Prof. Dr. Korkut Boratav: Türkiye döviz krizine sürüklenebilir

Prof. Dr. Korkut Boratav: Türkiye döviz krizine sürüklenebilir
‘Sorun, vadesi gelen dış kredilerin döndürülme oranı ile ilgili. Bu oran %100’ün aşağısında kaldığı ve yabancıların sıcak para çıkarmaları sürdüğü ölçüde Türkiye krize sürüklenebilir.’

Derya OKATAN


ARTI GERÇEK- Prof. Dr. Korkut Boratav, Türkiye’nin son iki yılı kapsayan, insani dramlar içeren ağır bir toplumsal bunalımdan geçtiğini ifade etti.

Boratav, Artı Gerçek’e yaptığı açıklamada, IMF’nin bu yıl Türkiye ekonomisi için yüzde 5 küçülme öngördüğünü hatırlatırken, siyasal iktidarın koronavirüs ile mücadele kapsamında getirdiği teşvik paketinin olumsuz süreci tersine döndürebilecek boyutta olmadığını ifade etti. Boratav ayrıca, iktidarın, ekonomik eleştirileri dahi susturmaya giden ek baskıcı yöntemlere yönelebileceğini belirtti.

Kapitalizmin sağlık sistemlerini piyasalaştırdığını ve böylece bu tür bir salgını öngörecek, durduracak gelişmelerin peşinen önlendiğini ifade eden Boratav, "Kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkileri, üretim güçlerinin gelişimine bu alanda da engeldir. Bu engel, ya bir devrimle aşılacak; ya da insanlık çürümeye, barbarlığa teslim olacaktır. Bugünkü salgın, bu doğrultuda ek bir işarettir" dedi.

Prof. Dr. Korkut Boratav’ın Artı Gerçek’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

-Korona salgınının ekonomiye darbesi de ağır oldu. Türkiye’de ve dünyada kısa ve orta vadede nasıl bir ekonomik tablo ile karşılaşacağız?

IMF, tüm dünya için, "2020’de Büyük Buhran’dan sonraki en sert ve derin küçülme" öngörüyor. Bu öngörünün genellikle tutacağını; ülkelerarası yansımasının ise farklılaşma göstereceğini söyleyebiliriz. Ancak, kapitalist dünya ekonomisinde esasen var olan kırılganlıklarla birleşerek 2021’e de aşan serin bir depresyona yol açıp açmayacağını öngörmek güç.

‘AĞIR BİR TOPLUMSAL BUNALIMDAN GEÇİYORUZ’

-Türkiye’de işsiz sayısı 10 milyonu buldu. İşsizliğin bu düzeye ulaşmasının ekonomik ve sosyal sonuçları ne olur?

İşsizlik 2019 boyunca hem toplam, hem de oran olarak yükseldi; Ocak 2020’de 12 ay öncesine göre ilk kez istihdam artışları ortaya çıktı. Bu olumlu işaret, salgınla birlikte sert bir biçimde tersine döndü. Son iki yılı kapsayan, insani dramlar içeren ağır bir toplumsal bunalımdan geçiyoruz.

‘TEŞVİK PAKETİ SÜRECİ TERSİNE ÇEVİRECEK BOYUTTA DEĞİL’

-Türkiye’de siyasal iktidar, salgının ilk haftasında bir ekonomik tedbir paketi açıkladı ve bir kanun teklifi Meclis’ten geçerek yasalaştı. Hükümetin uygulamalarını nasıl buluyorsunuz?

Sözünü ettiğiniz ekonomik paketin bazı öğeleri TBMM’den geçen son torba yasaya yedirildi. Çoğunluğu ilk aşamada bütçe dışını kapsayan banka kredilerinin canlandırılmasına ve şirketlere dönük teşvik önlemlerden oluşuyor. Korona sonrasındaki doğrudan kamu maliyesini içeren karar ve önlemlerin makro-ekonomik (ekonomiyi genişletici) boyutu, tahminen millî gelirin yüzde 2,6’sı oranı ile sınırlı kalacaktır. Bu oran G20 ülkelerindeki benzer önlemlerle karşılaştırılırsa son sıralarda yer alıyor. Krizden en sert etkilenen emekçi ve yoksul katmanlara ayrılan ek sosyal harcamalar ise bu toplamın çok sınırlı bir bölümüne ulaşmaktadır.

IMF, bu yıl Türkiye ekonomisinin yüzde 5 oranında küçüleceğini öngördü. Sözünü ettiğiniz teşvik paketi ve torba yasa, bu olumsuz süreci tersine döndürebilecek boyutta görünmüyor.

‘TÜRKİYE IMF’NİN ÖN-KOŞULLARINA SAHİP DEĞİL’

-Türkiye IMF’ye başvurur mu?

İktidar, IMF’ye başvurma seçeneğini peşinen, ilke olarak reddetmiş görünüyor. 2005-2008 arasında 10 milyar dolarlık bir IMF standby kredisinden yararlanmış olmasına rağmen, yeniden IMF’nin denetime girmeyi bir itibar sorunu olarak görüyor. Ne var ki IMF’nin "kardeş kuruluşu" olan Dünya Bankası’nın Türkiye’ye 100 milyon dolarlık bir "korona destek kredisi" verdiği haberleştirildi. IMF de bu yakınlarda korona krizine ilişkin olarak "Kısa Vadeli Likidite Hattı" (Short-term Liquidity Line") diye adlandırdığı bir kaynak oluşturdu. Sorulabilir: Dünya Bankası’ndan benzer bir krediyi kabul eden iktidar, bu seçeneği niçin dikkate almıyor? Yanıt, sadece iktidarın "IMF kompleksi"ne bağlı değildir. IMF, bu yeni kredi için başvuran ülkelerin, "sağlam makro-ekonomik temellere sahip olunması"nı bir ön-koşul olarak belirlemiş. İki yıldan bu yana IMF’nin çeşitli raporlarında yer alan değerlendirmelere göre Türkiye’de izlenen ekonomik politikalar, bu ön-koşulla uyumlu değildir. Kısacası, IMF seçeneği, iki yönüyle de gündem dışıdır.

‘TÜRKİYE DÖVİZ KRİZİNE SÜRÜKLENEBİLİR’

-Bir döviz krizi bekliyor musunuz?

12 ay içinde Türkiye’nin dış dünyaya 172 milyar dolarlık net yükümlülüğü var. Bu toplam kısa vadeli ve bir yıl içinde vadesi gelecek olan uzun vadeli dış borçların toplamıdır. Olası cari işlem açığını içermiyor. Cari işlemler (yani döviz) dengesinin nasıl seyredeceğini öngörmek güç. Petrol fiyatlarının ucuzlaması ve ekonominin küçülmesi ithal faturasını aşağı çekecek; turizm gelirlerinin ve AB ekonomilerinde daralma ise döviz gelirlerini azaltacak.

Bu yıl içinde yabancılar borsadan 7 milyar dolar çıkardı; TCMB’nin brüt rezervleri 25 milyar dolar eridi. Merkez Bankası’nın kamu bankaları ile yaptığı swap anlaşmaları dikkate alınırsa net rezervlerin eksiye indiği tahmin ediliyor. Bir bütün olarak ekonominin döviz varlıklarının dış finansman gereksinimini kısmen de olsa karşılamaya ayrılabilmesi güçtür. Döviz fiyatlarındaki tırmanma bu olumsuz etkenlerin sonucudur.

Sorun, vadesi gelen dış kredilerin döndürülme (yenilenme) oranı ile ilgilidir. Bu oran %100’ün aşağısında kaldığı ve yabancıların sıcak para çıkarmaları sürdüğü ölçüde Türkiye, bir döviz (veya ödemeler dengesi) krizine sürüklenebilir. Tek olumlu işaret, korona ortamında, tüm gelişmekte olan ekonomiler için dış borç ödemelerinde ertelenme, hafifletme önlemlerinin uluslararası gündemde olmasıdır. Bu tür bir operasyona başlarsa Türkiye’nin başvurması gerekebilir. Ne var ki, iktidar, bu zorunluluğu sineye çekecek adımı atmaktan, siyasal endişeler nedeniyle kaçınacaktır. Yakın gelecekle ilgili tasarımları, iktidarı, ekonomik eleştirileri dahi susturmaya giden ek baskıcı yöntemlere sürükleyebilir.

‘BUGÜNKÜ EĞİLİM BARBARLIĞA DÖNÜK’

-Virüs zengine de bulaşıyor yoksula da… Ancak etkilerini yoksullar çok ağır ödüyor. Bu durum, ezilenlerin bilincinde ve davranışlarında değişime yol açar mı? Rosa Lüksemburg’un "ya sosyalizm ya barbarlık" derken ne kadar haklı olduğunu gördüğümüz çok fazla olay yaşandı aslında. Ama bugün çok daha çarpıcı sanki, ne dersiniz?

Çürümüş kapitalizmin tetiklediği halk muhalefeti ya düzen karşıtı ("sosyalizme dönük") seçeneklere yönelecek; ya da neo-faşizme… "Barbarlık" yerine sosyalizm seçeneğinin gerçekleşmesi için halk sınıflarının örgütlü, anti-kapitalist politik mücadelesi gerekir. Bugünkü eğilimler ikinci (barbarlığa dönük) doğrultudadır.

-Kapitalizm tüm yıkıcılığına rağmen dinamik de bir yapıya sahip. Bu dönemden kendini "aklayarak" çıkabilecek mi? Kapitalizmin bu tür salgınların ortaya çıkmasında başat bir role sahip olduğu yorumları yapılıyor. Bu fikre katılıyor musunuz? Bu salgın yapısal dönüşümlere sebep olabilir mi?

Kapitalizmin kendini yenileme becerilerini koruyan, inşacı, dinamik özelliklerinin ortadan kalktığını düşünüyorum. Korona salgınının dünya kapitalizminin merkezinde yoğunlaşması; bu tür bir krizi öngörecek, frenleyecek araçları kullanmamasının sonucudur. Kapitalizm sağlık sistemlerini piyasalaştırdı ("sağlığı metalaştırdı") ve dev ilaç ve sigorta şirketlerinin tutsağı oldu. Bu yüzden bu tür bir salgını öngörecek, durduracak gelişmeleri peşinen önledi. Salgına karşı dayanışmacı, uluslararası işbirliğine dönük tepkilerin yokluğu da aynı durumu gösteriyor.

Demek ki insanlık şu açmaza mahkûm bırakılmıştır: Üretim güçleri, bilimsel birikimi, sağlık alanında hızlı sağlayacak kapasiteye gelmiştir. Ne var ki kapitalizm, bu olanağı (kısa dönemli kâr önceliklerine teslim olduğu için) sistematik olarak engellemiştir. Kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkileri, üretim güçlerinin gelişimine bu alanda da engeldir. Bu engel, ya bir devrimle aşılacak; ya da insanlık çürümeye, barbarlığa teslim olacaktır. Bugünkü salgın, bu doğrultuda ek bir işarettir.

Öne Çıkanlar