir yerlerden. Sonra diyoruz ki; ‘Daha serbest bırakalım, daha rahat bırakalım, bu kalıp nereye gidebilir? Bizi zorlayan ya da heyecan uyandıran tarafı buydu. Bütün oyunu önce İngilizce oynadık sonra İstanbul Şehir Tiyatroları için oynayacağımız kesinleşince Mustafa dedi ki, "zaten kavramsal bir iş, seyredeni daha çok zorlamayalım Türkçeleştirelim". Başlığın karşılığı da ‘Andan Daha Kısa’ oldu.

Mustafa-  Bizim Serializm’in ne olduğu hakkında bir fikrimiz yoktu daha önceden. Bizim işlerimizdeki motivasyonlarımızdan bir tanesi de bir iş yaparken öğrenmek. Yeni bir şeyden ne öğreniriz, ne keşfedebiliriz diye bakıyoruz. Serializmi bilmiyor olmamıza rağmen en başından bir ilişki kurabildik, bize tanıdık geldi bir yandan çünkü biz de serilerle çok uğraştık. Sinan bahsettikten sonra çok ilginç bulduk, tanımak öğrenmek isteriz dedik. İşin içine girince çok büyük bir dünya olduğunu da gördük. Serializm üzerine yeni duyum ve yazıları toplamaya devam ediyoruz halen. 1920’lerde Viyana’da yaşayan besteci Schoenberg ortaya çıkarıyor. O dönemin sanat ve düşün dünyasından da etkileniliyor. 8’lik notasyonu 12’ye çıkartıyor ve başka bir sistem oluşturuyor. 1’den 12’ye kadar bir dizi oluşturuyorlar, diziyi bir  matriks’e, bir şablona oturtuyorlar sonra bu dizi üzerinden belli kuralları takip ederek çok ince matematiksel tasarımla bir müzik ortaya çıkarılmış oluyor.

Sonrasında gelen eleştiriler de var; bu kadar matematik ve bu kadar sıkı kurallarla ortaya çıkmış bir müzik o kadar duygusal bir etki yaratmıyor. Hatta bir eleştiri de şöyle çıkıyor ‘notaların mükemmel matematiksel uyumu mu yoksa kulak zevki mi sizin için önemli’. Bu sistemde takip ettiği bir merkez yok, merkezler var. Takip edilen bir melodi ya da duygu yok. Yani onları kıran bir şey var, dolayısıyla takip etmek, anlam üretmek biraz zor oluyor. Ama bir sürü farklı disiplini de etkiliyor, minimal müzik, elektronik müzik. Serializm, sadece müzikle sınırlı kalmıyor ve bir düşünme biçimine de yataklık etmiş oluyor.

Filiz- Aslında Serializm üzerine bir iş değil yaptığımız, onu bir metodoloji olarak kullandık. Serial müzik üzerine bir koreografi yapmaktansa bu yapıyı biz harekette neye dönüştürebiliriz ya da hareketteki karşılığı ne olabilir diye baktık. Müzikteki 12 tondan farklı olarak harekette 12’lik skor içinde neye 1 ya da 12 diyoruz. Bunun için bir referans noktası gerekiyor yani o aksın içinde bunları neye göre sıralandırıyoruz. Harekette bir merkezi referans noktası olarak ele alırsak mesela bir kalemi 10 cm’den yere bırakıyorum bu 1 ise 20 cm’den yere bıraktığıma 2 diyebiliyorum gibi… Buna örnekle her masalın içinde bir akış vardır. Biz bu akışı parçalara bölüp bunların içindeki kelimelerin getirdiği sıralamayı değiştirdik. Böylece birbiriyle ayrışan, kopan, merkezleşmeyen, dağılan, yeni anlamlar üreten bir metin ortaya çıktı. Bu metinde aslında doğaçlama olarak aksiyon komutları bizim önceden bilmediğimiz, yaparken reaksiyon verdiğimiz bir hareket dizgesine dönüştü. O yüzden de bir aciliyet içeriyor. ‘Andan Daha Kısa’  başlığı bu aciliyeti anlatan bir başlık. Her duruma yönelik doğaçlama kısmı ortaya çıkıyor ve biz bunu daha ne kadar açık bırakabileceğimizi araştırıyoruz. Oyunda kullandığımız sandalyeler, havlular ve ipler var ve bu objeler de skorun bir parçası. Eserin matematiksel yazılımında bizim skora verdiğimiz anlık tepki işin koreografisini oluşturuyor. Devamı da buna benzer ilişkiler üzerinden yürüyor. Biz hem bu 12’lik matriksin içinde kalıp hem de anlık tepkiler ortaya koyuyoruz.

Mustafa- Biz diğer işlerimizde serileri, dizileri ve skoru kendimiz yazıyorduk.  Kontrol ettiğimiz ve yönlendirdiğimiz kendi skorumuz içerisinde bir beden vardı. Burada bizim dışımızda yazılı bir skor var. Schönberg’in skorunu takip etmeye çalışıyoruz, skor bizim dışımızda olduğu için bedenimize serbestlik alanı tanısın istedik. O skorun içerisinde doğaçlamalar yapabilelim istedik. Serialist metodu takip ederken merkezin kaybolması, birkaç merkezin oluşması takibi zorlaştırıyor, seyirci açısından anlaşılmayı da zorlaştırıyor. Yine de birçok imge oluşturuyor. Seninle bugün sohbet edeceğimizi bildiğim için üzerine biraz daha düşündüm ve şunu fark ettim; biz bu işi tarif ederken sadece serializme bağlı kalmıyoruz, biraz da duyguyla, matematiğin ilişkisi nedir ya da doğanın matematiği nedir gibi kendimizce sorular ilave etmeye çalıştık. Burada bir matematik serisi kullanıyoruz, matematik serisinin o duygulanımı azaltan bir etkisi var. Fakat kullandığımız masalın imgeleri inanılmaz duygusal. Masalın imgeleri bir matematik formunun üzerinde belli bir duyguyu nasıl ve neye taşıyor? Aksiyonlar da esasında öyle, yüzde olan çığlık ifadesi var, yere düşmeler var, koşmalar var… Bunların hepsi bir aciliyet içeren ve duygu taşıyan aksiyonlar. Ve bunları matematikle buluşturmuş olduk aslında. Matematik formunun üzerine bu duygu dolu, duygulanım yaratan aksiyonları yerleştirdik, işin aynı zamanda katı matematik serilerinin karşısında bir tavrı da olsun istedik.

Sizin güçlü bir çerçeveniz varmış, belki müzikte taşıyıcı ana bir öge oluşmamış belki ama masal öyle değil. Peki neden Kırmızı Başlıklı Kız?

Filiz- Uluslararası ve herkesin bildiği bir masal. Biz aslında yıllardır doğaçlama yaptığımız her durumda ‘Kırmızı Başlıklı Kız’ hep bir gelip gidiyordu ve bu projede ortaya çıktı.

Masal doğası gereği yıllar içerisinde süzüle süzüle bir paragrafa iniyor

Mustafa- Bir tiyatro metni mi alsaydık? diye düşündük; Beckett’ın bir oyunu mesela. Ama takibi daha da zorlaştıracağını fark ettik. Masal doğası gereği yıllar içerisinde süzüle süzüle bir paragrafa iniyor ve onu 12’ye bölmek daha kolay.

Filiz- O dönemle ilgili Enis’in söyledikleri, ‘Avrupa’nın durumu, 2. Dünya Savaşı öncesi döneminin karanlık ve ağır halini müziğin içinde hissedebiliyorsun’ şeklindeydi. Bizim işimizi izleyenlerin ne hissedeceklerini tam bilemiyorum ama bir ironinin yanında ciddiyeti ve ağırlığı da var.

Mustafa- Bana kalırsa henüz bitmiş bir işi sergiliyor değiliz. Bitmemiş bir iş. Biz bir son, bir final yaptık ama gidebildiğin kadar gidersin. Doğurgan bir yapısı var aslında. Bu haliyle bizim için ara bir gösterim gibi olacak. İleride belki üzerine biraz daha devam ederiz.

Sizin birlikteliğinize gelmek istiyorum yavaş yavaş. Nasıl bir araya geldiniz, ilk işleriniz neler oldu? Senelerdir oynadığınız işleriniz var, bu bence büyük bir başarı.

Filiz- Mustafa ile ilk düetimiz ‘Transforma(c)tion’, 1997’de benim dansa ilk başladığım sene yaptık. O da çok uzun sene oynadığımız, koreografisini Mustafa’nın yaptığı 13 dakikalık bir işti. En son Canan Yücel Pekiçten ve Melih Kıraç oynadılar. Çıplak Ayaklar Kumpanyası ile destek gecesine Melih ve Canan bizim adımıza katıldılar. Biz de ilk defa kendi düetimizi başkalarına öğrettik. ‘Dolap’ oyunu da ‘Uyumlama  işinin bir parçasıydı. Dulcinea’nın alt tarafındaki galeri mekanında sergilemiştik. Geçen sene bu zamanlarda ‘Dolap’ ile turne yaptık. Önce NY Empac’de (New Media and Art Center) ve ardından hep Anadolu’da yapmak istediğimiz turneyi Macaristan ve Sırbistan’daki farklı şehirleri dolaşarak yaptık.

Mustafa- Başlangıcımızı kısaca anlatmak isterim, sen de bir parçasısın Aytül, TAL (İBŞT Tiyatro AraştırmaLaboratuvarı)’de çalışmalar yapıyorduk. Ve o çalışmaların içerisinde küçük koreografi denemeleri yapıyorduk. Bunların içerisinden bir tanesi Gurur (Ertem) ile yaptığımız ‘İçbükey’di, bir diğeri  ‘Transforma(c)tion’dı. Aslında o ilk işler bizim hareket ediş tavrımızı, koreografi yapış biçimimizi belirleyen işlerdi. Esasında serileri ilk o işlerde kullanmaya başlamıştık. Bugün bahsettiğimiz o matematiksel tasarımlar, o işlerde de vardı. O işlerde de aciliyet vardı. Bir risk durumunda bir şeyi kurtarmak gibi, bir şey gelirken kaçmak gibi gerilim anları o işlerde de vardı. Hem bir matematik tasarım hem bir aciliyet gerektiren durumlar başka bir zaman diliminde de yapılsa aynı duyguyu yaratabiliyor seyircide. Transform(a)ction da Dolap da ne zaman oynasak seyirciyle ilişkisini hiç eksilmeden kurabilen işler oldu. Bir tarafıyla bir tasarım evet ama öte taraftan o zamanlar kullandığımız enerji dramaturjisi diye bir kavram vardı, kararlı beden kararsız denge gibi tanımlamalarımız vardı. Ayla ve Beklan Algan’ın kullandığı terminolojiydi bunlar. Bir dinamik getiriyordu yapıya. 15 sene öncede o enerjinin akışını takip ediyorduk bugün de aynı akışı takip ediyoruz. Çünkü esas olan o enerjinin takibiydi. Bedenin otantik olarak yaptığı hareket ve tavırları koreografilerimize almayı da önemsiyorduk ve uzun süre böyle devam ettik. Ama yurtdışına gidip geldikçe oralarda kurduğumuz işbirlikleri ve disiplinlerarası olma hali o otantik olma halimizi etkiledi elbette. Bunun zenginliği de var aslında ama işbirliklerinin ardından o otantik olma halini sorgulamaya yada onun dışına çıkmaya da başlıyorsun. Dolap’ın o otantik olma hali oldukça baskındı ve o yüzden de Ayla Algan’nın deyimiyle bu onu biricik kıldı ve Dolap kendi haliyle, kendi kimliğiyle dolaşabildi yıllardır. Bizim şu an yürüttüğümüz dans çalışmaları dışında başka profesyonel bir işimiz yok ama 90’larda üniversiteden mezun olduğumuz mimarlık ve mühendislik eğitimi koreografilerimizi çok etkiledi. Bir işi inşa ederken bu disiplinlerden gelen bakışımızla birbirimize yakın duruyorduk zaten. Tal’de olmamız da işlerimiz için tiyatro ve dramaturji ile ilgili alanları açtı. Filiz’in yurtdışında okuması ve orada kurduğu ilişkiler, işlerimizin otantik bulunması ve yurtdışından davetler alması, destekler almamız da birlikte çalışmayı devam ettirdi. Bir de iki kişi olmamızın bir avantajı vardı. Bu alanda iş yapıp Türkiye’de hayatını sadece bu iş üzerinden sürdürmek zor gerçekten de ama iki kişi birlikte olup birbirimize destek olduk. Tabii ki gönül ister ki Türkiye’de dans sanatı alanı ile ilgili bir sektör olsun, piyasası olsun. Bir yerlerden para bulalım ve kalabalık gruplar olarak çalışalım, yurtiçinde dışında turneler yapalım. Sen de biliyorsun burada çıkmadı böyle bir imkan, böyle bir piyasa yok.

Filiz- Bütçe konusu çok sıkıntılı. Ödenekli tiyatro değilsin, devlete ya da belediyeye bağlı değilsin, proje desteği de olmadığı için çalıştığımız kişilerle bunu sürdürmek bizim için çok acılı oluyor. Yurtdışında yaptığımız çalışmalarda uluslararası standartlarda çalışma imkanını buluyoruz ama Türkiye’de eş dost ile çalışmalarımızı sürdürebiliyoruz. Bu da çok iyi hissettiren bir şey değil.

Son bir soru olarak şunu sormak isterim; Dans-Performans alanının 2000’lerin başında eriştiği hareketlilik Sizce şimdilerde neden yok?

Mustafa- 2000’lerdeki gösteri sanatlarının dinamiğini anlamak için 90’lara bakmak gerekiyor bence… Gösteri sanatları içerisinden bakarak o yıllardan benim hatırladıklarım, İstanbul Sanat Merkezi’ndeki etkinlikler, Assos Gösteri Sanatları Festivali, DAGS Performans Günleri etkinlikleri, Şehir Tiyatroları - TAL Stüdyo gösterileri, Sanat galerilerinin mekanlarını dans ve performansa açmaları, çok daha uzun bir geçmişi olan İstanbul Tiyatro Festivali ve elbette bağımsız tiyatrolardaki hareketlilikler  2000’li yılları etkilemiştir, 2000’lerde ÇGSG girişimi ve etkinlikleri, Çatı Stüdyosu’nda olan atölyeler ve stüdyo gösterileri, Garaj İstanbul sahnesinin kurulması, dansı da içine alan çağdaş gösteriler için bir merkez haline gelmesi, ilk defa dans ağırlıklı bir programı olan ve dünyadaki genç alternatif sanatçıları takip etme fırsatı bulduğumuz İdans festivali, Galata Perform etrafında oluşan Görünürlük Festivali, unuttuklarım ve benim bilmediklerim de olabilir bütün bu saydıklarımın dışında…bütün bu hareketlilik ağırlıklı olarak Beyoğlu çevresinde gerçekleşmekteydi ve 2010 yılına kadar heyecan verici bir yükseliş oldu. Maalesef İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti çalışmaları bekleneni karşılamadı, bir hayal kırıklığı oldu da denebilir, geriye kalıcı bir mekan bırakamadı… Avrupa ve Türkiye’deki ekonomik kriz, Avrupa ile gidiş gelişleri azalttı, arkasından gelen Gezi direnişi, bir sürü sanatçının kendini sokakta ifade ettiği, dayanışmanın, performansın, şiirin sokakta olduğu, dolu dolu yaşanan bir süreç oldu. Gezi direnişinin ve o yoğunluğun bazı sanatçılarda bir süre için tekrar stüdyolarına girip iş üretmelerini etkilediğini, azalttığını düşünüyorum. Devamında Garaj İstanbul el değiştirdi, eski program yapılamaz oldu, Idans festivali bitti, Beyoğlu’ndaki  bazı tiyatrolar ve sinemalar kapandı, AKM bir türlü açılamadı. Buluşma mekanları azaldı, dolayısıyla dayanışmalar ve etkileşim azaldı, bunlar iş üretimlerini etkiledi elbette. Dans sanatının görünürlüğü, bilinirliği çok az, projelere destek bulmak çok zor, sadece seyirci desteğiyle iş üretmek mümkün değil maalesef.

Taldans
Filiz Sızanlı / Mustafa Kaplan

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi