'Mesih’i boşuna beklemeyin ama Marks döndü' mü acaba?

'Mesih’i boşuna beklemeyin ama Marks döndü' mü acaba?
'Oyun, Genco Erkal adına açılmış bir YouTube kanalından ücretsiz izlenmesi için yayınlandı.'

A. HALÛK ÜNAL


ARTI GERÇEK- Bu kez sizi uyarmalıyım; günlerce düşünülmüş, kurulmuş, hatta bazen birkaç taslaktan sonra takdirinize sunulmuş yazılardan olmayacak bu.

Yazıyı, örnek tarihçi, düşünür ve eylem insanı Howard Zinn’in kaleme aldığı, Özüm Özülgen’in güzel Türkçesinden, Sevgili Genco Erkal’ın 2008 yılında yönettiği ve oynadığı, tek kişilik "Marks’ın Dönüşü" (Marx in Soho A Play On History) adlı oyun az önce YouTube’da ücretsiz izlemeye açılınca, yazmaya sıvandım.

Evet, oyun bugün, Genco Erkal adına açılmış bir YouTube kanalından ücretsiz izlenmesi için yayınlandı. Kendime bir kahve alıp, sosyal medyaya bir göz atayım dediğimde gözüme ilişti.

Şu sıralar pek merak sardığım heyecan verici bir tema çerçevesindeki okumalarıma, oyuna bir göz atıp, devam etmek niyetindeyken, Genco abinin o güzelim performansına ve oyunun epeyce başarılı tekstine kapılıp, sonuna kadar izledim. Şimdi de sizler haberdar olun diye yazıyorum, sıcağı sıcağına.

Heyecanımın sebebi yalnızca sanat yolculuğuna profesyonel bir oyuncu olarak başlamış olmam değil; aynı zamanda Dostlar Tiyatrosu ve Genco abinin benim kuşağımın kültürel öz eğitimimizdeki rolüne duyduğum borç ve oyunla ilgili olumlu düşüncelerim.

Bir diğer sebep ise, fildişi kulelerde yaşamak yerine yaşamın içinde çok yönlü bir politik bir entellektüel olarak bedeller ödemiş Howad Zinn’in, ev hapsindeki onbinlerce gençle tanışma ihtimali.

***

1970'li yılların Ankara ve İstanbulunda solcu olmaya meyletmiş bütün gençlerin "sanat kültürü ve politik tiyatro derslerine" girdiği üç ana "mektep" vardı; Ankara Sanat, Ankara Birlik ve (İstanbul) Dostlar Tiyatroları.

Ben hem Ankara Birlik'in en genç oyuncusu (18) hem her üç "mektebin" de -çok sadık bir öğrencisi olarak- bugün sahip olduğum zihnin inşasında çok önemli katkıları olduğunu not düşmeyi onur sayarım.

Bu yazının amacı, Genco Erkal’ın güzelim performansına enerjinizi yöneltmek olduğu için, şu an için onu çalacak - başlı başına kitap yazılacak kapsamdaki- diğer konuları geçeceğim.

Ama her iki yaratıcının buluşmasının tesadüf olduğunu düşünmediğimi de eklemeliyim.

Oyun’un kaleme alışınış tarihi de, Türkiye’de izleyici karşısına çıkışı da tesadüf olmadığının kanıtları bence.

Oyun 1999’da kaleme alınmış. Sıcağı sıcağına, "duvar"ın yıkılışından hemen sonra. Kapitalizmin küresel aklının "zafer" boruları çaldığı; hatta "tarihin sonu"nun ilan edildiği bir dönemin şafağında. Üstelik Stalinist otoriter sol gelenek, duvarın altında can çekişip, öfkesi burnunda, eleştiri girişimlerini can havliyle lanetlerken. Böyle bir çaba hem bilgi, hem de büyük cesaret ister.

Oyunun sahnelenme tarihi ise 2008. Bu da 1999 sonrası kapitalizmin en son ve en büyük tarihi krizinin başlangıç tarihi.

1999 Seatle DTÖ karşıtı küresel anti kapitalist hareketin yeniden yükselişiyle, 2011 Wall Street işgal hareketinin bağlantı kayışı.

Oyunda Zinn’in 1999’da Marks’ı yanlışlıkla Newyork Soho semtine getirmesi de; Genco Erkal’ın yorumunda 2008 krizinden bahsettirmesi de birbiriyle çok uyumlu "somut anlam verme" çabaları olarak kabul edilmeli.

Lafı uzatmayayım.

Sizlere önerim, Genco Erkal’ı da Howard Zinn’i de Hz. internete sormanız. Howard Zinn kimdir, konusunda ise, Kaan Durukan imzalı bir metni de buraya iliştiriyorum, meraklısına.

***

Oyunla ilgili duygu ve düşüncelerime geçmeden önce, bir not daha düşmem gerekir inancındayım. Howard Zinn ve Genco Erkal’ın Karl Marks’ı yorumlayarak güncelleme çabasıyla karşı karşıyayız.  Bu tür çalışmaların en zor noktası, insanlık tarihinde bu kadar önemli bir figürü yorumlarken size yönelebilecek "nesnel olma" tehdididir.

Neyse ki, "izafiyet teorisi"nin tartışılmaz bir bilimsel gerçekliğe dönüştüğü bu çağda, tanrının tekliğinden türetilmiş, "doğrunun tekliği ve mutlaklığı" düşüncesi hızla geçerliliğini yitiriyor.

Artık modern tarih yazımı, nesnelliğin, farklı tarihçilerin yazdıklarının mukayesesinden çıkan bireysel kanaatler olduğu gerçeğini kabul etmiş durumda.

Bu bence, bizi bilinemezliğe götürmeyeceği gibi; bilginin ve bilgelerin tabulaştırılması, tanrılaştırılması ve yarattıkları irfanın lanet olası ruhban sınıflarınca, kendi iktidarlarının payandası olacak bir dogmaya dönüştürülmesi zehrinin de biricik panzehiri.

Ayrıca bana sorarsanız, Marks ve Engels düşüncesini de çok iyi bir biçimde yorumlamış ve güncellemeye çalışmışlar.

Daha oyunun başında Marks’ın "Marksistler Derneği"ne yönelttiği eleştiri ve üye olmama nedeni olarak ileri sürdüğü "ben Marksist değilim" cümlesi bile, bence izleyiciye dramaturjinin bilimsel kuşkucu perspektifini çok veciz biçimde anlatıyor.

***

Oyunun bence en önemli başarılarından biri Marks’ın - kapitali yazdığı dönem sonuna kadar - yaşam koşulları, eşi ve çocuklarıyla ilişkileri ile fikriyatını başarılı ve akıcı biçimde birleştirebilmiş olması.

İkinci değerli noktası ise dogmatik, otoriter geleneğe karşılık, Marks fikriyatını kapital, manifesto ve Paris Komünü merkezli ele alması.

Badiou’cu bir ifadeyle ‘yeni komünist hipotez’in kurgusunda bu saç ayağının önemine işaret etmek diyebilirim.

Ya da Komün merkezli bir işçi egemenliği yerine parti merkezli bir bürokratik egemenliğin yarattığı felakete yapılan bir atıf.

Burada Marks’ın yaşamındaki bir çok önemli isim "anlatı zamanı" içinde anılırken, hikaye zamanı içine aile dışından - Engels'i de aile içi kabul ediyorum- bir tek Bakunin'in dahil edilmesini de çekingen bir ima olarak bulduğumu itiraf etmeliyim.

Oyunun beğendiğim noktaları ve Genco Erkal’ın benim kuşağımın çok iyi bildiği şahane oyunculuğu üzerine daha fazla konuşmak abes.

***

Son olarak oyun tekstinde ve yönetmen yorumunda - madem ki kurgunun özgürlüğü de kullanılabilmiş- eksik bırakıldığını düşündüğüm bazı noktalara da değinmeden geçmek olmaz.

İlk olarak, Marks'ın yaşamının, ev atmosferinin, diğer erkek karakterlerin birbirleriyle ilişkilerinin bir patriyarka dünyası olarak ele alınmaması, hatta neredeyse hiç bir eleştiriye tabi tutulmaması, sanırım her iki yaratıcının da erkek olmasıyla ilgili.

Aksi halde yolun bir saat bile olsa Newyork’a düşüyorsa Feminist hareketin yakınından bile geçmemek, başka nasıl açıklanabilir ki?

İkinci eleştiri noktam ise, Bakunin ve anarşist harekete bakış açısı.

Benim için de anarşist hareket ve düşünce, "hakkı yenmiş bir alternatif" olarak kendini güncellemeyi ve yaşatmayı başaramadı, hipotezlerini onlar da kanıtlayamadı.

Ama Bakunin’in -ve bir çok anarşıst düşünürün- oyunda da aktarılan ünlü öngörüsün doğrulandığını bile teslim etmemek ve hala o yılların rekabetçi erkek kavgasını aktararak yetinmek, büyük haksızlık.

"İşçi diktatörlüğü bile olsa, ordusu, mahkemeleri ve hapisaneleri olan bir devlet, hızla dejenere olacak, diktatörlüğe dönüşecektir" cümlesinin trajik biçimde doğrulandığı bir zamanda, geleneksel solun içindeki tek özgürlükçü damarı da hala anarşizan düşüncenin temsil ettiğini, Paris Komünü destanını komünistlerle anarşistlerin birlikte yazdığını unutmamak zorundayız.

Öne Çıkanlar