TTB'den pandemide 9. ay raporu: Aşı yeterli değil, kapanmanın mutlaka olması gerekiyor

TTB'den pandemide 9. ay raporu: Aşı yeterli değil, kapanmanın mutlaka olması gerekiyor
TTB'nin salgında 9. ay değerlendirme toplantısında konuşan Prof. Dr. Kurt, 'Ters olan şey; okulların kapalı, AVM’lerin açık olması. Kapanmanın mutlaka olması gerekiyor' dedi.

Derya OKATAN


ARTI GERÇEK-Türk Tabipleri Birliği (TTB), pandeminin 9. ayı dolayısıyla zoom üzerinden değerlendirme toplantısı gerçekleştirdi. Bilim insanları; aşıdan acillere, yoğun bakımdan pandemide triaja, filyasyon çalışmalarından izolasyon sürelerine dair pek çok konuda değerlendirmelerde bulundu.

Toplantının açılış konuşmasını yapan TTB Merkez Konsey Başkanı Prof. Dr. Şebnem Koruk Fincancı, Sağlık Bakanlığı’nın 10 Aralık’ta yayınladığı turkuaz tabloda toplam vaka sayısının 1 milyon 748 bin 567, toplam test sayısının da 20 milyon 509 bin 500 olarak açıkladığını hatırlattı. Fincancı, "Özellikle Mart-Nisan’da yüzde 10’larda olan pozitiflik oranlarının Kasım ortasından itibaren yüzde 30’lara çıktığını biliyoruz. Tekrarlayan testler olabileceği de düşünülerek en iyi ihtimalle yüzde 15 bir ortalama ile test pozitifliği olsa, vaka sayısının 3 milyon olması gerekiyor" dedi. Fincancı, Bakanlığa bir kez daha şeffaflık çağrısı yaptı.

‘İŞÇİ SINIFINDAKİ VİRÜS YAYGINLIĞI TOPLUMUN İKİ KATI’

Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’un COVID-19’la ilgili illiyet bağı kurulması durumunda meslek hastalığı sayılacağı açıklamasını da değerlendiren Fincancı, şunları söyledi:

"Toplumda yaklaşık yüzde 4’lük oran ile pozitiflik olduğunu görüyoruz. İnsanlar ekmeğini kazanmak zorunda ve ekmeğini kazanmak için evden çıktığında dönüşünde virüsle beraber geliyor. Evlere virüsü taşıyor. DİSK’in çalışmasına göre işçi sınıfındaki virüs yaygınlığında toplumun iki katı bir artış olduğunu görüyoruz; yüzde 7.3."

‘SAĞLIK ÇALIŞANLARINDAKİ VİRÜS YAYGINLIĞI TOPLUMUN ÜÇ KATI’

"Sağlık Bakanı, 120 bin sağlık çalışanının etkilendiğini açıkladı. 1milyon 60 bin sağlık çalışanı olduğunu söylüyor. Bunun 120 bini etkilenmişse yüzde 11,3, toplumdaki yaygınlığın üç katı rakama tekabül ediyor. Topluma göre 3 kat fazla yaygın olan hastalık için illiyet bağı sorgulaması kabul edilebilir değil. Ayrı bir yasal düzenleme ile illiyet bağı aranmaksızın meslek hastalığı olarak tanımlanması gerekiyor."

Yanı sıra, pandemi iyi yönetilemediği için sağlık çalışanlarının tek başına bırakıldığını, yoğun bakımlarda yer kalmaması, servislerin doluluk oranı, insanların sağlık hizmetine erişememesi gibi sorunların da sağlık çalışanlarını çok zor durumda bıraktığını ifade eden Fincancı, "Pandemide triaj olur mu? Sağlık otoritesi tümüyle kenara çekilip hasta ile sağlık çalışanlarını karşı karşıya bırakabilir mi?" diye sordu.

PROF. YALIM: PANDEMİDE TRİAJ OLMAZ

Pandemide triaj yaklaşımı konusunda değerlendirmelerde bulunan Ankara Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Neyyire Yasemin Yalım, şunları söyledi:

"Tıp alanında bazı sözcükler insanları ahlaki seçim yapmaktan muaf tutar. Mesela komplikasyon bunlardandır. Belli bir zarar olabileceğini varsayarsınız, o zarar olursa bundan kimse sorumlu olmaz. Triaj da böyle bir sözcüktür. Beklenmedik, acil, çok ağır sağlık hizmeti ihtiyacı olan durumlarda bir önceliklendirme yapmak gerekir. Böyle bir duruma hazırlıklı olunamaz, bir anda olur, insanları sıraya dizmeniz gerekir. Kimse ahlaken sorumlu olmaz.

Triajın gerektirdiği unsurlar salgında yok. Beklenmedik bir durum değil, 9 aydır süren bir salgından bahsediyoruz. Acil değil, kronik bir durum. Triajda insanların sağlık ihtiyaçlarının farklı olması durumu da burada söz konusu değil. Hepsi aynı hastalığa sahip. Salgında triaj kavramını kullanmak doğru olmayacaktır. Burada hasta seçme durumu söz konusu. Ben bunu üzülerek söylüyorum, triaj dediğiniz zaman sağlık personelinin eline ahlaken iyi hissedecekleri imkân veriyorsunuz ama bu doğru değil.

Hasta seçmek durumunda kalabilirler, bu ahlaken stres yaratacak bir şeydir. Ama bu duruma gelmek sağlık çalışanlarının sorumluluğunda değil. Bence Türkiye’de bu süreci yöneten sağlık otoritesi çok yanlış kararlar aldı. Hâlâ doğru kararlar almakta gecikiyor. Sağlık çalışanlarını hastalarla karşı karşıya bırakıyor. Türkiye’de sağlık çalışanları zaten kahramanca bu süreci yürütüyorlar. Onları bir de böyle bir ahlaki yükümlülük altına sokmaya, vicdan azabıyla karşı karşıya bırakmaya hiç kimsenin hakkı yok. Bu işin sorumluluğu, bu süreci yönettiğini kim iddia ediyorsa onun üstündedir."

PROF. BULUT: AŞI VURULMAKTAN KİMSE ENDİŞE ETMESİN, YETER Kİ ONAY SÜRECİ ŞEFFAF OLSUN

Prof. Dr. Vedat Bulut, aşı konusunda şeffaf olunmadığını belirtti. Klinik deneme aşamasında 13 aşı olduğunu, bağımsız bilimsel kuruluşlardan onay almış bir aşı bulunmadığını hatırlatan Bulut, firmaların büyük bir ticari rekabet halinde hızla çalıştığını kaydetti.

Bulut, Türkiye’ye dair ise şunları belirtti:

"Türkiye’de ne gariptir ki birinci basamak sağlık hizmetlerinin, koruyucu sağlık hizmetlerinin ve Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nun görevi olmasına rağmen aşı ihalesini Kamu Hastaneleri Genel Müdürlüğü yaptı.Türkiye Halk Sağlığı Kurumu aşıları almıyor bile. Bu bile, şeffaflıktan ve bu işin nasıl yanlış bir şekilde yönetildiğinden bize haberler geçen bir olgu. Birinci basamak sağlık hizmeti, koruyucu hekimlik sistemi içinde olması gereken aşı uygulamasını yapacak kurum Kamu Hastaneleri Genel Müdürlüğü değildir.

Getirilecek miktara göre öncelik sıralaması yapılmıştır, doğrudur. Ancak bu aşıların kaç liraya mal edileceği, kamuya maliyetinin ne olacağı, hangi hızla uygulanacağı net olarak kamuoyu önünde anlatmadı. Pandemide en kötü yönetim belirsizlik yaratmaktır. Kamuoyunda bir endişe yaratırsanız pandemi ile mücadele edemezsiniz.İnsanlar güven duyup aşı vurulmazlar. Aşıya dair çok fazla bilgi kirliliği var. DNA’larla oynanacak gibi endişeler yersiz, bağımsız kuruluşlarca yapılacak onay süreçlerinden sonra her türlü aşı bizim için güvenlidir. En önce bizler yapılacağız. Aşı vurulmaktan kimse endişe etmesin, yeter ki onay süreci şeffaf olsun ve kamuoyu ile paylaşılsın."

DR. ERDOĞDU: BÜTÇEDEN SAĞLIĞA YÜZDE 10 AYRILMASI GEREKİRKEN YÜZDE 5.7’DE KALDI

Dr. Deniz Erdoğdu, bütçede salgında pay ayrılmamasını eleştirdi. "Tüm kapitalist ülkeler gibi salgına biz de hazırlıksız yakalandık. 2021 bütçesinde salgına yönelik pay ayrılmadı. Genel bütçenin yüzde 10’u sağlık bütçesine ayrılması gerekirken, yüzde 5.7’de kaldı" diyen Erdoğdu, koruyucu hekimlik, toplum sağlığı için ayrılması gereken payın çok az olduğuna işaret ederek asıl payın şehir hastanelerine, tedavi edici hizmetlere gittiğini söyledi.

PROF. AKKURT: MESLEK HASTALIĞI TÜM SAĞLIK ÇALIŞANLARINI KAPSAMALI

Prof. Dr. İbrahim Akkurt, Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı’nın dün Meclis’te meslek hastalığına dair yaptığı açıklamanın yanlış olduğunu belirtti.

Bakan Selçuk, "Eğer çalışan işçi 4A statüsündeyse meslek hastalığı kapsamında oluyor, memursa da vazife malulü kapsamında oluyor. Şartlar ile illiyet bağının kurulması durumunda sağlık çalışanlarının 4A veya 4C oluşuna göre vazife malulü ya da meslek hastalığı olarak kabul ediliyor" demişti.

Prof. Akkurt, "Çalışma Bakanı tarafından yanlış beyanatta bulunuldu. Vazife malullüğü yeterliliği sadece eski emekli sandığına bağlı olan, artı şu anda SGK’nın 4C denilen sistemine dahil olanlar içindir. Memur statüsünde olan ve vefat eden bir iki hekim arkadaş konusunda davanın sonuçlandığını söyledi. Bu sonuçlanma keşke olsa. Bu gerçekten böyle değil. İlliyet bağı denilince mahkeme süreçlerinde bir ilinti aranacaktır. Bizim hazırladığımız TBMM Başkanlığı’na sunulan yasa tasarısında bunlar ortadan kaldırılıyor. Vefat etmiş olanların yakınlarını, malul kalanların kendilerini yıllarca devam edecek, çoğu sonuçsuz kalacak davalarla uğraştırmamak için, Sağlık Bakanlığı kayıtları zaten var, kesin tanı olanların otomatikman meslek hastalığı olarak sosyal güvenlik kurumuna bildirilmesi ve tüm sağlık çalışanlarını kapsamı gerekiyor" diye belirtti.

PROF. KARCIOĞLU: YOĞUN BAKIMLARDA YÜZDE 100’ÜN ÜZERİNDE YOĞUNLUK VAR

Acil Tıp Uzmanı Prof. Dr. Özgür Karcıoğlu ise aciller ve yoğun bakımlara dair son durumu anlattı:

"Pandemide hastanelerde karşılanmasının en büyük etkisi acillerde oldu. Zaten sağlık sistemimizin, bizim eleştirdiğimiz, insanları herhangi bir hastalık durumunda acillere yönelten bir yapısı var. Acillerde bir yığılma söz konusu. 2 binli, 3 binli sayılarla karşılayan birçok hastane var. Son birkaç haftadır kısıtlamaların etkisiyle bu sayılar bir miktar aşağı düştü. Önemli sorunlardan bir tanesi pandemi ya da nonpandemi hastalarının ayrılmaması. Yoğun bakımlarda yüzde 100’ün üzerinde yoğunluk var. Mesela 10 yatak varken, 12. yatağın araya sıkıştırılması gibi durumlar söz konusu oldu."

PROF. ŞENOL: EMNİYETLİ İZOLASYON SÜRESİ 14 GÜNDÜR

Prof. Dr. Esin Şenol sa, izolasyon süresinin kısaltılmasına dair değerlendirmelerde bulundu:

"İzolasyon süreleri için teste dayalı, semptomik, hastanede mi evde mi gibi kriterlere göre süreler belirlendi. Daha önce 14-21 gün diye belirlediğimiz süreler vardı. Şimdi bulaşma sürelerinin 12 günü aşmadığını bildirmeye başladılar, yapılan çalışmalarda. Emniyetli sürenin 14 gün olması çok önemli. PCR testi yapmamızın tek amacı izolasyon süresi. Biz PCR testi yaparak tek amaç güdüyoruz; bulaşmayı önlemek. Bunun için de maksimim bulaşma süresini gözetmememiz gerekiyor. Maksimim bulaşma süresi semptomatik olmayan olgularda 14 gün, semptomatik bulgularda ise belirti ve bulgular düzeldikten sonra 10 gün ya da iki kez testinin negatif olduğunun gösterilmesi gibi bir takım kurallar koyuyoruz. İzolasyon süresinin birey açısından önemi, uzun süren bu hastalıkta bireyi erkenden işe göndermenin sonradan olası uzamış Covid-19 dediğimiz sürece olumsuz katıklarının olabilmesi. Bunun başında kalp ve solunum sistemiyle ilgili etkiler geliyor."

DOÇ. DR. DAVAS: FİLYASYON YAKICI BİR SORUN HALİNE GELDİ

Doç. Dr. Aslı Davas, filyasyon ekiplerinin yaşadığı sorunları aktardı.

Davas, "Filyasyon yakıcı bir sorun haline dönmüş durumda. Geldiğimiz noktada biz temaslıları takip edemiyoruz, temaslı tanımı sürekli daraltılıyor. Çünkü bu işlerin takibi için alanda bunu değerlendirecek ekiplerimiz yok. Var olan ekiplerle ilgili ciddi sıkıntı yaşanıyor. Ev ev dolaşması bekleniyor. Salgının iyice alevlenmesiyle birlikte öğretmenler ve diğer kamu personeli de filyasyon ekiplerine dahil edildi. Arkadaşlar günde 12 saat çalışıyor. İlçe sağlık müdürlüğünde yaptıkları diğer işleri de evde yapıyor, neredeyse kesintisiz 16 saat çalışıyorlar" diye anlattı.

PROF. KURT: AŞI YETERLİ DEĞİL, KAPANMANIN MUTLAKA OLMASI GEREKİYOR

Gazetecilerin "50 milyon doz aşı bizi ne kadar rahatlatacak?" sorusunu yanıtlayan Prof. Dr. Özlem Azap Kurt, şunları söyledi:

"Salgını kontrol altına alacak olan şey tek başına aşı olamaz. Salgının yaygınlığı dikkate alındığında, toplumsal hareketliliğin kısıtlanması dışında seçenek görünmüyor. Aşılama orta, uzun vadede katkı sağlayacak. Toplumda ‘aşı geldi, tamam bitti’ gibi yanlış bir algı oluşuyor. Ters olan şey; okulların kapalı olup AVM’lerin açık olması. Bir kapanmanın da mutlaka olması gerekiyor. Salgındaki yaygınlık izlenerek iller, ilçeler bazında kapanma da olabilir. Bunun için kararların epidemiyoloji ölçütlerine göre alınması gerekiyor."

AŞILAR ELDE Mİ KALDI?

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın zatürre ve grip aşılarının az diye eleştirildiği ancak aşıların elde kaldığı yönündeki açıklamasına dair ise Kurt, şöyle devam etti:

"Grip ve pnömokok (zatürre) aşısının ne kadar elde kaldığı söylenebilir, bilmiyorum. Biz kurum olarak pnömokok aşısını önceden İl Sağlık Müdürlüğü’nden alıp yapabiliyorduk, iki aydır verilmiyor. Aile Sağlığı Merkezlerine veriliyor. Burada hastalar sıraya giriyorlar, belli sayıda verildiği için. O yüzden pnömokok aşısının elde kalması gibi bir durum olduğunu sanmıyorum. Pratikte hala ulaşamayan insanlar var. Aşılama için geç değil. Türkiye’de influenza sezonu ocak ayının ilk haftasında pik yapar. Bu nedenle aşılama için geç değil. Nisan’a kadar grip aşısı yapılmalıdır, elde kaldı demek için çok erken."

‘TOPLUM SOSYAL DESTEKLE BİRLİKTE KAPANMA TALEP ETMELİ’

Tam kapanmanın toplumda neden yaygın bir talep haline gelmediği sorusuna dair ise Prof. Şebnen Korur Fincancı şunları söyledi:

"İnsanlar kapanmak istemiyor çünkü sosyal destek yok.Ücretsiz izin adı altında insanların günlük 39 lira ile hayatta kalabileceği varsayımı, toplumun kapanması konusunda da ciddi kaygılar yaşanmasına neden oluyor. Ne yazık ki toplumda da bir ses bulamıyor. Toplumun sosyal destekle birlikte bu kısıtlamaların gerçekleştirilmesi talebini dillendirmesi gerekiyor. İnsanca yaşayabilecek bir ücretle bu kapanmanın olması ve tabi ki doğru verilerle bölgesel temelli değerlendirmeler gerekiyor. Bunlara halk katılımı, yerel yönetimlerin katılımı gerekiyor."

Öne Çıkanlar