Sanatçının malzemesi kendi bedenidir

Tam olarak neden vazgeçeceğinizi kestiremezsiniz. Sanat? Onur? İlişkiler?…

Konsevatuarın yetenek sınavına gireceğim gün ev halkı uyanmadan güne başlamış, parmaklarımın ucunda güne hazırlanmış ve evden ayrılırken, giriş kapısının yanındaki dresuarın üzerine, annem, babam nerede olduğum konusunda kaygılanmasın diye kısa bir not yazıp çıkmıştım. Daha yeni reşit olmuş olan bir kadın olduğum için özgürlükler meselesi hem kafamda çok net değildi hem de eve döndüğümde biraz daha yumuşak bir hava bulmaktı niyetim; ‘Anne/baba ben artist olmaya gidiyorum’ Dansçı olmaya gidiyorum desem çok bir şey belirmeyebilirdi kafalarında ama Türkan Şoray annemin en sevdiklerindendi, ben de artist deme kolaycılığını seçtim, itiraf ediyorum.

Ne mutlu bana ki tercihlerim konusunda çok büyük zorluklar yaşatan ailenin çocuğu değildim, sınavı kazandıktan sonra ailem sessizce kabullenirken ben hazırlıkla birlikte beş sene sürecek bir eğitim yolculuğuna çıktım. Hayallerimi ‘Fame’ dizisinden sahneler süslüyordu; müzik dolu, dans dolu okulumun kapısından her girdiğimde, bu dünyanın tüm ağırlığından kurtulup ayaklarımı yerden kesip uçabiliyordum. Ders aralarında tüm sınıflarla koridorlarda birlikteyken, müzik ve dansla özgürlüğü, kendimiz olmayı, neşeyi ve coşkuyu yudumluyorduk. O koridorlarda öğretmen- öğrenci hiyerarşisinden kurtulup, çoğu zaman öğretmenlerimizin de bize katıldığı haliyle biz oluyorduk. Birlikte hareket etmenin güzelliğine o anlarda vuruldum, önemine dair inancımı ise bir daha hiç ama hiç kaybetmedim. Şimdi bu yazıyı yazarken de tek niyetim, herkesin kendi sesinin de çok net duyulabildiği bir kapsayıcılıkla özgürlük alanlarının açılmasına katkı sunmak ve birlikte hareket etmeye devam ettiğim bir grup kadının son günlerdeki olağanüstü çabasından bahsetmek.

Dedim ya, ailem konusundan ben şanslıydım ama biliyordum ki akranlarım arasında engellenen pek çok kişi vardı. En çok da korumak adı altında. ‘Sanattan para mı kazanılır?’, ‘Başımıza orospu mu olacaksın?’, ‘Çok kırılgan, çok hassassın, kaldıramazsın?’ Bu ülkede sanat ve sanatçının içler acısı durumuna ilişkin bir yazı değil yazdığım; sanatla eğlence arasındaki ilişkiye dair bir yazı da değil, sanatçının dayanıksız olduğuna ise hiç katılmıyorum. Bilakis sanat üretimini kendine meslek olarak seçen kişinin bendeki imgesi tıpkı bir maraton koşucusu gibi. Uzun ve zorlu bir yolu geçmeye cüret ettiğini bilir sanatçı ve onun içindir ki genelde üretimine dört kolla sarılır. Modern Dansın kurucu annesi İsadora Duncan dansı, norm olanın dışında hayal ettiği için, sahnede olan kendisine zarar vermek için fırlatılan yiyeceklere baktığında pek çok olumsuz duygu yaşamış olabilleceğini düşünmek zor değil elbette kim sahnede domates ya da yumurta yemek ister ki en nihayetinde. Ama bu onu yolculuğundan alıkoymadı ve bu haliyle en azından benim için her zorlu durumda ilham vermeye devam ediyor. Tahmin edersiniz ki pek çok bilinen, konu edilen örnek var böyle ve emin olun kişisel tarihlerimiz başkalarının ‘başarısızlık’ diye kodladıklarıyla dolu. Velhasıl sabır, dirayet ve hayallerden mürekkep bir yapısı var sanatın. Sanatçı ise ister pazar yerinde ister kendi iç dünyasında karşılaştıklarını (*) açık yüreklilik ve cesaretiyle yoğurarak ve belki çokça yabancıların nezaketine borçlu, (**) üretimini /görüsünü dünyaya emanet eden kişidir ve bu hiç kolay değildir. Kimi büyük kimi küçük, bazen duvara bazen yere yansıyan karanlık gölgesiyle hemhal olur çoğu zaman. Bu kadar indirmişken yara almamak olası değildir elbette, nihayetinde insandır. Sınırsız düş gücü, altta yatan çocukluğundan getirdiği travmaları da varsa eğer ruhi olarak dağılmasına en azından sarsılmasına neden olabilir pekala. Deli mi dahi mi diye düşünmelerimizi biraz buralardan okuyabiliriz. Bir aşamada coşku ve korku hızlıca yer değiştirebilir çünkü. Manzara bulanıklaşırken, kendi kıyımına yaklaşır sanatçı. Sayısız örnek Sizin de hemen aklınıza gelmiştir eminim. Benim en etkilendiklerimden biri Nathalie Portman’la can bulan Black Swann örneğin.

Özellikle gösteri sanatlarında ise şöyle bir handikap daha vardır ki sanatçının malzemesi kendi bedenidir. Renk renk boyalar, boy boy fırçalar, bembeyaz tuvaller; sesi, ifadesi, sözü hele danssa mevzubahis eli, kolu, ayağı, duruşudur. Dünyanın gözü üzerinde çok çok daha kendisidir yabancıların nezaketine bıraktığı. Ve her bir kasın hafızası tahmininizden çok daha kuvvetlidir. En ufak bir dokunuş ile bilincin karanlık dehlizlerinde döne döne yuvarlanmak işten değildir. Hal böyleyken sanat eğitmeni de olan yönetmen ya da koreograf gibi mesleki kimliklerle karşınıza çıkanlar, yol haritanızı baştan sona değiştirebilecek güç ve kudret ile karşınıza dikilebilir. Yöntemlerinin büyüsel olduğuna inandırma hamleleri ise kendi narsistlik varoluşlarının bir parçasıdır. Eğitmen/yönetmen, eğitmen/koreograf olmak yerine ‘büyüleyen/büyücü’ olmak hasta/güdük/acı çeken ruhlarında, yüzleşmekten korktuğu kendiliklerinden kaçma/uzaklaşma çabasıdır en fazla. Hele ki böylesi bir ruh erkekse ve karşısındaki genç bir kadın sanatçı adayıysa, ilişki dinamiklerine bir katman daha eklenecektir.

Başına geleni anlamdırmakta zorlanabilir, karşı karşıya kaldığı şiddeti tanımakta zorlanabilirsiniz. Rol yapmamak, adeta yaşamak adına, tıpkı Paris’te Son Tango’da olduğu gibi sanatsal bir tecavüz de olabilir yaşadığınız. Yolunuzu, yönünüzü kaybedersiniz önce, başınıza geleni kendinize bile söylemek istemezsiniz. Tam olarak neden vazgeçeceğinizi kestiremezsiniz. Sanat? Onur? İlişkiler?… Loş sahne ve prova stüdyolarında, birebir çalışma ya da provalarda daha çok gençlerin belki ama özellikle kadınların çoğunlukla yetersizlik, suçluluk ve aşağılanmayla baş başa bırakıldığını gayet iyi biliyoruz. Susarak, kaybederek, yaralanarak hatta ölerek geçen onca seneden sonra özel olanın politik olduğunu da gayet iyi biliyoruz. Çok şükür ki biz kadınlar artık bu erkeklik hallerini de artık bir görüşte anlayabiliyoruz. Birbirimize yurt olup, yorulanın kaldığı yerden yürümeye devam edebiliyoruz. Asla yalnız yürümemeyi karanlık her sokakta, karanlık her sahnede, karanlık her evde, karanlık her alanda, kendimiz olabilmeyi acılarla öğrendik. Artık asla yalnız yürümüyoruz. Korkun. Öyle korkun ki uykularınız kaçsın. Bir aradayız. Birlikteyiz. Ayağı taşa takılmış her kadınlayız. Ve bu düzeni değiştirmekte kararlıyız.

Mesleği gösteri sanatları olan bir grup kadın olarak geçen hafta, aslında hiç de şaşırmadığımız ama inanılmaz olaylarla dolu bir mail aldık. Okuduklarımız dehşet vericiydi ve hepimizde bir hatıra koridoru açtı. Üşüdük, çok üşüdük. Şimdi birbirimize sarıldık da anca ısındık. Çok daha çok olmak için, meslektaşlarımızı ve öğrencilerimizi her türlü tahakküm ve şiddetten korumak için ve bir meslek etiği oluşturabilmek için gece gündüz çalışıyoruz.


*Rollo May/Yaratma Cesareti

**Tennesse Wiliams

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi