O kadar çok medyan vardı, yine de yenildin!

Bu işler yalan yanlış yazıp çizmekle, tahrifatlı görüntü yayınlamakla olmuyormuş demek ki… Kralın Medyası medyanın kralıydı. Artık bir muhtar kadar gücü kalmadı.

23 Haziran İBB seçimlerinin önemli sonuçlarından biri de iktidarın muazzam medya gücüne rağmen büyük bir yenilgiye uğraması.

2002’de hükümeti kurduğundan bu yana AKP, o zamana kadar kendisine hiç destek vermemiş olan, hatta muhalefet etmiş, küçümsemiş kadim merkez medyaya karşı uzun vadeli bir intikam/tasfiye programı uyguladı. Önce siyasi rakibi Uzan grubunun medya organlarına el koydu. Ardından adım adım kendi medya imparatorluğunu kurdu. Erdoğan’ın bizzat uğraştığı bu medya tahkimatında önce eski muhalif medya yandaş iş insanları tarafından satın alındı. Sonra da yine aynı çevre aracılığıyla, tek misyonu iktidarı desteklemek olan yeni TV, radyo istasyonları ve gazeteler kurdu. Onlar sanıyordu ki, medyaya hâkim olan, iktidarı ilelebet elinde tutacak. Ve toplumu medya aracılığıyla dizayn edecek. 

Aslında siyasi iktidar ile medya arasındaki organik bağlantı Özal döneminde de devreye girmişti. O da, medya patronları arasında al-sat, devret-iktidarı destekle yaklaşımı içinde pazarlıklara girişti, arabuluculuk yaptı. Özal bu manevraların son merhalesini daha o zamanlar açıklamıştı: Türkiye’de 2.5 gazete kalacak! Abartmış. Bugün Türkiye’de EvrenselYeni Yaşam ve Birgün’ü saymazsak, sıfır gazete kaldı.

Daha eskilere gidecek olursak, mesela Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında, 1925 Şeyh Sait hadisesini bahane ederek Kemalizme tam biat etmeyen gazetecilerin tutuklandığını, bilahare bu yazar ve gazetecilerin meslekten men edildiklerini görüyoruz. Menderes döneminde besleme basın tabir edilen gazeteler, maddi manevi destekler sayesinde iktidarın safına çekildi. Görevlerini icra eden yani muhalefet yapan gazeteciler cezaevleri ile tanışmak zorunda kaldı.

Erdoğan, ‘’Demokrasi Kahramanı’’ olarak lanse ettiği Menderes ve Özal’dan da ileri giderek, tüm medyayı ele geçirmeye kalkıştı. Bunu da bir ölçüde başardı. Ama bu girişim onun da sonunu hazırladı. En küçük, en cılız muhalefete bile tahammül edemeyen monark, kendisine, rejim ve hükümetine şu ya da bu ölçüde karşı çıkan, eleştiren herkesi susturmaya kalkışınca, sessizlik sonunda kendisini de teslim aldı. 23 Haziran akşamından itibaren sesi soluğu kesildi Medya İmparatorunun.

Bugün artık iktidar yanlısı kalemlerin bile kabul ettiği bir gerçek var: Merkez medyayı tasfiye edip onu da Parti ve Reis propagandasına alet etmek ters tepti, AKP’yi zayıflattı hatta parçaladı. TRT dahil tüm kamu yayıncılığını, özel sektör gazeteciliğinin yüzde 95’ini Saray’ın emir-komuta zincirine bağladığınızda, hakiki gazetecileri eften püften gerekçelerle hapse atmak zorunda kalıyorsunuz. Oysa ki onlar sadece görevlerini yapıyordu. 

Tüm medyanın, tek gözlü korsan gibi bile değil, iki gözü kapalı bir insan gibi yayın yaptığı ülkede sadece toplum değil iktidar da büyük zarar gördü. Çünkü toplum olup-bitenden haberdar olamıyordu. Yalan haberlerle, uyduruk yorumlarla aldatılıyordu. Saray da, Türkiye’yi aHaber ya da Yeni Şafak’ın gözünden kaleminden okuduğunda pek mutlu ve mesut idi ama Türkiye hiç de aHaber ya da Yeni Şafak’ın yansıtmaya çalıştığı ülkeye benzemiyordu. İktidarın tüm zulmünü, olumsuzluk ve başarısızlıklarını gizleyip, sürekli olarak sadece muhalefeti -bu arada İsmet İnönü’yü- ve dış güçleri suçlamak, milliyetçi hatta ırkçı propaganda için müsait bir zemin oluşturuyordu ama gerçeğin kötü bir huyu vardı: Önünde sonunda su yüzüne çıkıyor hatta zirvelere çıkıp bas bas bağırıyor ve kendini toplumun geneline kabul ettiriyordu.

Saray medyasını izleyenler kendilerini İsveç’te filan sanabiliyordu. Ama yurttaş, memleketin herhangi bir kentinde mukim ise, Türkiye’nin bir Ortadoğu ülkesi olduğunu günlük pratiğinde yaşayarak anlıyordu.

Saray medyasının son kullanım tarihi artık gelmişti. AKP seçmeni bile artık bu gazetelere, bu televizyon kanallarına inanmaz olmuştu. Öylesine sallıyorlardı ki fars, gerçeğin yerini almaya çalışıyordu ama o da olmuyordu.

En son örnek, İmamoğlu’nun adım adım gelen zaferi. İktidar medyası başta Trabzon’daki olmak üzere, CHPli adayın onbinlerce insanın katıldığı mitinglerini ekranlarına, sayfalarına yansıtmadı. Aklınca haberi gizledi. Ama Orgi havaalanındaki tartışmalı VİP girişi olayını tahrif ederek verdi. 

23 Haziran öncesi İmamoğlu’nun gerçekleştirdiği canlı, kitlesel gösteriler Saray medyası tarafından sansür edildi. 

Seçim gecesi Binali Yıldırım’ın oy sayımı henüz sonuçlanmamışken, bıkkın ve çökmüş açıklaması ile teslim olduğunu itiraf etmesiyle Saray da çöktü. Özellikle de 31 Mart oylamasında ortaya çıkan 13 bin oy farkına itiraz edip üç ay sonra 800 bin farkla yenilmek Saray’ı herhalde çıldırttı.

İmamoğlu, kampanyasının son 4 günü medyaya çıkmayacağını açıkladı ve mitinglerini sürdürdü. Haklıydı. Yıldırım ile gerçekleştirdiği açık oturum sayesinde AKP seçmenine ulaşmıştı ve anlaşılan onların bir bölümünün gönlünü ve oyunu kazanmıştı. İktidar medyasında görünmek artık zaman kaybıydı. Anlamsız, saçma sapan ithamlara cevap yetiştirmeye gerek yoktu. 

Saray’da onlarca danışman var. Anlaşılan bu kişiler Erdoğan’a hiçbir eleştiri getiremiyor, sadece onun dediklerini destekliyor. Belki korkudan belki de çapsızlıktan. 

Saray medyası da aynı bu tür danışmanlar gibi yayın yapıyordu. Belki Erdoğan’ın istediği sanal dünyayı bir ara ve bir süre için yaratmışlardı. Çünkü ekonomi yerlerde sürünürken ‘’17. Büyük Ekonomi’’ masalları anlattılar, TL dibe batarken, ‘’ABD doları dünya çapında sorgulanıyor’’ diye başlık attılar. Suriye’de batağa saplanan durumu, askerî ve diplomatik hezimeti gizlemek için binbir takla attılar. Bugün görüyoruz ki bunların hiçbiri hiçbir işe yaramamış. 

Medya yani kurgulanmış gerçeklik bir başka deyişle sanal dünya ile toplumsal/siyasal gerçek (Ben ‘Hakiki Gerçek’ diyorum) arasındaki ilişkide orta ve uzun vadede medyanın kazanması imkânsız. Koskoca SSCB’yi Pravda ile İzvestia kurtaramadı. Saray’ı aHaber mi iktidarda tutacak? 

Yurttaş, medyadan ne kadar etkilenirse etkilensin, oy verirken, siyasi tercihlerini yaparken, esas olarak kendi ekonomik/mali gerçeklerini hesaba katıyor. Çevresine, sosyal konumuna, siyasi dalgalara bakıyor. Aklını kullanıyor, geleceğini düşünüyor, çocuklarını, torunlarını göz önünde bulunduruyor. Son seçimde, eskiden AKP’ye oy veren Istanbulluların bir kısmının İmamoğlu’nu desteklediği açık.

Milyonları, milyarları harcadınız. İnşaat sektörünü medyanın kasası yaptınız, yurttaşın vergilerinden kendinizin ve yakın çevrenizin reklam ve propagandasını yaptınız, onları zenginleştirdiniz. Ama artık inşaat sektörü de bitti, yakınlarınız da azaldı, reklam ve propagandanızın yalan olduğu anlaşıldı.

Çarpıtılmış tiraj ve reytingler bile Saray medyasının ne kadar etkisiz olduğunu gösteriyor. Koskoca Cumhurbaşkanının yandaş medya gazetecileri ile yaptığı özel söyleşiler, reyting listelerinde 27.sıralara kadar düştü. Dizilerin tekrarı bile daha çok izleniyordu. 

Medya, siyasal/toplumsal/ekonomik gerçeği, güncel hakikatleri aslına mümkün olduğunca sadık kalarak, abartmadan, küçültmeden, tahrif etmeden, eklemeden, çıkartmadan yurttaşa yansıtabilirse o zaman görevini yapmış olur. Yurttaşın güvenini kazanabilir, inandırıcı olabilir. Medya/habercilik ancak bağımsız ve özgür olunca, toplumda karşılığı olan bir boyut/bir işlev haline gelebilir. Medya, esas işlevi olan kamu çıkarını savunmak, iktidarlara karşı yurttaşı savunmak ilkelerinden vazgeçerse, sıradan, ciddiye alınmayacak, etkisiz bir propaganda aracı olur. Ve bir süre sonra da iflas eder, söner gider.

Bakın şimdi Saray kalemşörleri nasıl birbirine giriyor. Suçlular, ama artık güçlü değiller. Dönmek isteyenler var ama dönemiyorlar. Birbirlerini itham ediyorlar. Halbuki hepsi yıllarca aynı kaba…

Noam Chomsky’nin bir tespitini hep tekrar ederim. Tam zamanı: ‘’Ajistasyon, propaganda, dezenformasyon, mizenformasyonla kitlenin bir kısmını yönlendirip ancak bir süre aldatabilirsiniz. Ama bu araç ve yönetmelerle bütün kitleyi, ilelebet aldatamazsınız’’

O süre bitti, o kitlenin bir kısmı da giderek azaldı. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi