Şair Delal Ay: Yaşadığım acılar ruhumda derin izler bıraktı

Dîna Evînê (Aşkın delisi) adlı şiir kitabının yazarı Delal Ay, şiir yazarken en çok işkenceler, göçler, ayrılıklar ve yarım kalan aşklardan etkilendiğini söylüyor.

Mehmet KORKMAZ


ARTI GERÇEK - İlk şiir kitabı Dîna Evînê (Aşkın delisi) adıyla geçtiğimiz günlerde Sitav Yayınevi tarafından basılan iki çocuk annesi Kürd Şair Delal Ay’ı bu hafta köşeme konuk ettim. Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Güçlü (Cêlik) köyünde dünyaya gelen Delal Ay, bana ilginç yaşam öyküsünü, şairliğe giden dikenli yolda karşılaştığı işkenceleri, köy yakmaları, zorunlu göçleri, ayrılıkları anlattı.

İlk şiir kitabınız Dîna Evînê (Aşkın delisi) piyasaya çıktı, ancak tanıtımı yapılmamış olacak ki yeterince tanınmıyorsunuz. Kendinizi tanıtır mısınız, Delal Ay kimdir?

Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Cêlik köyünde doğdum. 12 Eylül Askeri Darbesi'nden sonra köyümüzün adı değiştirildi ve Güçlü oldu. Cêlik, nüfusu 500’e yaklaşan büyük bir köydü. Köyde yaşayanların neredeyse tamamı birbiriyle akrabaydı. Babam Nusrettin Ay, kaçakçıydı ve aynı zamanda köyün ağasıydı. İki eşi ve bu iki eşinden doğma 18 çocuğu vardı. Ben babamın ikinci eşi olan annem Mahinur’un 9 çocuğunun dördüncüsüyüm. Hayatta olan annemin babası Çerkes, annesi ise Kürt’tü. Artık hayatta olmayan babam ise katıksız Kürt’tü.

Babanız geçimini kaçakçılık yaparak sağladığı için güvenlik güçleriyle sıkıntı yaşadınız mı?

‘ASKERLER KAÇAKÇILIK YAPAN BABAMI BULAMAYINCA BÜTÜN KÖYÜ DAYAKTAN GEÇİRİYORLARDI’

Babam hem kaçakçı, hem de Barzani hayranı bir Kürd milliyetçisiydi. Amcalarım ve kardeşlerim de solcuydu. Bu yüzden jandarmanın ayağı köyümüzden eksik olmuyordu. Askerler Kulp, Lice ve Diyarbakır’dan geliyorlardı. Aradıklarını bulamayınca köyü topluca dayaktan geçiriyorlardı. Bu arananlar genellikle babam, amcalarım, kardeşlerim ve kuzenlerim oluyordu. Köyde en fazla bizim ailemiz baskı gördü.

Siz de bu baskılardan, dayaklardan nasibinizi aldınız mı, yoksa sadece atılan dayağa tanıklık mı ettiniz?

70’li yıllardı ve ben henüz küçük bir çocuktum. Dolayısıyla asker dayağı yemedim, ama İstanbul’a taşındığımız 90’lı yıllarda birçok defa polis dipçiğiyle uyandığımı hatırlıyorum. Arama yapmak için ayakkabılarıyla içeri dalıyor, her tarafı dağıtıyor, ellerindeki tomsonların dipçikleriyle bizi dövüyorlardı.

Dîna Ewînê nasıl ortaya çıktı?

‘KÖYDE JANDARMADAN, ŞEHİRDE POLİSTEN YEDİĞİMİZ DAYAKLAR, ZORUNLU GÖÇLER, AYRILIKLAR, YARIM KALAN AŞKLAR BENİ DERİNDEN ETKİLİYORDU’

Kendiliğinden ortaya çıktı diyebilirim. Şehirde büyüdüğüm için tek kelime Kürdçe bilmiyordum. Mutsuz bir evlilik geçirmiş, iki çocuğumla hayata tutunmaya çalışıyordum. Annem bizi Kürd masallarıyla büyüttü. Şarkılarla, manilerle hikayelerimizi çok güzel dile getiriyordu. Ama en büyük etken; hayatın gerçekleriydi. Zorunlu göçler, kaybolan hayatlar, dağılan aileler, gözaltılar, işkenceler. Köyde jandarmadan, şehirde polisten yediğimiz dayaklar, küfürler, hakaretler, yarım kalan aşklar beni derinden etkiliyordu. Önce internette bir sosyal medya hesabı açtım. Ardından Kürdçe sözlük edindim ve başladım Kürdçe öğrenmeye. Gerisi kendiliğinden geldi. Yaşadıklarım, duygularım mısralara dökülmeye başladı. İlk önce dörtlüklerle işe başladım, sonra uzun şiirler yazdım. Bir anda yüzü aşkın şiirim birikmişti. Bunları sosyal medyada da paylaşıyordum. Beğenenler bu şiirleri neden bir kitapta toplamadığımı sormaya, bana yol göstermeye başladılar. Bir, iki başarısız denemeden sonra iyi bir yayınevi ile anlaştım ve böylelikle ilk şiir kitabım Dîna Evînê yayınlanmış oldu.

Şairler, yazarlar eserlerini yazarken "ilham geldi" derler. Size de şiirlerinizi yazmadan önce ilham geliyor mu?

Şiirlerim içimden gelen duyguları yansıtıyor. Bazen biri bir söz söyler başlarım yazmaya. Birisi üzüntüsünü dile getirirken duygulanır ve ağlar. Ben hemen başlarım yazmaya. Birileri evlat acısını dillendirir. Ben hemen kaleme, kağıda sarılırım. Yani tamamen gerçek hayattan, yaşadığım olaylardan etkilenerek yazıyorum. Bazı şiirlerim bestelendi, Kürdçe şarkı sözlerine dönüştü. İlkinin adı; Ax Neçe (Ah gitme). Başkaları da var.

En beğendiğiniz ve şiirlerinden etkilendiğiniz şairleri sorsam?

Ünlü Kürd şairler Feqiyê Teyran ve Ahmed Arif’i çok beğeniyorum, şiirlerinden etkileniyorum. Feqiyê Teyran’ın sonradan bir şarkının bestesi de olan "Yar tu yî" adlı şiirini dinlediğimde tüylerimin diken diken olduğunu hissetmiştim. Ahmed Arif’in bütün şiirlerini büyük bir beğeniyle okuyor ve dinliyorum.

Jandarma baskısıyla ilgili başka neler hatırlıyorsunuz?

‘ZİHİNSEL ENGELLİ GENCİ DİKENLERİN ÜZERİNE YATIRDILAR, DERİSİNİ YARA, BERE İÇİNDE BIRAKTILAR, ÇIĞLIKLARI KULAKLARIMDA ÇINLIYOR’

"Jandarmalar geldi" sözünü duyunca çok korkar, saklanacak delik arardık. Ben jandarma dayağı yemedim, ama annem, kardeşlerim, kuzenlerim, köylülerim jandarmalar tarafından ağır işkencelerden geçirildiler. Babamı, kardeşlerimi yakalamak için köye baskın yapıyor, yerlerini söyletmek için ayrı ayrı yerlere kapattıkları erkeklere, kadınlara işkence yapıyorlardı. Bir seferinde erkeklere üç gün sürekli dayak attılar, "eşlerinizi dağa kaldırır, çırılçıplak soyar işkence yaparız" diye tehdit etmişler. Aynı şekilde kadınları, çocukları bir eve kapatıp üç gün orada aç ve susuz bıraktılar. Köyde zihinsel engelli bir genç vardı. Engelli olduğunu bile bile dikenlerin üzerine yatırdılar, derisini yara, bere içinde bıraktılar. Çığlıkları hala kulaklarımda çınlıyor. Erkek kardeşlerimi köpek barınağına kapatıp işkenceden geçirdiler. Bir kardeşim 12-13 yaşlarındaydı. Jandarma ayağındaki potiniyle tırnağına basarak etini kopardı. Bütün bu olanlar ruhumda derin izler bıraktı.

Bunca dayak ve işkenceye rağmen kimse babanızın, kardeşlerinizin saklandıkları yerleri söylemedi mi?

Biraz önce dediğim gibi; köyde hepimiz akrabaydık. Yakın akrabalar babamın yerini biliyordu, onlar da söylemedi. Ama 12 Eylül Askeri Darbesi sırasında köye dönen babamı, kardeşlerimi, amcalarımı görüp ihbar eden olmuş. Askerler yakalayıp götürdüler. Babam 1983’de cezaevinden çıkınca "Kızlarım, oğullarım büyüyor. Köyde bir tek ilkokul var. Oysa ilkokuldan sonra da okumalarını istiyorum" dedi ve evimizi Diyarbakır merkezine taşıdı.

Diyarbakır’dan sonra İstanbul’a taşındınız. Nasıl oldu?

‘BABAM, YAKIN DOSTLARI BEHCET CANTÜRK, ADNAN YILDIRIM, HACI KARAY, YUSUF EKİNCİ İLE BİRLİKTE ÖLDÜRÜLECEK KÜRD İŞ ADAMLARI LİSTESİNDE YER ALIYORDU’

Diyarbakır’da 1,5 yıl gibi kısa bir süre kaldıktan sonra İstanbul’a taşındık. Bu sırada bir kız kardeşim, baskılara daha fazla dayanamamış ve dağa çıkmıştı. Babam ise işlemediği bir cinayet suçlamasıyla aranıyordu. Aynı zamanda yakın dostları Behcet Cantürk, Savaş Buldan, Adnan Yıldırım, Hacı Karay, Yusuf Ekinci ile birlikte Susurluk çetesinin öldürülecek Kürd iş adamları listesinde yer alıyordu. Köyden çıkarak jandarma baskısından kurtulmuştuk, ama bu kez de babamı ve kız kardeşimi arayan polisin baskısı başlamıştı. İkide bir evimizi basan polisler yerlerini söyletmek için bizi dayaktan geçiriyordu. Şehirde değişen tek şey; jandarmanın yerini polisler almıştı.

Anneniz de polis dayağından nasibini almış mıydı?

‘BABAMIN YERİNİ SÖYLETMEK İÇİN ANNEMİ GÖTÜRDÜLER, 3 GÜN SONRA  DÖNDÜĞÜNDE TANIMAKTA ZORLUK ÇEKTİK’

Babamın yerini söyletmek için ailemizin kadın, erkek bütün bireylerini alıp ötürdüler. Üç gün sonra eve dönen annemi tanımakta güçlük çektik. Kilolu bir kadındı, ama yaşadıklarından sonra adeta süzülmüş ve zayıflamıştı. Günlerce bizimle tek kelime konuşmadı, sorularımızız yanıtsız bıraktı. Eski, normal halini alması epey zaman aldı. Diğer yakınlarımızı kadın, erkek 40 gün nezaretlerde tuttular. Bu süre boyunca dayak ve işkenceler gırla gitmiş. Kadınlara meme uçlarından elektrik vermişler. Eşlerinizi teslim etmezseniz sizi bırakmayız demişler, tecavüzle tehdit etmişler. Babam 1999 yılında yakalanıp hapse girinceye kadar ailemize uygulanan baskılar aralıksız sürdü.

İstanbul’da başka ne tür zorluklar yaşadınız?

Güçlü aile bağları ve dayanışma sayesinde hemen hemen hiç uyum sorunu yaşamadık diyebilirim. Babam çok ilgili biriydi, annem ise çok düzenli. Babam işyeri açtı, kardeşlerim iş bulup çalışmaya başladı, çocuklar da okullarına yerleştiler. Böylece İstanbul’a yerleşmiş, bir düzen tutturmuş olduk. Tam "sakin bir hayat başladı" derken, bende sağlık sorunları baş göstermeye başladı. Boğazımda yaralar çıktı, sesim kısıldı. Başvurduğum doktorlar, bunların kanser başlangıcı olduğunu, üzüntüden, stresten uzak durmadığım takdirde ölümle sonuçlanabileceğini söylediler. Yapılan patoloji tetkiki iyi huylu çıktı. Şimdi olabildiğince üzüntüden, stresten uzak durmaya, sakin bir yaşam sürdürmeye çalışıyorum.

Geride bıraktığınız köyünüz ne oldu? Aileniz terk ettikten sonra köylüleriniz 'huzura' kavuştular mı?

‘90’LI YILLARDA KÖYÜMÜZ ASKERLER TARAFINDAN TAM ÜÇ KEZ YAKILDI’

Nerde? Köylüler bizden sonra da rahat edememişler. 90’lı yıllarda askerler köyü tam üç defa yakmışlar. Her seferinde sağa sola dağılan köylüler köye geri dönmüşler. Ama son yakma olayından sonra barınacak tek bir bina bile kalmayınca umutlarını kesmişler. Şimdi İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır gibi büyük şehirlere dağılmış durumdalar. Köye giriş-çıkışlar güvenlik gerekçesi ileri sürülerek kapalı tutuluyor. Viran olmuş olsa bile köyümüzü gidip görmek istiyoruz, ama buna izin verilmiyor. Köyde yaşayan bütün akrabalarımızla iletişimimiz kesilmişti. Daha sonra tek tek adresler, telefonlar belirlendi ve yeniden iletişim kuruldu.

Bundan sonraki projeleriniz hakkında bilgi verir misiniz?

‘DÎNA EVÎNÊ 2’Yİ ÇIKARACAĞIM, BESTELERİMİ TANITACAĞIM VE HAYATIMI KALEME ALACAĞIM’

Dîna Evînê yeterince satıldıktan sonra 'Dîna Evînê 2’yi yayına hazırlayacağım. Arkasından beste olan şiirlerimin tanıtımını gerçekleştireceğim. O da bitince, bu kez de hayat hikayemi kaleme alacağım.

Bir Kürdçe, bir de Türkçe şiirinizi bizimle paylaşır mısınız?

Tabii ki paylaşırım. Kürdçe olan "Kejo can" bir aşığın duygularını dile getirmesini konu alıyor, Türkçe olan "Ölürüm sana Amed’im" ise, benim doğduğum şehrime olan duygularımı.

KEJO CAN

Bê dem û bê zeman

Tu ketî nav dil ey cano

Wek demsala biharan

Tu çîçeka berfîn î cano

 

Rihê min di rihê te de

Pir delal û paqij şuştin

Cano ez di nav rihê te de

Ezê xwe veşêrim kejê min

 

Demsalên van biharan

Di nav porê te yê kej de

Min helendîye kejo can

Bila tu ruken bî besî min e

 

Ezê hemî demsalan

Ji bo xatirê kejê xwe

Ezê demsala rawestîn im

Zivistana jî bikim bihara te

 

Ew kena te ya bi xemze

Besî min e ez qurban

Aşıq çûne baxçê hewselê

Qîr kirine sitrana kejo can

 

Deng diçe pira deh derî

Evîna me bu hêz û quwet

Kejo can tu gelek delalî

Pir rast e ev heqîqet

 

Kejo dilê min pir bilind e

Wek çiyayê cudî û botan

Kejo gula li çiyayê sîpan e

Ez li amedê me kejo can

 

ÖLÜRÜM SANA AMED’İM

Özlemle bir sabah dolaştım

Amed’in çıkmaz sokaklarında

mis gibi kahve kokuları

Sabahın seherinde datlıcıların sesi

nasıl bir huzur veriyor insana

 

hele o daracık sokakların yok mu

karşıdan bakışan aşıkların gülüşleri

Sabahın ilk ışığında annelerin ellerindeki süpürgeler çıkmaz sokaklarını temizlemesi

Paris’in şah şahlı yerlerine değişmem

 

Mis gibi çörek kokuları

yüzleri kirli çocukları

Ya o keko keko konuşan civanları

ölüyom sana Amed’im

 

Her sokağında ayrı bir renk

kimse sormaz dinini inancını

aynı sokakta kardeşçe sohbetleri

ölüyom sana Amed'im

 

Örgü satan annelerin

içine hasretle çektikleri cıgara dumanını

Belli ki bin yılın yükünü sırtlarında taşıyorlar

ölürüm sana Amed'im

 

Tarih yazar senin surlarını

tepesine kızları kesen cıvanları

Unuturmuyum seni ölürüm sana Amed'im

 

Fakirlikten okumayan gençleri

adları qırıxa çıkmış civanları

er meydanına çıkınca kahramandır gençleri

ölürüm sana Amed'im

 

Amed amed mühür dijle olsa seni yazmaya yetmez

ölürüm sana Amed'im

Sazda,

sözde

özde,

Savaşta

onursun

baş tacısın sen

ölürüm sana Amed'im

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Korkmaz Arşivi