Popülizm (büyüme artı hukuksuzluk) bizde ancak bu kadar söker

Popülizmin tanımı konusunda rivayet muhtelif.

Ben popülizmin iki ayağı olduğu kanısındayım.

Birinci ayak hem toplumun (dolayısıyla da) hem yönetimin yüksek ekonomik büyüme talepleri; yönetim için vatandaşın en azından bir bölümünün (%?) memnuniyeti şart.

Kuzey Kore yönetimine popülist denmeyeceğine göre yaklaşık tüm popülist yönetimlerin temel özelliği meşruiyet kaynağını sandıkta aramaları.

Popülist rejimlerin meşruiyetlerini sandıkta aramaları kulağa hoş geliyor ama unutmayalım sandık bir siyasal iktidar için sadece gerekli meşruiyet koşuldur, yeterli meşruiyet koşulu ise sandığa ilaveten tıkır tıkır işleyen bir hukuk devletidir.

Türkiye’ye bakın, Macaristan’a, Brezilya’ya, Hindistan’a, savaş öncesi Rusya’ya, başka popülist iktidarlara bakın, siyasal iktidarlar ekonomik büyümeyi, ne pahasına olursa olsun, enflasyon, çevre, gelecek nesilleri ipotek altına alan borçlar, vs., önceliyorlar.

Konumuz kaçınılmaz olarak Türkiye ve bu çerçevede Türkiye’yi başka popülist iktidarlardan ayıran bazı özellikleri belirtmemiz gerekiyor.

Türkiye ekonomisinin yapısal bazı özellikleri nedeniyle büyüme kaçınılmaz olarak ithalatı (enerji ve yatırım malları) uyarıyor, cari açık yükseliyor.

Unutmayalım, Türkiye bir Rusya da değil, doğalgazı, petrolü yani topraktan fışkıran doları avrosu yok.

Popülist Erdoğan için büyüme olmaz ise olmaz mesele ama bu büyümenin kaçınılmaz olarak yarattığı açığı ne yapacağını bilemiyor, içeride yeterli tasarrufu yok, dışarıdan da (meşru yollarla) bulamıyor, Katar’ın, Suudi’lerin kapısını aşındırıyor.

Erdoğan Putin’i örnek alıyor ama o kendi kötü eğitim düzeyinde Putinvari bir yönetimin ancak yapısal cari fazla (doğalgaz, petrol) ile mümkün olabileceğini göremiyor.  

Bu durumu 1950’lerden beri yaşıyor Türkiye, yeni bir şey değil, 1958, 1970 krizlerini ve sonrasını hatırlayalım, bilelim; anlaşılan Türkiye ekonomisi bazı sorunlarını pek aşamıyor.

Cari açık demek makroiktisatta tasarruf açığı demek ve bu durum bizde kronik, hala sürüyor.

Peki, Türkiye artık bir dışa açık piyasa ekonomisi değil mi?

Tasarruf açığını dış piyasalardan tasarruf çekerek kapatamıyor mu?

Kapatamıyor çünkü küresel piyasalardan kaynak çekmek yani birilerinin size parasını emanet etmesi (yatırım) sizde güçlü bir hukuk devletinin mevcudiyetini gerektiriyor ama bu da yok.

Erdoğan’ın anlayamadığı temel gerçek ekonominin çağımızda iki temel girdisinden birisinin evrensel hukuk devleti, ikincisinin ise yaratıcılığı özendiren, azalan verimler yasasına meydan okuyan eğitim düzeyi ve niteliği.

Erdoğan her ikisinden de nefret ediyor.

Süleyman Soylu,  eleştirel bakışa kapalı eğitim ve sürdürülebilir büyüme.

İşte çağımızda Türkiye’nin imkansızlık üçlemesi bu.

Bu üçlünün uzun birlikteliği mümkün değil.  

Gelinen yer dünyanın aşağı yukarı en yüksek enflasyon oranı, 2022’de dünya ortalamasının altında kalacak bir büyüme, ISO’nun ilk beş yüz şirketi içinde bir tane bile yeni ekonomi şirketinin olmaması, konser iptalleri, polisin gazeteci dövmesi her yerde.

Twitter’da bir tweet gördüm, acı acı güldüm.

Tweeti atan kişinin iddiası şu: "Dünya hapishaneleri arasında bilgi yarışmaları düzenlense Türkiye hapishaneleri açık ara birinci gelir".

Erdoğan bir konuda birinci yapmış bizi, hakkını teslim edelim.   

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi