Onlar eksilttikçe 'ArtıYorum' diyebilmek için…

Onlar eksilttikçe 'ArtıYorum' diyebilmek için…
Her seferinde devrilip her seferinde en baştan başlamak gerekse de, hep aynı dirençle ayaktayız. 41 Temmuz sonra, yeni bir mecrada, yine, yeniden merhaba!

Can DÜNDAR


Bu ay, meslekte 41. yılım. Gazeteciliğe 1979’un Temmuz’unda Ankara’da Mehmet Ali Kışlalı’nın Yankı Dergisi’nde başladım. Üniversite ikinci sınıftaydım. Okuldan hocam olan Ahmet Taner Kışlalı ile aynı büroda çalışıyorduk.

Başladığım yıl, Milliyet’in Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi öldürülmüştü. Karşı binada, Cumhuriyet’te Uğur Mumcu, onun katillerini bulmaya çalışıyordu.

Ertesi yıl darbe oldu. Çalıştığım derginin panosu, yasaklanmış haberleri duyuran sıkıyönetim bildirileriyle doldu: "İşkencede ölümleri, tutuklanan siyasetçileri, yurtdışı tepkileri yazmak yasak…"

80’lerin ortalarında asker görevi sivillere devretti, ama yerine, "Bize bu kadar gazete çok, iki buçuk gazete yeter" diyen bir zihniyet geldi. Ve o zihniyete uygun yeni medya sahipleri, yöneticileri…

Yazılı basını bırakıp televizyonculuğa başladım, 1988’de, Ali Kırca ile TRT’de… İlk yaptığımız Açık Oturum’lardan birinde Bahriye Üçok’u çıkardık ekrana… İki yıl sonra, evine yollanan bombalı paketin patladığı haberini aldık. Koşup gittiğimde gördüğüm manzarayı hala unutamam.

Üç yıl sonra Üçok’un evinden biraz ilerde Uğur Mumcu’nun arabasının patladığını öğrendiğimde de öyle dehşet içinde koşup gitmiştim. İzini sürdüğü örgütün hedefi olmuştu o da…

Tıpkı Madımak’ta, yenmeye çalıştıkları yobazlığın kurbanı olan yazarlar, sanatçılar gibi…

Mumcu’dan altı yıl sonra bu kez Ahmet Taner Hoca’nın arabasındaydı bomba… Yine koşup gittik. Bu kez de onun kaybı yaktı kavurdu içimizi…

2000’lere girerken yeni binyıl özgürlük getirecek diye ummuştuk nedense… O da ilkin, güvercin tedirginliği içinde, Hrant’ı aldı bizden…

Vaktimizin çoğu haber peşinde değil, meslektaş cenazelerinde, savcılık ifadelerinde, sanık sandalyelerinde, hapishane ziyaretlerinde geçer olmuştu.

Sadece mesleki anlamda değil, her anlamda da bir kırımın içinden geçtik; zihnimizde sıkılmış kurşunların, bombalanmış araçların, patlamış paketlerin barut kokusuyla, kırılmış kalemlere ağıt yaka yaka, sıramızı bekledik.

Sonra ben de sırasıyla, mesleğin 4 farklı durağını, hapishaneyi, mahkûmiyeti, silahlı saldırıyı, sürgünü, 4 yıl içinde peşpeşe yaşadım.

Belgesellerini yaptığım Nâzım Hikmet’lerin, Yılmaz Güney’lerin, Ahmet Kaya’ların akıbetine uğradım.

Şimdi panomuz, bu kez bir sivil darbecinin yasak kararlarıyla dolu: "Gerçeği aramak yasak, soru sormak yasak, filanca siteler kapalı, falanca kanallar yasaklı…"

Meslektaşların kimi iktidarın emrinde, kimi işsiz, kimi hapiste ya da sürgünde… Gazetecilik, günümüzün en riskli mesleklerinden biri…

Dönüp bakıyorum da; geçen 40 yılda 40 arpa boyu yol gidememişiz; üstelik yolda fidanlarımızı yitire yitire sonunda bir çöle gelmişiz.

Ama ne yapsalar hakikat mücadelesi bitmiyor işte… Özgürlük meşalesi sönmüyor. Emeklilik çağı gelmiş dinazorlarla yeni yetişen fidanlar yine yanyana, daha iyi bir medya, daha özgür bir dünya mücadelesini sürdürüyor.

Sırtladığımız ağır taşı bir ucundan tutup kaldırmak, Özgürlük Dağı’ndan aşırmak için, şimdi de burada, ArtıTV’deyiz.

Her seferinde devrilip her seferinde en baştan başlamak gerekse de, hep aynı dirençle ayaktayız.

Onlar eksilttikçe inadına "ArtıYorum" diyebilmek için…

41 Temmuz sonra, yeni bir mecrada, yine, yeniden merhaba!

Öne Çıkanlar