Nükleer ve doğalgazı ‘yeşile boyayan’ AB, ‘greenwashing’in yeni merkezi mi oluyor?

Yeşil enerji politikasıyla 2050'de 'sıfır karbon' hedefi koyan AB Komisyonu'nun yayınladığı son AB Taksonomisi (yeşil enerji sınıflandırması) Avrupa'da görüş ayrılıklarına yol açtı.

Avrupa Komisyonu, geçen hafta son derece tartışmalı ve tehlikeli bir karara imza atarak, üye ülkelerdeki enerji yatırımlarının sınıflandırılmasına ilişkin yeni kuralları içeren mevzuat teklifini açıkladı. 

Avrupa Birliği, bundan sonra yeni yapılacak nükleer enerji ve doğalgaz projelerini sürdürülebilir yatırım olarak sınıflandırdı.

Bu mevzuat değişikliği ile birlikte Avrupa Birliği’nin "uzun vadeli iklim kriziyle mücadele hedeflerini yakalamasına katkı sağlayacağı" iddia edilen ve "çeşitli koşulları yerine getirdiği" iddiasında olan nükleer ve doğalgaz projeleri sürdürülebilir yatırım listesinde yer alacak.

"Ruhsatını 2045'e kadar alan, gelişmiş teknolojileri kullanan, çevreye zarar vermeyen ve atıklarını güvenli biçimde tasfiye edebilecek nükleer enerji santral yatırımları" yeşil ve sürdürülebilir ekonomik aktivite olarak tanımlanacak.

AB tarafından yeni sınıflandırma genelgesine göre, inşaat ruhsatı 2030'dan önce verilmişse ve kömürle çalışan bir santralin değiştirilmesi amacıyla inşa ediliyorsa, gazla çalışan bir santrale yapılan yatırımlar "sürdürülebilir" kabul edilecek. 20 yıl boyunca, kilovat/saat başına 270 gramdan az veya yılda 550 kilogramdan az karbon emisyonu" şartı aranacak. 

AB sınıflandırması, özel sektör yatırımlarını iklim hedeflerine ulaşmak için gerekli olan faaliyetlere yönlendirmeyi amaçlıyor.

Mevzuat değişikliği öncesi yaşanan tartışmalardan şu yazıda bahsetmiştik.

Haziran 2021 tarihinde Avrupa Komisyonu, Avrupa Parlamentosu ve AB Konseyi arasında iklim kriziyle mücadele için hazırlanan İklim Yasası resmen onaylandı.

Buna göre, AB’nin 2050 yılına kadar iklime zararsız hale gelme hedefinin yasal olarak bağlayıcı olacağı açıklandı. Bu hedefe ulaşmak için, AB ülkelerinin 2030 yılına kadar sera gazı salımlarını 1990’taki seviyesine göre yüzde 55 azaltılması kararlaştırıldı.

"Fit for 55" olarak adlandırılan bu uygulamalar paketi, özetle karbon nötr ekonominin önünü açmayı, geliştirmeyi ve net sıfır emisyon sistemine daha hızlı geçmeyi teşvik ediyordu.

Her ne kadar küresel sera gazı emisyon taahhütlerini izleyen Climate Action Tracker, kendi yaptığı çalışmada, küresel ısınmayı felaketlere sebep olacak 2ºC’de sınırlamak için, AB genelinde salımların en az yüzde 60 azaltılması gerektiğine işaret etse de, maalesef artık önümüzde yepyeni bir tartışma var.

Yeşil enerji politikasıyla 2050'de "sıfır karbon" hedefi koyan AB Komisyonu'nun yayınladığı son AB Taksonomisi (yeşil enerji sınıflandırması) Avrupa'da görüş ayrılıklarına yol açtı. 

Esas olarak taksonominin ortaya konma amacı zaten "greenwashing" konusundaki eleştirilerdi. İklim krizine yönelik farkındalığın yükselmesiyle şirketler faaliyetlerindeki çevresel etkileri azaltmak için yatırım yapmak yerine, süreç ve uygulamalarının zaten yeşil ve sürdürülebilir olduğunu iddia etmeleri ve bu doğrultuda tanıtım çalışmaları yapmaları "yeşil badana", "yeşile boyama" olarak adlandırılıyor.

Taksonomi ile yeşil boyama çalışmaları doğrultusunda sürdürülebilir faaliyetlerin suiistimal edilmesinin önüne geçilmesi ve şirketler, yatırımcılar ve politika yapıcılar için hangi ekonomik faaliyetlerin çevresel olarak sürdürülebilir olduğunun tanımlanması hedefleniyordu.

Ancak geldiğimiz noktada iş yine tersine döndü. 

AB Komisyonu, 1 Ocak tarihinde açıkladığı ve üye hükümetlerle uzmanların gözlemine sunduğu Taksonomi metnini, geçen hafta AB Komisyonu üyelerinin bir araya geldiği toplantıda görüşerek kabul etti.

Bugüne kadar iklim kriziyle mücadelede ortaya konmuş en efektif anlaşma olan Paris İklim Anlaşması’na adını veren, AB Dönem Başkanı ve önemli nükleer enerji kullanıcısı ve santral üreticisi Fransa, nükleerin bu sınıflandırmaya dahil edilmesi için aylarca mücadele etti. 

2021 verileriyle halen 56 reaktörün aktif olarak çalıştığı Fransa, elektrik üretimim yüzde 72’sini nükleerden sağlıyor. 

Nükleer enerjiden çıkış stratejisini daha önce açıklayan Almanya ise kömürün yerine, doğalgazla çalışan yeni elektrik santralleri inşa etmek istiyor. 

AB içindeki çok sayıda ülke ve çevreci örgütler ise, yüksek oranda radyoaktif atığa neden olan nükleer enerjinin ve karbondioksit salan doğalgazın "yeşil veya sürdürülebilir enerji" olmadığını belirterek, ikisinin de listeye alınmasına direndi.

Bazı ülkeler, çevreciler ve çeşitli sivil toplum örgütleri nükleer ve doğalgazın yeşil ve sürdürülebilir olarak tanımlanmasını AB iklim hedefleriyle çelişkili görürken, bunun tamamen "yeşil yıkama" olduğu konusunda hemfikir.

Nükleerin AB tarafından iklim ve çevre dostu olarak tanımlanmasına Almanya, Avusturya, Lüksemburg, Danimarka, Portekiz ve İspanya gibi ülkeler sert tepki gösteriyor. 

Avusturya ve Lüksemburg, söz konusu düzenlemeye karşı Avrupa Adalet Divanı'nda yasal süreç başlatacaklarını açıkladı.

Hollanda ve Danimarka da doğal gazın sürdürülebilir kabul edilmesine karşı çıkıyor.

Clean Energy Wire’da yer alan haberde (https://www.cleanenergywire.org/news/german-politicians-reject-eu-green-label-nuclear-power-welcome-gas-provisions) de farklı kesimlerin görüşlerine yer verildi.

Alman sivil toplum kuruluşu E3G’den Johannes Schroeten, bu kararın Avrupa’nın Green Deal anlaşmasının geleceğiyle alay etmek olduğunu belirterek, kendisini "iklim hükümeti" ilan eden Alman Hükümeti’ni doğalgaz kriterlerinin zayıflatılması talebinde bulunduğu için eleştirdi. Schroeten, sınıflandırmaya Green Deal’ın güvenilirliğinin korunması için Avrupa Parlamentosu’nun itiraz etmesi gerektiğini söyledi.

Greenpeace’ten Martin Kaiser ise, bu kararla AB’nin Green Deal’ı sadece yeşil yıkamaya indirgediğini, AB Komisyonu’nun bu sınıflandırmasının bilimsel bulgularla ve yanı sıra kendi uzmanlarının tavsiyeleriyle de çeliştiğini ifade etti.

Enerji uzmanı ve Ekosfer Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Özgür Gürbüz ise, gelişmeleri şöyle değerlendiriyor:

"Nükleer ve doğalgazın Avrupa Birliği'nce yeşile boyanması, süreç henüz tamamlanmamış olsa da Birliğin iklim konusundaki kararlılığına gölge düşürüyor. 

AB içinde nükleer endüstrisini ayakta tutmaya çalışan Fransa gibi ülkelerle, kömürden umudunu yitiren ve onların yerine doğalgazı mümkün olduğunca uzun süre kullanarak kendilerini ayakta tutmaya çalışan fosil yakıt şirketlerinin adeta son çırpınışları bunlar. 

Konsey ve Parlamento'da önerinin iptali gündeme gelebilir. İptal edilmezse de Avusturya ve Lüksemburg gibi ülkelerin kararı Avrupa Adalet Divanı’na taşıyacağı kesin. Kısaca, bu belirsizlik ortamında özellikle nükleer gibi seveni az, pahalı ve tehlikeli bir kaynağın "yeşil etiket" alması nükleerin finansmanının kolaylaşacağını düşünmüyorum. Daha çok, doğalgazın bu süreçten kârlı çıkacağını ve görece düşük emisyonlu santralların kurulabileceğini düşünüyorum. Bu da yüzde 100 yenilenebilire geçişi ve iklim hedeflerine ulaşmayı olumsuz etkileyecek."

Görünen o ki, AB’ye biçilen "yeşil dönüşümde küresel liderlik" gömleği epey bol gelmiş.

Kararda değişiklik olmazsa AB bundan sonra "yeşil yıkamanın küresel merkezi" olacak gibi görünüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi