Sabuncu: İktidarın bu ülkeye bulaştırdığı iki virüs var

Sabuncu: İktidarın bu ülkeye bulaştırdığı iki virüs var
Cumhuriyet Vakfı'nın yeni başkanı Alev Coşkun'un iddialarına yanıt veren Murat Sabuncu, Çoşkun’un yayın politikasının 'itibarsızlaştırmak' ve 'iftira atmak' olduğunu söyledi.

ARTI GERÇEK - Cumhuriyet gazetesinin sahibi konumundaki Cumhuriyet Vakfı’nın yeni başkanı Alev Coşkun, "Cumhuriyet’i hedefe koymak rastlantı mı?" başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Vakıf yönetimi değişikliğiyle birlikte  Cumhuriyet gazetesinden bir çok ismin tasfiye edilmesini ‘silkiniş’ olarak nitelendiren Coşkun, 7 Eylül’de gerçekleşen vakıf yönetimi değişikliğinin ardından ‘hedef tahtasına oturtulduğunu’ iddia etti.

MUHALİF BASINI DA SUÇLADI

Yazısında muhalif basını da suçlayan Alev Coşkun, Cumhuriyet gazetesine yönelik olduğunu iddia ettiği saldırıları tanımlarken, 'T24 gibi Cumhuriyet gazetesine karşı olan bir mecrada sıkışıp kaldı' ifadesi kullandı.

Türkiye'deki saldırların ardından, Aydın Engin ve Can Dündar'ın konuyu Avrupa’ya taşıyıp Almanya ve Fransa’dan Cumhuriyet gazetesine 'yaylım ateşi başlatıldığını da iddia eden Alev Coşkun'a gazetenin tasfiye edilen genel yayın yönetmeni Murat Sabuncu sosyal medyada yayınladığı bir yazıyla yanıt verdi.

Cumhuriyet üzerine başlıklı yazıda Alev Coşkun'un iddialarına yanıt veren Sabuncu, '16 gündür bitmek bilmeyen saldırılar' olarak tarif ettiği iddialara karşı, "Bugünkü iktidarının bu ülkeye bulaştırdığı iki virüs var. Birincisi kendi gibl düşünmeyeni itibarsızlaştırmak için iftira atmak. İkincisi şu anda gazeteyi hala yapan eski çalışma arkadaşlarım ve köşe yazarlarını suskunluğa mecbur bırakarak iftiraya göz yummalarını sağlamak. Alev Çoşkun’un yayın politikası konusunda yaptığı bu" yanıtı verdi.

'BUGÜNKÜ İKTİDARIN BU ÜLKEYE BULAŞTIRDIĞI İKİ VİRÜS VAR'

Cumhuriyet gazetesinin eski genel yayın yönetmeni Murat Sabuncu'nun Cumhuriyet Vakfı’nın yeni başkanı Alev Coşkun'a cevaben kaleme aldığı yazıda şu ifadeleri kullandı:

"7 eylül 2018 günü genel yayın yönetmenliğinden ayrıldığım gün yazdığım internete konulmayan son yazımda şunları söylemiştim: Kimse benim ağzımdan Cumhuriyet aleyhine tek bir kelime duymayacak. Çünkü karanlığa karşı, yaşamalı Cumhuriyet, yaşasın Cumhuriyet. 
Söz namustur diye bakarım hep hayata. 16 gündür bitmek bilmeyen saldırılara karşı hep sustum. Ama Cumhuriyet Vakfı’nın yeni başkanı Alev Çoşkun’un 23 Eylül günü yayınlanan gazetenin yayın politikası üzerine çarpıtma, yalan-iftiraların da olduğu yazısını görünce iki cümle etmek zorunlu oldu. 
Öncelikle şunu söyleyeyim yayın yönetmeni olduğum gün yakın çalışma ekibime iki kişiyi aldım. 16 yıldır Cumhuriyet’te çalışan Bülent Özdoğan ile 22 yıldır Cumhuriyet’te çalışan Aykut Küçükkaya. Aykut tecrübesiyle gazeteye giren tüm haberlerden sorumlu olacaktı. Ben hapse girene kadar, hapisteyken ve çıktıktan sonra son güne kadar ayni görevdeydi. Gazetede olduğu hergün gazetenin birinci sayfasının oluşturulma aşamasında fikirleriyle 1. Sayfaya yön verenler arasındaydı. Bir tek gün (yazıyla bir) gazetenin 1. Sayfasıyla ilgili yayın politikası ile ilgili olumsuz-uyaran blr cümle etmedi. 1. Sayfayı yapan ekipteki kişilerin katkısıyla her gün gazete ortak akılla yapıldı. 
Bugün gazetede hala göreve devam eden köşe yazarları ki bir kısmı şu anki yönetimde tek blr gün bana sözlü ya da yazılı yayın politikası ile ilgili katkı-eleştiri yapmadı. Çalışırken odama geldiklerinde ya da ben uğradığımda gazetenin haberciliği konusunda pek çok övgü aldım. Bu övgüler (azalsa da) ben ayrıldıktan sonra da telefonla mesajla sürdü. 
Bugünkü iktidarının bu ülkeye bulaştırdığı iki virüs var. Birincisi kendi gibl düşünmeyeni itibarsızlaştırmak için iftira atmak. Alev Çoşkun’un yayın politikası konusunda yaptığı bu. İkincisi diğerlerini (burada diğerleri şu anda gazeteyi hala yapan eski çalışma arkadaşlarım-köşe yazarları) en azından suskunluğa mecbur bırakarak iftiraya göz yummalarını sağlamak. Şimdi Cumhuriyet’in hala çalışan emekçilerine soruyorum: tek bir gün gazeteye girmeyen, sansürlenen, Cumhuriyet ilkeleri dışında yapmaya zorlandığınız blr haber oldu mu? Cumhuriyet yazarlarına soruyorum: yazılarınızda bir tek virgülün yeri değişti mi ? 
Şimdi tekrar söylüyorum. Cumhuriyet’i her gün, tarihsel geçmişiyle de uyumlu şekilde "sesi kısılanların sesi, saklanmak istenenlerin cesurca gösterildiği" gazete olarak yaptık. Herkesin "kendi sesine âşık olduğu" bu zorlu süreçte farklı seslerin bir arada varolduğu entelektüel bir yapı kurguladık. Kim haksızlığa uğruyorsa; hangi mahalleden olduğuna ya da kişisel dostluklara bakmadan tüm objektifliğimizle, gazetecilik ve evrensel değerler ekseninde haberini yaptık. 
Dava süresince bizlere yapılan haksızlık ve atılan iftiraların blr kısmında dahli bulunan, meslektaş olarak anılmaktan utandığım kişilerin gazetedeki varlığına bile " cumhuriyet vazosu kırılmasın’ diye sessiz kalmış, yeni vakfın oluşacağı belli olduğunda istifasını hazırlamış ama gazete dağılmasın diye yakınındaki arkadaşlarıyla-yazarlarla konuşarak gazetede kalmalarını telkin etmiş bir Cumhuriyetçi olarak son cümleyi İlhan Selçuk’tan alıntılanmak istiyorum: hayatı boyunca herkes kendi heykelinl yontar."

'GAZETEYİ HEDEFE KOYMAK RASTLANTI MI'

Cumhuriyet gazetesinin sahibi konumundaki Cumhuriyet Vakfı’nın başkanı Alev Coşkun, "Cumhuriyet’i hedefe koymak rastlantı mı?" başlıklı yazısnda, gazeteyi HDP’ye ayırdığı için eleştirirken, Almanya'nın DHKP-C’ye 'PKK yandaşlarını' ve 'FETÖ'nün en ileri elemanlarını siyasi koruma altına aldığını iddia ederken, Cumhuriyet gazetesinin eski kadrosunun bunu görmezden gelmekle suçladı:

Cumhuriyet Vakfı’nın başkanı Alev Coşkunşu kaleme aldığı yazısının devamında şu ifadelere yer verdi:

7 Eylül 2018, Yargıtay kararına uyularak yapılan seçimlerin ve Cumhuriyet Vakfı yeni yönetim kurulunun oluşmasının tarihidir.

Bu noktaya, iki buçuk yıl süren hukuk mücadelesi sonunda gelindi. Fakat ondan öncesi de var,  aslında toplam beş yıllık bir mücadeledir. Bu hukuk davası öncelikle İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görüldü, mahkeme seçimin iptaline karar verdi. Dava dosyası İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nden geçti, sonunda Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 3 Temmuz 2018 tarihinde verdiği kararla sona erdi. Hukuka aykırı seçimler iptal edildi.

7 Eylül’den sonra özellikle hedef tahtasına oturtuldum. Kişisel haklarıma büyük saldırılar yapıldı. Hukuksal yönde hiçbir dayanağı olmayan, ancak dedikodulara dayanan yalanlar, yanlışlar ve saptırmalar devreye sokuldu.

Temelsiz ve saptırmalara dayalı bu yazılara yanıt vermeyi düşünmedim. Zaten kısa bir süre sonra da bu temelsiz yalanlara itibar en alt düzeye indi, sosyal medyanın gücü, bu sistemli saldırıları boğdu. Saldırılar T24 gibi zaten Cumhuriyet gazetesine karşı olan bir mecrada sıkışıp kaldı.

Ülkemizdeki durum bu iken konunun başrolünde görev almış olan Can Dündar ve Aydın Engin konuyu bu kez Avrupa’ya taşıdılar.  Zaten bu ikili Almanya’da bazı çevrelerde iyi tanınan kimselerdir. 
Bu bağlamda Almanya ve Fransa’da geçen hafta yaylım ateşi başladı.  Cumhuriyet gazetesi el değiştirmişti, Cumhuriyet gazetesi Saray gazetesi olmuştu, Cumhuriyet gazetesi aşırı milliyetçi olmuştu... Bunları yapan Alev Coşkun da Saray’a imzasız mektup yazmıştı...

Bunları Türkiye’de piyasaya sürmüşler,  -küçük bir azınlık bir yana bırakılırsa- toplumda karşılık bulamamışlardı. Öyleyse tam zamanıydı "neo-liberal" yönde hızla ilerleyen,  "muhafazakârlaşan" Avrupa basını kullanabilirdi.

Alman Cumhurbaşkanı tarafından merasimle kabul edilen "hizmetleri nedeniyle"(!) kendisine plaket verilen Can Dündar derhal başrolde topa giriyordu.

Toplu saldırı

Uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinin Almanya temsilciliğini yapmış, 30 yıllık gazeteci Osman Çutsay, konuyu irdeleyen "Bu iftiracılar Cumhuriyet’e nasıl yönetici oldu" başlıklı yazısında şöyle yazıyordu:
"Böyle bir toplu saldırıya, Soğuk Savaş’tan bu yana 2000’lerde Putin ve Esad dışında pek tanık olmamıştık. Gorbaçov ve Özal döküntüsü bir avuç kiralık adam, ‘Türk Gorbileri’, bunu başarmış oldular. Başka bir şeyi değil, bunu becerdiler." (Odatv, 15.09.2018)

Almanya’daki gazetelerde yer alan yazıların özeti şudur:

"Türkiye’deki yegâne muhalif gazete Cumhuriyet, Erdoğan destekli karanlık, ekstrem nasyonalist ve ultra Kemalist darbe sonucu tasfiye edilmiş bulunuyor." Bu yorumlardaki unsurlara bakalım.

1- Erdoğan destekli ve karanlık,
2- Ekstrem nasyonalist,
3- Ultra Kemalist.

Neymiş, işte bu niteliklerdeki bir darbe sonucu Cumhuriyet ele geçirilmiş... Alman basınının bu denli insafsız, bu denli "tek yanlı" bir yayın politikası izlediği görülmemiştir. Bu gazetelere verilecek yanıt, çok basit olarak şudur:

7 Eylül’den bugüne 16 gün geçti, bu zaman diliminde Saray lehine, Erdoğan lehine tek bir manşet, bir haber, bir yazı gördünüz mü?

Cumhuriyet gazetesi; kale

Cumhuriyet gazetesinin tekrar Cumhuriyet felsefesinin ve Atatürk’ün laik, çağdaşlaşma devrimlerinin savunucusu olarak ortaya çıkışı... Atatürk ilkelerine düşman olan cepheye karşı önemli bir kalenin yeniden kazanılması, bu kalenin kendi doğuş ilkelerine dönmesi karşısında özellikle Almanya basını telaşa düşmüştür.

Bedri Baykam da konuyla ilgili yazdığı yazıda, Fransa’da Le Monde gazetesinin yorumunu "yüz kızartıcı" buluyor, bunun akıl almaz derecede yanıltıcı, demokratik haklar ve teamüller açısından kabul edilemez olduğunu belirtiyordu. Le Monde, seçimle yerlerine dönen yeni yöneticileri "Atatürk dogmasından mustarip insanlar" olarak nitelendiriyordu. (Odatv, 19.09.2018)

Le Monde, Der Spigel, Die Tageszeitung gibi yayın organları nasıl böyle tek yanlı yazıları, evrensel gazetecilik ilkelerini altüst ederek yayımlayabiliyorlardı?

‘Her şey rastlantı mı?’

Şükran Soner, gazetemizde bu konuları irdeleyen "Her şey rastlantı mı" başlıklı yazısında;
"Cumhuriyet gazetesi de Aydınlanmacılığın odağında işlev yaparken ne oldu da akıl almaz bir baskılama, geriye çekmenin hedef tahtasına oturtuluverdi" diye soruyor.

Kemalizm eleştirisinin "rastlantı olmadığı"nı belirten Soner, "Laik Cumhuriyet, Atatürk Devrimleri, Anadolu Aydınlanmacılığının... Cumhuriyet gazetesinin Türkiye’nin gelişimlerin patlamalar yaşadığı süreçlerde hedef tahtasına alınmaları rastlantı olabilir mi?" diyor. (Cumhuriyet, 10.09.2018)

Kin kusan zihniyet

Bu derece kin kusan, bu derece nesnellik ve objektiflikten uzak yayınların arka planında ve altyapısında ne var? Kısaca bunun altyapısında "Sovyetler’in yıkılışından sonra oluşan küreselleşmeye dayalı yeni dünya düzeninin ideolojik temelleri" vardır.

Küreselleşmeyi dayatan Neoliberaller, Ortadoğu’nun parçalara ayrılması, etnik temele dayalı ufak devletlerin yaratılmasını istiyorlardı. Bu strateji hâlâ geçerlidir.

Neoliberal kesimin sözcüleri, Türkiye’ye gelip Atatürk’ün resimlerini resmi dairelerden kaldırınız, Atatürk İlkelerini kenara itiniz demediler mi?

Alman vakıflarının sözcüsü Udo Steinbach, "Sorun Atatürk’ün bir paşa fermanıyla yarattığı yapay ürün Türk Devleti ve Türk ulusudur. Sorun, Kemalizm ve Kemalizmin ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir" demedi mi?

Ünlü Prof. Huntington, "Türkiye çağdaşlaşma, laik toplum olma yönündeki çalışmaları bıraksın, eski geleneklerine dönsün, İslamlaşsın, Ortadoğu’daki İslam devletlerinin lideri olsun" demedi mi?

Eski CIA Ortadoğu Masası Şefi Graham Fuller, Atatürk Devrimleri için "Zorunlu Batılılaşma Türk toplumunda bazı yaralar bıraktı... Kemalizmin sonunun geldiğini söyledim" demedi mi?

AB’nin Ankara temsilcisi Karen Fogg’un girişimleri unutulabilir mi? Karen Fogg’un Türkiye’nin bölünmesi yönünde hareket ettiği kendi e-postalarından kanıtlanmadı mı? Karen Fogg’un çocukları onun düşünce sistemi yönünde çalışmalarını yürütmediler mi?

  "Karen Fogg’un çocukları" olarak ünlenen bu kişilerin bir süre sonra "Yetmez ama Evetçi" oldukları görülmedi mi? Bunların daha sonra FETÖ’cülerle işbirliği yaptıkları kanıtlanmadı mı?
Bunlar geçmişte kaldı diyenlere bugünden bir örnek verelim. Karen Fogg’un uzantısı olan yeni AB Sözcüsü Kati Piri, Cumhuriyet Vakfı seçimlerinin yapıldığı 7 Eylül günü yeni seçilen vakıf yöneticilerini, "Aşırı milliyetçi-faşistler" olarak nitelemedi mi?

Tüm bunlar tesadüf olabilir mi? Konuya daha somut noktalardan örnekler verelim:

Almanya DHKP-C’ye karşı çıkıyor mu? Almanya PKK yandaşlarını korumuyor mu? FETÖ’nün en ileri elemanları bugün Almanya’da siyasal koruma altında değiller mi?

Almanya Türkiye’nin güney sınırlarında bir "Kürt Koridoru ya da İsrail Koridoru" oluşturulmasına karşı çıkıyor mu? Bu konularda açık bir tavır sergiliyor mu?

O zaman Alman basınının Cumhuriyet felsefesini, Atatürk’ün çağdaşlaşma devrimlerini korumak yönünde bildiri yayımlayan Cumhuriyet Vakfı yeni yönetimine ve Cumhuriyet gazetesini yayımlayan genç ekibe karşı olmaları doğaldır.

Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü ve Kuvayi Milliye ruhunu savunacağını, ayrıca Kuvayi Milliye’nin anti emperyalist karakterini içselleştirdiğini belirten Cumhuriyet gazetesine karşı olmaları doğaldır. 
Alman gazeteleri düşünce özgürlüğünü savunuyor görünüyorlar ama, kendileri gibi düşünmeyenleri hemen faşistlikle suçluyorlar.

Yeni ‘Taraf’ isteniyor

Alman gazetelerinde yorum yazanlar, giderek "Taraf" gazetesi durumuna düşmüş olan Cumhuriyet’in bir silkiniş yapmasını kabul edemediler. Cumhuriyet gazetesi, eski durumuyla devam etmeli, Ahmet İnsel Atatürk’e saldırmalı, "Kemalizmle Erdoğanizm birdir" diyerek saçmalıklarla dolu yazılar yazmalı, gazete haberlerinin büyük bölümü HDP’ye ayrılmalı, FETÖ’ye karşı eleştiri yapılmamalı, Türkiye’nin güney sınırında oluşturulan koridora yandan, arkadan destekleyen yazılar devam etmeli, Cumhuriyet gazetesi, "Yeni Taraf" olarak yayınını sürdürmeliydi...

Ancak, 7 Eylül 2018’de seçilen yeni Vakıf yönetim kurulu "Hayır, biz yeni Taraf olmayacağız" diyordu. 
Madem, Cumhuriyet gazetesi tam bağımsızlık diyordu, madem ülkenin bölünmez bütünlüğü diyordu, madem Atatürk’ün çağdaşlık yönündeki İlke ve Devrimlerini savunacağız diyordu, öyleyse Cumhuriyet gazetesi:

- Faşist olmuştu,
- Erdoğan destekli olmuştu,
- Ultra Kemalist darbe sonucu göreve gelmişti.

Avrupa gazeteleri, "Yeni Cumhuriyet gazetesi"ne değil, aslında Atatürk’e, onun laik çağdaşlaşma devrimlerine ve anti emperyalist karakterine karşı çıkıyorlar. (HABER MERKEZİ)

Öne Çıkanlar