Sedat Ergin: 12 Eylül’ün utanç sicilini tutan gazeteciye veda ederken

Sedat Ergin: 12 Eylül’ün utanç sicilini tutan gazeteciye veda ederken
'Bu, bir gazeteci için geriye bırakılacak çok değerli bir miras olmalıdır.'

Hürriyet yazarı Sedat Ergin, 12 Eylül 1980 askeri darbesinde yaşanan işkence, ölüm ve hak ihlallerini haberleştirerek dönemin tanıklığını haberleştiren ve geçen günlerde yaşamını yitiren gazeteci Erbil Tuşalp'i yazdı. Erbil Tuşalp'in 12 Eylül döneminde yapıtğı işlerin ne kadar önemli olduğunu anlatan Ergin, "Erbil’in 12 Eylül’ün hak ihlallerinin, bir bütün olarak askeri rejimin bu alandaki günahlarının belgelenmesinde tarihi bir görev yerine getirdiğini teslim etmeliyiz." dedi.

Ergin'in Hürriyet'te "12 Eylül’ün utanç sicilini tutan gazeteciye veda ederken" başlığıyla yayımlanan bugünkü yazısı aynen şöyle:

Cumhuriyet gazetesinin Kızılay’da Atatürk Bulvarı üzerinde eski bir apartmanın ikinci katındaki bürosu 1 Mart 1979 tarihinde bir görev değişimine sahne oldu.

Gazetenin Ankara temsilciliğini, bu görevi uzun yıllar yapan Kemal Aydar’dan sonra Hasan Cemal üstlendi. Cemal, büroya yanında iki yeni muhabir getirdi. Biri bendim, Türk Haberler Ajansı’ndan geliyordum. İkinci isim ise Vatan gazetesinin Ankara bürosundan Erbil Tuşalp’ti.

Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki CHP hükümeti işbaşındaydı. Türkiye ciddi bir ekonomik kriz ve siyasi kargaşa ortamı içinde yol almaya çalışıyordu. Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi’nin bir suikasta kurban gitmesinin üstünden bir ay geçmişti.

Benim 1987 yılında Cumhuriyet’ten ayrılıp Hürriyet’e geçmeme kadar sekiz yıl süreyle Erbil ile aynı büroda birlikte görev yaptık. Sonrasında aynı çatı altında bir daha çalışmasak da temasımız kesilmedi. Son dönemde belli aralıklarla telefonla konuşuyorduk. Bazen ilgisini çeken yazılarımla ilgili aradığı olurdu. Geriye çekilmiş olsa da izlemedeydi...

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Birgün gazetesinde 2005 ve 2006 yıllarında eleştiren iki yazısı nedeniyle 10 bin TL tazminat cezasına çarptırılması üzerine 2012 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden aldığı ihlal kararını konu alan yazımın çıktığı gün beni aradığını çok iyi hatırlıyorum.

Bir süre önce gazetecilikten ayrılmış ve Karaburun’a yerleşmişti. Daha sonra İzmir’e taşınmıştı. Son dönemdeki sohbetlerimizde dikkatimi çeken, sesinin giderek zayıflamasıydı. Onu işitmek için her seferinde dikkatle kulak vermem gerekiyordu. KOAH hastasıydı, sağlığı kötüye gidiyordu.

Onu 5 Eylül günü kaybettik. Erbil’i 7 Eylül günü İzmir Karşıyaka’daki kabristanda son yolculuğuna uğurlayan yakınları, meslektaşları arasında ben de vardım. Bu vedalaşma, 41 yıl önce Cumhuriyet Ankara Bürosu’na birlikte adım attığımızda hiç hesapta yoktu.

12 EYLÜL’ÜN TANIKLIĞI

Ölümünden sonra hakkında çıkan yazılar geride bıraktığı gazetecilik mirasıyla ilgili önemli bir farkındalığa işaret etti. Birlikte çalıştığı meslektaşları tarafından kaleme alınan bu yazılar büyük ölçüde aynı ortak temalar üzerinde şekillendi. Çizgisinden sapmayıp her zaman doğrultu tutarlılığını önemsemesi ve insan hakları alanında yaşanan sorunların, insanların uğradıkları mağduriyetlerin, hukuksuzlukların üzerine gözünü kırpmadan gitmesi... Bu hasletleri herhalde Erbil’in gazeteci olarak başat karakteristiğiydi. Başkalarının maruz kaldıkları haksızlıklarla, onların dertleriyle dertlenen biriydi Erbil.

Birlikte çalıştığımız ve bir bölümünde büroda istihbarat şefliği de yaptığı yıllar bu çizgisini yakından izleyebildim. Tabii özellikle 12 Eylül darbesi sonrasındaki mesaisi Erbil’in gazeteciliğinin en çok iz bırakmış olan, en çok hatırlanan dönemidir.

Cumhuriyet Ankara Bürosu, Milli Güvenlik Konseyi’nin baskı rejiminin yol açtığı ağır ihlallerle ilgili haberlerin, enformasyonun ilk geldiği adreslerden biriydi. O dönemde askeri cezaevlerinde, polis merkezlerinde yapılan yaygın, sistematik işkenceler, bu işkencelerde meydana gelen ölümler, hapishanelerde kötü muamele, rutin dayak atma gibi uygulamalar, özetle sınır tanımayan hukuksuzluklar, eziyetler...

İşte bu konulardaki haberler çoğunluk Erbil’in masasına geliyordu. 12 Eylül’ün mağdurlarının yakınları, avukatları için kapısı güvenle çalınacak bir durak, bir soluklanma, nefes alma mekânıydı Erbil’in masası.

Muazzam bir disiplinle her şeyi not ediyor, gelen her belgeyi arşivliyordu. Ve duydukları karşısında her seferinde sigarayı daha çok ciğerlerine çekip yutuyordu. Bir yandan da askeri rejimin Erbil’in masasındaki vukuat dosyası giderek genişliyordu. Şu ironiye bakın ki, bu sicili tutan kişi Kara Harp Okulu mezunu olup daha sonra ordudan ayrılıp gazeteciliğe başlamış olan bir eski askerdi.

Askeri rejimden sivil yönetime geçilmesi ve Turgut Özal hükümetiyle birlikte kısmi bir özgürleşme ortamına girilmesiyle birlikte Erbil’in o dönemdeki tanıklığı 12 Eylül’le ilgili birbiri ardına yazdığı ‘Bin İnsan’, ‘Bin Tanık’, ‘Bin Belge’ gibi birçok belgesel kitabın yayımlanmasını beraberinde getirdi. Bu yönüyle Erbil’in 12 Eylül’ün hak ihlallerinin, bir bütün olarak askeri rejimin bu alandaki günahlarının belgelenmesinde tarihi bir görev yerine getirdiğini teslim etmeliyiz.

DÖNEMİN BBC MUHABİRİ ONU NASIL ANLATIYOR?

Ancak o dönemle ilgili rolünün yalnızca kitaplarıyla sınırlı kaldığını düşünmek eksik olur. Yazdıklarından fazlasını yapmıştır. Baskı rejimi altında bu ihlallerin kamuoyuna yansımasının önüne yüksek duvarlar örülmüştü. Komutanların hoşuna gitmeyecek haberler genellikle gazetelere yayın yasağı cezalarıyla sonuçlanıyordu. Buna karşılık bu haberler yabancı basında pekâlâ geniş bir şekilde yer bulabiliyordu. Erbil’in kendisine gelen haberlerin yabancı basına yansımasında sessiz bir şekilde bir hayli etkili olduğunu belirtmek gerekir.

O yıllarda BBC’nin Türkiye muhabirliğini yapan Metin Münir, dünkü sohbetimizde bana Erbil’in o dönemdeki katkılarını şöyle anlattı:

"Ağır bir sansür olduğu için kamuoyunun insan hakları ihlalleriyle ilgili haberleri Türk basınından öğrenebilmesi mümkün değildi. Dolayısıyla bu haberlerin BBC Türkçe servisinden verilmesi çok önemliydi. Erbil o dönemde bu konuda bana çok yardımcı olmuştu. İşkencelerle, gözaltılarla, mahkemelerle ilgili konularda benim önemli bir haber kaynağımdı. Ben de bu haberleri BBC Türkçe serviste yayımlıyordum. O dönemde güneydoğuya gittiğimde herkesin beni tanıdığını görünce ben de şaşırmıştım. Hepsi BBC Türkçe servisini dinliyordu. Ayrıca, Erbil’den söz ederken onun son derece sevecen, harika bir insan olduğunu da söylemeliyim."

Erbil, yine kendi döneminde basın tarihine geçen bazı hadiselerin de kahramanlarındandır. Örneğin, 1988 yılında Turgut Özal’a suikast girişiminde bulunan Kartal Demirağ’ın savcılık ifadesini alıp yazdığı için Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı emriyle Cumhuriyet Ankara Bürosu’nun polis tarafından basılıp arama yapılması olayı bunlardan biridir.

KARANLIĞIN DAHA KOYU OLDUĞUNU GÖSTERDİ

Erbil’in 1989 yılında Cumhuriyet’ten ayrılması sürecinde ben yurt dışındaydım. Ardından İstanbul’a gitti, birçok gazetede, yayın kuruluşunda çalıştı. Muhalif çizgisini hep korudu. Daha sonra inzivaya çekilmeyi tercih etti.

Faruk Bildirici’nin onunla ilgili ‘T24’te kaleme aldığı çarpıcı yazıda belirttiği gibi, Erbil, darbe dönemindeki karanlığın aslında gördüklerimizden çok daha koyu olduğunu belgelerle, tanıklarla gözler önüne serdi. Gazeteci olarak karanlığın derinlerine kadar inebildi.

Bu, bir gazeteci için geriye bırakılacak çok değerli bir miras olmalıdır.

 

Öne Çıkanlar