RTÜK, idari yargı ve Halk TV

Devlet (yürütme) galiba bu kez telefon diplomasisini (!!!) değil de anayasal ve bağımsız kurumları kullanarak basında kendi canını sıkan sesleri diskalifiye etmek istiyor.

Türkiye’nin her yerinden sevimsiz kokular geliyor, ne demek istediğimi aşağıda açıklayacağım.

Önce, çok kısa olarak zaten herkesin bildiği ve maalesef sıradanlaşma eğilimi gösteren ekran, program karartma meselesini özetleyeceğim.

Halk TV ve TELE 1 hakkında RTÜK tarafından verilen beşer günlük ekran karartma cezası var.

Kanallar idari yargıya başvurdular ve idari yargı yürütmeyi durdurma kararı verdi.

Bu sürecin bir yerinde de, yaptığı program çok izlenen Ayşenur Arslan ekranlardan kayboldu, yaz aylarıdır, çok yoruldu, izin kullanıyor dendi ama bu izin bir türlü bitmedi.

Üstelik Ayşenur Arslan’ın izin kullandığı dönem Ayasofya’nın ibadete açıldığı, Diyanet İşleri Başkanının 1934 kararı altında imzası olanlara, Atatürk de dahil, beddua ettiği, 1934-2020 ya da Tanzimat-2020 arasının fetret devri diye adlandırıldığı, hilafet makamının ciddi ciddi konuşulmaya başlandığı, CHP’nin kurultay yaptığı bir dönem.

Bana, Ayşenur Arslan’ın böyle bir konjonktürde bu kadar uzun bir izin kullanması, eşyanın tabiatına, hayatın doğal akışına uygun gelmiyor.

Siyasal iktidarın, Cumhur ittifakının Ayşenur Arslan’dan ve konuklarından çok hoşnut olmadığı açık; yürütmenin hoşnut olmadığı, beğenmediği, kendisi için risk taşıyan kişileri ekranlardan attırması yeni bir olay da değil, bu anormal durumlar artık ülkemizde adamın köpeği değil, köpeğin adamı ısırması gibi algılanıyor.

Ancak, HALK TV’de yaşananların belki biraz daha farklı bir yanı olabilir.

Bu kez muhtemelen bir bakan ya da bir Saray bürokratı kanal yöneticisini ya da kanal sahibini arayıp …….’ı işten çıkarın dediğini zannetmiyorum. 

Daha vahim gelişmeler yaşanmış olabilir.

Bir anayasal kurum olan RTÜK’ün bu süreçte aktif bir görev almış olması ve verdiği çok ağır, galiba televizyonculuk tarihimizde hiç görülmemiş, tekrarında frekans iptaline kadar gidebilecek bir ceza ile devreye girmiş olması muhtemel.

RTÜK Başkanının "Cumhurbaşkanının emirleri başımızın üzerinedir" mealinde sözü hafızalarda. 

RTÜK’ün bu kararı HALK TV ve TELE1’in üzerinde Demokles’in kılıcı gibi duracak bir süre.

İdari yargının yürütmeyi durdurma kararı da, isminden de anlaşılacağı gibi kalıcı bir karar değil, her an başka bir idari yargı kararı ile anlamı değişebilir.

Bu yürütmeyi durdurma kararı RTÜK’ün ekran karartma kararını daha da tehlikeli hale getirmiş olabilir çünkü ortada belirsizlik süresinin artması var.

Çok karamsarım.

Devlet (yürütme) galiba bu kez telefon diplomasisini (!!!) değil de anayasal ve bağımsız kurumları kullanarak basında kendi canını sıkan sesleri diskalifiye etmek istiyor.

Faruk Bildirici’nin RTÜK’ten uzaklaştırılması kararının RTÜK Başkanlığı tarafından "tarafsızlığını yitirmesi" biçiminde gerekçelendirilmesi de bu hikâyenin mizah sosu gibi duruyor.

Bu süreçte "neden direnmedi?" diye HALK TV’yi de eleştirebilirsiniz ama bu eleştirinin mantığı hakkında kuşkularım olabilir çünkü ortada müdanasız bir biçimde frekans iptaline kadar gideceği belli bir süreç var.

Bir kanal bu durumda "inceldiği yerden kopsun" mu demeli yoksa her şeye rağmen yayınını sürdürmeye mi gayret etmeli, emin değilim.

Tabii, başka bir ihtimal de, La Fontaine’in "Kurt ve kuzu" fablinde olduğu gibi, ne yaparsan yap, kurt seni yemeye kararlı da olabilir.

Çok ama çok sıkıntılı bir dönemden geçiyor Türkiye.

Son aylarda yazdığım bir konu aklıma geliyor, siyasal iktidar ile hukuk devletinin kalıntı kurumları arasında şiddeti artan uyumsuzluk konusu.

Seçimlerden, sandıktan vazgeçmez AKP ama "gizli oy, açık tasnif" sisteminden "açık oy, gizli tasnife" neden geçilmesin?

Şaka gibi geliyor ama son beş, altı senede yaşananları bir düşünün, yaklaşık hepsi 2004 senesinde herkese şaka gibi gelirdi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi