'Selamın geçiyor besbelli, yeşerdi telgraf direkleri'

'Selamın geçiyor besbelli, yeşerdi telgraf direkleri'
TKP’nin Kemalizm’le ‘inişli çıkışlı’ ilişkisi bu siyasi tercihle başlar. Bu siyasi tercih, Nazım ve sonrası sanatçı kuşağını biçimlendirir.

Nusret GÜRGÖZ


Yazıya başlık olarak M. Niyazi Akıncıoğlu’nun Türkçenin en güzel aşk şiirlerinden olan ‘Selam’ şiirinden iki dize aldım. Çok bilinen, çok sevilen, çok okunan şiirin tamamı şöyle: ‘’ Selamın geçiyor besbelli / yeşerdi telgraf direkleri; / seneler sonrası, ormanından ayrı. // Bir sevinçtir aldı kırlangıçları, / rastgele öpüştüler; / düşünmeden günahı, öbür dünyayı. // Ben deli – divane olsam, / çok mu görülür?..’’ (1)

Nicos Hadjınıcolaou, Sanat Tarihi ve Sınıf Mücadelesi kitabının ikinci bölümüne Marks’tan :’Bugüne kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf mücadelelerinin tarihidir.’ (2) alıntısıyla başlar ve şöyle devam eder: ’’Konuya bu saptama ile girmek uygun olur, çünkü kanımca bütün yüzyılımız, gerek tarihsel gelişmeleriyle, gerek tarih kuramı alanındaki çok sayıdaki bilimsel incelemeleriyle, gerekse somut tarihsel çözümlemeleriyle bu gerçeğe tanıklık etmektedir.’’  (3)

Doğru söyler Marks ve Nicos Hadjınıcolaou. İnsanın insanlaşma tarihinin müthiş birikimi 1917 Ekim Devrimi ile hayat bulur ve Sovyetler Birliği kurulur. Kuşkusuz bu tarihsel eşik,  sanat ve edebiyat alanında da hayat bulur. Ahmet Oktay:’’…  toplumcu gerçekçilik, ana vatanında birkaç kez yeniden düzeltilmiş, günün koşullarına uydurulmuş olmasına rağmen, son kertede ve resmi yorumunda hep aynı bakış açısına bağlı kalmıştır denebilir: Bir kuram ve yöntem olarak, sadece yazınsal yapıtın nasıl okunması gerektiğine ilişkin ilkeleri dizgeselleştirmekte kalmaz toplumcu gerçekçilik; doğrudan siyasal işlevle görevlendirilmiş yazarın yapıtını oluştururken uyması gereken ilkeleri de belirler. Bu çifte görev, toplumun, daha doğrusu dünyanın dönüştürülmesini öngören Marksçılığın genel ilkelerinde içerilmiş varsayılır ve dolayısıyla yazın’ın görece özerk bir düzey kurduğuna ilişkin her yaklaşım ( Plehanov ve Troçki ilk örnekleri oluşturur) sapma olarak nitelenir.’’ (4)   

Akif Kurtuluş, Politika ve Sanat – Ekim Devrimi ( 1917 – 1932 ) adlı yapıtında Sovyetler’deki politika ve sanat ilişkisini irdeler ve kitabın sonuna Rusya Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin 18 Temmuz 1925 tarihli kararını aktarır. Kararın birinci maddesi şöyledir: ’’ Son zamanlarda kitlelerin maddi refahlarındaki artış, devrimin yarattığı zihinsel değişimle birlikte, kitlesel etkinliklerin güçlenmesi, dünya görüşündeki muazzam açılım vb; bütün bunlar kültürel taleplere olağanüstü bir ilgiye yol açıyor. Komünist topluma doğru atılan en yakın adımın önkoşulu olan kültürel devrime böylece girmiş bulunuyoruz.’’ (5)

Altıncı maddesinde: ‘’ Proletarya, önderliğini koruyarak, bütünleştirerek, sürekli genişleterek, ideolojik cephenin bir dizi yeni alanlarında da aynı konumda olmalıdır. Diyalektik materyalizmin yeni sayılabilecek alanlara ( biyoloji, psikoloji,  genel olarak doğa bilimleri ) nüfuz etme süreci, net olarak başlamış durumdadır. Edebiyatta da bu konuma ulaşmak er ya da geç başarılmalıdır.’’ (6)

Akif Kurtuluş’un aktardığı maddelerden ve Ahmet Oktay’dan aktardığımız kısa paragraftan da anlaşılacağı üzere, iç tartışmalar, tasfiyeler, yargılamalar… bir yana Sovyetler Birliği’ndeki, yeni bir sanat ve edebiyat anlayışının, ideolojik dönüşüme koşut olarak, yeşerdiği ve dünya devrimi ülküsü nedeniyle diğer ülkelerdeki komünist partiler aracılığıyla, sosyalist gerçekçiliğin / toplumcu gerçekçiliğin başka ülkelerde de yerel hayatı ve bu hayatın yansımasını da içerecek biçimde boy verdiği kuşkusuzdur.

Gelelim Türkiye’ye. Türkiye Komünist Partisi, Mustafa Suphi ve yoldaşları tarafından 10-16 Eylül 1920’de Bakü’de kurulur. Mustafa Suphi ve Ethem Nejat ve on dört yoldaşı Türkiye’ye dönüp yasal zeminde politika yapmak üzere yola çıkmışken dönüş yolunda, alçakça katledilirler. Ayrıntılar bir yana,  o dönemdeki Sovyet yönetimi tarafından yapayalnız bırakılırlar. Ahmet Kardam :’’ Mustafa Suphi’nin savunageldiği politik hattın reddedilmesine, Türkiye komünist hareketinin ivedi görevinin Kemalizm’i desteklemek olduğuna ve Türkiye Komünist Partisi’nin Eylül 1920’deki kuruluş kongresinin yok sayılmasına yönelik tayin edici adımlar Komünist Enternasyonal’in 5 Kasım – 5 Aralık 1922 tarihlerinde toplanan dördüncü kongresinde atılır.’’(6) der. Devamla:’’ … Komünist Enternasyonal’in Yürütme Komitesi, TKP’nin 1925 başında toplanan ‘Akaretler Kongresi’ni, ‘TKP’nin ikinci Kongresi’ ilan eder. Buna göre, Mustafa Suphi’nin topladığı Kuruluş Kongresi resmen yok sayılır. THİF’in 1922 Ağustos’undaki kongresi ‘Birinci Kongre’, 1925’teki Akaretler Kongresi de ‘İkinci Kongre’ olur.’’ (7)  

TKP’nin Kemalizm’le ‘inişli çıkışlı’ ilişkisi bu siyasi tercihle başlar. Bu siyasi tercih, Nazım ve sonrası sanatçı kuşağını biçimlendirir. Bu biçimlenme ‘Kemalizm’le hesaplaşan yeni bir sanatçı kuşağının yetişmesine kadar sürer. ( Ancak günümüzde de bu hesaplaşma / tartışma  ‘toplumcu gerçekçi’ çizgide üreten / ürettiğini iddia eden sanatçılar arasında farklı ve yeni biçimlerde devam etmektedir ki bu ayrı bir yazının konusudur.)

Toplumcu Gerçekçilik’in Türkiye’deki ilk temsilcisi Nazım Hikmet’tir. Sovyetler’deki yeni bir toplum ve dünya düşüyle biçimlenen Nazım Hikmet, bu düşü Türkiye’ye taşır.

Gelelim M. Niyazi Akıncıoğlu’na… Zeynep Aliye’nin :’’… Ayrıca gün gelecek Asım Bezirci’nin, ‘Akıncıoğlu, Nazım Hikmet’ten sonra, ama Enver Gökçe ve Ahmet Arif’ten önce halk şiirinden yararlanan ilk toplumcu şairidir.’ sözleri Akıncıoğlu şiirini çözmemizde önemli bir anahtar olacaktır.’’(8)  sözleri Akıncıoğlu’nun Nazım Hikmet’le – diğer bir deyişle Toplumcu Gerçekçilik’le – 40’lı yılların toplumcu kuşağı arasında köprü olduğunun tarihe not düşülmesidir.

M. Niyazi Akıncoğlu, 1919 Kırklareli – Kurudere’de dünyaya gelir. İstanbul Üniversitesi – Hukuk Fakültesi’nden mezun olur. Kırklareli’de serbest avukatlık yapar. 1 Şubat 1979’da Ankara’da sonsuzluğa göçer. 1935’te on altı yaşındayken şiirleri yayımlanmaya başlar. 1935 ile 1938 yılları arasında yazdığı ilk şiirlerini ‘Haykırışlar’ kitabında toplar. Bu şiirleri Orhan Şaik Gökyay, Faruk Nafiz Çamlıbel, Nihat Sami Banarlı, Nihal Atsız, Namdar Rahmi Karatay … gibi ‘milliyetçi’ şairlerden etkiler taşır. Zeynep Aliye bu durumu, Akıncıoğlu’nun göçmen oluşuna, göçmenlerin Trakya’ya sığınıp burayı yurt edinişine, yurdunu koruma güdüsüne… bağlar.

M. Niyazi Akıncıoğlu, 1938’den sonra, Sovyetler’den başlayıp yeryüzüne, yayılan ve Türkiye’ye de ulaşan ‘toplumcu gerçekçi’ çizgiyle buluşur. Bu tarihten sonra şiirleri, o dönemin önemli dergileri olan Ses, Yürüyüş, Sokak, Gün, Pazar Postası, Pınar, Yeryüzü, Meydan ve Dost… gibi dergilerde yayımlanır.

TKP’nin başka bir dünya tahayyülü olan sanatçılar üzerinde etkisi vardır.  Bu etki Nazım Hikmet ile kırk kuşağı arasında köprü olan Akıncıoğlu üzerinde olmaması mümkün değildir. Bu nedenle Ömer Can’ın aktardığı biçimiyle ‘komünizan bir partiyi yönetmek’ iddiasıyla 1950’de Kırklareli’de tutuklanır, iki yıl cezaevinde kalır, sonra beraat eder. Ancak benzer durumlar, zaten kırılgan olan sanatçıların, çeşitli nedenlerle  - çocuklar, geçim kaygısı, mülteci olma riski… vb – geriye çekilmelerine neden olur. Akıncıoğlu da çoluk çocuk sahibidir, kaygılıdır; bu nedenle geriye çekilir, susar.  Akıncıoğlu bu dönemdeki halini / ruh halini ‘Aka Kara Demem’ şiirinde : ’’ Ekmek parası bu / Avukatlık ediyoruz işte… ‘’(9) diye özetler.

Bu durum, yalnızca Akıncığlu’na da özgü değildir. Atilla Özkırımlı, Aşiyan’da inzivaya çekilen Tevfik Fikret’in Süleyman Nazif’e yazdığı mektubunu odağına aldığı ‘Hiç İbret Alınsaydı’ yazısında: ’’Bugünlerde Tevfik Fikret’in Süleyman Nazif’e yazdığı mektubu anımsıyorum hep. ‘Kimseden ümmid-i feyz etmem, dilenmem perr ü bâl / Kendi cevvim, kendi eflâkimde kendim tâirim. / İnhina tavk-ı esâretten girândır boynuma / Fikri hür, vicdanı hür bir şairim’ diyen Tevfik Fikret’in. ‘’ ( 10) Yazınının devamında, ‘düşüncelerinden, inandığı değerlerden, kişiliğinden’ ödün vermektense yalnızlığı seçmesini, yalnızlığı seçerken de yazmayı sürdürmesini ve şiirleriyle haksızlıklara başkaldırmasını anlatır. Mektuptan bölümler aktarır:’’ Yeis… Yeis… Yeis! Me’yusum kardeşim; dehşetli bir buhran-ı infiâl içindeyim, sönüyorum. //… // İşte nâmus –ı kalem, nâmus-ı matbuat, nâmus-ı edep. O da oldu. O da çiğnendi…’’ (11) Böylesine bir çürümenin yarattığı ruhsal serüveni, benzer bir çürümenin yaşandığı dönemde öyle görünüyor ki Akıncıoğlu da yaşamıştır. ( Geriye çekilmesinin nedenlerinden birinin de edebiyattaki iktidar baskısı / düzeysizlik… vb olduğu iddia edilir ki - parayla, güçle,  egoyla… biçimlenen bu kirlilik -   başka bir yazının konusudur.)   

Akıncıoğlu’nun tüm şiirleri 1985’te Hacan Yayınları tarafından ‘Umut Şiirleri’ adı altında basılır. Ömer Can kitabın sunu bölümünde, Akıncığlu’nun ilk şiirlerini ırkçı, Turancı, Türkçü… olduğu dönemde,  Hikmet Altınkaynak’ın tanıklığıyla anlatır. 1939’da üniversiteye başlar. Savaş yıllarının etkisiyle insancıl, barışçıl… şiirler yazmaya başlar.  Ömer Can bu dönemi için:’’… Bilindiği gibi bu dönem; insanı, toplumu ve dünya sorunlarını şiire sokan şairlerin ortaya çıktığı dönemdir. Önceleri yadırganan ve ürkülen bu çıkışın sahiplerinden en etkinleri; M. Niyazi Akıncıoğlu, Hasan İzzettin Dinamo, Rıfat Ilgaz, Cahit Irgat, Suat Taşer, Enver Gökçe, Fethi Giray, A. Kadir, Şükran Kurdakul, Mehmet Kemal, Arif Damar, Ahmet Arif, Sabri Soran, Suphi Taşan, Ömer Faruk Toprak ve Attila İlhan’dır.’’ (12)

Şiirlere başlamanın sırasıdır. ‘Toplumcu Gerçekçilik’in ortak konularının hemen hepsi vardır Akıncıoğlu’nun şiirinde.

Tablo’ şiirinde ‘umut’ vardır:’’  Bir cenup ılıklığı göğüslerinde / ve gözlerinde / şimal gecelerinin lekesiz maviliği kızlar. / uzatır / hülyalarıma bir serinlik / rüzgârda ıtır. / Dallarda rüya görür kuşlar;/ yarını getirir bir gül, /yapraklarında renk renk. /Sûkunu sularda eğilerek /Ay;/bahçeler uykuda, sular uykuda. / Ve ben, / uzak günlerin aşk türkülerini, / bir defne dalının altında.’’(13)

 Beni Düşünmeyiniz’ şiirinde,  savaşların vahşetine karşı ‘barış içinde, birlikte yaşama’ düşü vardır: ’’ Göz deryadan alınmış, / rivayet öyle; / belki doğru, belki yanlış, / ama benim gözlerim / pınarcıktan olmalı / Bir kayın ağacı gölgeliğinden, / ormanlar içinde; /  sereserpe bir pınar, /  kendiliğinden. / Öğün savabilirim  / soğan ekmekle; /  şu çilli kızı sevebilirim / Bir çiçek bir kelebekle / yaz ederim / ve baharda / bir sap papatya / bir okka kiraz; / bana yeter, artar da. /Hele sulh olsun,  /  bir defa sahiden gülsün yüzümüz; / ben gülmesem de olur, / beni düşünmeyiniz / Bu kifayet, / onun içindir ihtimal; / baharı bir dal yeşilde, / yazı başakta öğdüğüm. / Öğün savabilirim / soğan - ekmekle; / şu çilli kızı sevebilirim, / rahat olsun güzeller.’’(14)

Kuşkusuz tüm devrimcilerin durağıdır ‘mapusane’! ‘Hürriyet Kasidesi’, ‘ mapusane’  içindir: ‘’Söylesem söz olur, Söylemesem dert: Dilimin ucunda zındanlar saklı  / Zindanlar: sıra sıra, / Kara kara serviler ardında,/  Hapishane yazar kapılarında./  İnsanlar içindir, / Ve demirdir / Kapıları /  Gardiyan açar, gardiyan kapar. / Yedi kat yerin altından / Kan / Ve ateşten /  Ve dağlarla güreşten  /  Sonra mâmul kapılar: / İnsanlar içindir. / Gardiyan açar / Gardiyan kapar / ve yalnız / Elleri sabunlu / İstanbullu / Bir Çingene izinsiz girer / İzinsiz çıkar. / Kan tutuyor beni, bağıracağım; / Bu dağlar bizimdir âlemin değil! /Alnını karışlarım / Dostlarım / Kardaşlarım / Sizden gayrinin! / Ben dosta lokmamı veririm. / Fakat gün gelirse / Bir gün gelirse / - Ölmüş bile olsam - / Südün helâl olmasın anam, / Bitmezsem mezarımdan, Mantar gibi / Ot gibi / Ağaç gibi, / Ordulara, tanklara karşı / şarkımız malûm / ( Çanakkale içinde aynalıçarşı) / Zındanlar: ayın altında / Zındanlar: suyun üstünde;/ Yandan akar çeşmeleri. / Öpülesi döğmeleri ;/ İnsanlar doldurur hapishaneleri. / İnsanlar: / Kalebent, Boynunda lâle; / İnsanlar: Hürdür!’’ (15)

İstanbul’u anlatır. Tevfik Fikret’in ‘Sis’iyle bağ kurar:’’ Anladım, / Ben bu şehrin insanı değilim; / ekmeği dilim dilim / ve suyu miskal miskal, /aslan ağzında / Halbuki ben / bir temmuz yazında / geldim bu şehre. / Bir gün, / birdenbire /aklıma esti; /gideyim dedim, zâr zor gideyim; / kaldırım ciğniyen başka olurmuş,/ şehir göreyim dedim./ Geldim ve gördüm:/ Şehir acaip nesne çocuklar, / görmeyen bilmez / Bu şehirde delikanlılar, /buğday ağaçlarını sordular;/ bu şehirde yiğitler / beni ardımdan vurdular, / Şaşmayın dahası var:/Bir garip kuştur burada bahar, / konmadan göçer; /ve yaz dondurmacıya iner / dondurmacıdan gider. / Ayni minval üzre düşer / takvimden günler: / Öğleden evvel / evvel be evvel / çın çın öter halvet / dört bir semtin hamamlarında. / Öğleden sonra / ve hemen sonra / subyân alemleri yapılır / sinamalarında. / Ve tiyatrolarında / düzgünlü kokanaların / göbek çalkaması, / gerdan kırması seyredilir. / Açıkçası, / eller cepte zevkedilir.’’ (16)

‘Ajans’   şiiri, ‘toplumcu gerçekçi’ şiirin tipik bir örneğidir: ‘’  radyoda bir hüzzam şarkı var / dışarıda sümbül havası, / ‘halbuki şimdi uzak ufuklara kar yağıyor.’ / Daha evvel ajans dinledik, / zincirlerini şakırdatarak geçti esaret / alev raylar üzerinden demir arabalarla / Toprak gebeydi, / toprak çocukları: Dostlar, / kiminde orak / kiminde balta / - buğday kokan avuçları kan içinde - / emeklerini yığın, başak başak / harman yerinde bırakarak / döğüştüler en ön safta. / Döğüştüler ve öldüler. / Sonra hürriyet / - yaralı ceylânlar gibi - / ve sulh / - anam sütü kadar helâl- yüzünde ne bir kin, ne bir infial düştü yollara. / Yollar uzun, menzil ırak / ayakları kanıyor, yalnayak! / Bir şarkıdır bu / sulh ve hürriyet dediğin / ağız dolusu söylenir ufuklara karşı. / Bir şarkıdır bu / kalû belâdan beri söylenir / kurtlar dilinde, kuşlar dilinde / Ben onunla büyüdüm / onunla yürüdüm / onun için büyüttüm bu boyu / onun için ölebilirim / Demir bir şarkıyla dövülür / Bu şarkıyla yürür gemiler / ve bir temmuz öğlesinde / mola verdiği zaman orakçılar / bu şarkıyla ayran içer. / Bu şarkıyla geçer / semasından insanların / boşaltıp rahmetini kümülüs bulutları. / Dostlar, / dostların dostları; / bu bâbda ne söylesek az. / Bir şarkıdır bu / kan ve ölümle yazılmış kalplerimize, unutulmaz’’ (17)

Toplumcu Gerçekçilik’ in ana izleklerinden biri de ‘yâr’ aşkı ile ‘ülke’ aşkının buluşmasıdır. ‘İtiraf-ı Aşk’ buna güzel bir örnektir:’’Kınalı parmakların değmesin yarama; / merhem urulur gibi, sarılır gibi değil. / Bir ecel teridir döktüğüm;  / ve kara sevdasıdır yârim, sevdiğim : /- Telli çevren gibi boynumda, / taze bir somun gibi koynumda taşıdığım - //…// Bahtını dünyamızın / şahadet parmağı çizecektir onların, / dizbağları çözüldüğü gün / tankların, orduların, / Ve çekel ve övendire ve saban / yollara döküldüğü gün, / anam kına yaksın ellerine / ve ninem saçlarına. / Anlakim yârim, sevdiğim: / Seddi-i Çin ayırır seni benden / beni senden / Bir karayeldir esen / başımızda deli deli / yıldız rüzgârı değil… / Eğil, / yârim, sevdiğim: / Bu yeni aşkımın önünde eğil!’’ (18)

Ve devrimciler onun şiirinin de durağıdır: ‘’İnsanlar var ki adaşım;/ yeşil dut yaprağında, / yürür ormanlar gibi / Ve bir ipekböceği kahramanlığında, /Alaysız, / merasimsiz / ve muttasıl; / Sulhun beyaz bayrağını dokumakta. // Güneşi bir daha görmemek üzre /Gecenin derinliğinde saf saf, /güneşe giden yolda, / Kara katran karanlığına karşı gecenin, / Kumral perçemleri rüzgârda, / Yeni şarkılara hazır dudakları, / mahzun ve melûl;/ fakat ümitli, / Fakat pervasız durmaktadırlar… ‘’ (19)

Ve ‘barış’, elbette ki düşümüzdür: ‘’ Ben Allahım; / Yeri göğü yedi günde yarattım. / Kitaplar, peygamberler indirdim, / İnsanlar üstüne. / Kırallar değil / Kardeşler yarattım, / Düşmanlar değil.’’ (20)

Ve elbette ‘antimilitaristtir’: ‘’ Ordularla geldiler, / tankları, toplarıyla;  / gök yüzü mahşerinde çocuklar, / uçurtmaları, balonları; / gök yüzü mahşerinde çocuklar, / ve zulmün çocukları //…// Ellerin ekmeğinden, / gözlerinden olmuş; / soramam, söyliyemezsin, / ama bilirsin / bilirsin o sabahı, / o mayıs sabahını. / Buğdaylar kalemdeydi, / hani koyunlar kuzuda; / ve göllerde ördekle / al – yeşil dururdu uyur – uykuda // İşte o sabah, / bir seher vakti baharın;/ sen; bir köyün sarı erkeği, / ve yumrukların, / üçümüz; / ben bilirim kimlerle / ve niçin döğüştünüz. // Sonra olanlar oldu, / tebliğ okundu / siz ölmüştünüz’’ (21)

Toplumcu’ dediğin etten kemiktendir ve elbette baştan ayağa duygudandır ve de aşktandır. . Âşıktır Akıncıoğlu:  ‘’  Seni nasıl unutabilirim, / Ekmeğim senden, suyum elinden / Bir kere sevmişim, yârim demişim; / Nasıl inkâr ederim, nasıl bir tanem. // Gün olmuş ağlamışım / Gülmüşüm, sevinmişim. / Elveda etmiş uykum / Omuz silkmişim; / Bir başka olmuşum senin yüzünden; / Nasıl inkâr ederim nasıl şahanem. / Terk edip evi – barkı / Şair olduğum doğru / Ve doğru adına kadeh kırdığım / Gözüme aldığım cümle belâyı. / Kuşlara selamım / Bulutlardan korkum / Yalan değildir / Ve sebepsiz değildir: / Yürümem, oturmam / Kitap okumam… / Bekçilerle aram niçin süt –liman / Niçin yalnız gezerim korkmadan, utanmadan? / Muhtar da bilir, kâhya da bilir / Sevdalıyım ben ve güzelsin sen ; / Nasıl inkâr ederim, nasıl Şaziyem’..’’ (22) 

Altmışların, yetmişlerin daha güzel bir dünya düşü Akıncığlu’nu da silkelemiş, uzun aradan sonra, 1979’da Türkiye Yazıları’nda yayımlanan ‘Mev’ut Gün’de,  ‘Sosyalizm’in inşa edildiği, o güzel günü anlatmıştır: ‘’ Devroldu âlem; / su üstüne yazılmış kelâm misali / değişiverdi vukuat / Bir varmış – bir yokmuş faslıdır / zulme ve sefalete ait her lûgat, / Ve bir antika malıdır / satılır haraç – mezat, / katle ferman eyleyen / tebliğler, emirler, ültimatomlar. / Emeğin hürriyetinde dört başı mâmur, / elleri ekmek tutar, dilleri destan okur; / uyur uyanır insan / endişesiz sabahtan.// Devroldu âlem;/ ve bir sabah / günle beraber döndü toprağa / milyonların üstünde milyarlarla sayılan, / ömrümüze güneşi, aydınlığı taşıyan / altında ölüleri, üstünde sağlarıyla / bu köyde, bu şehirde, bu toprakta yaşıyan / boy boy insan, / döndü toprağa. / Yarı kalmış rüyasını toprak / ve hülyasını insan, / yeni baştan koyuldu yaşamağa // Yağmur diledikçe / ve masalların bereketinde yağar;/ve rengin selametinde bahar / ne pasaport bilir, ne gümrük sorar; / yol alabildiğine, / kuş uçabildiği kadar. / Ve me’vut günlerin arefesinde / yeni esvapları, potinleri, / bayrama hazır bekler çocuklar. / Atlıkarıncalar – bayram yerinde - / salıncaklar, dolaplar / bekler bütün çocukları. // İbadetimiz başkadır. / sevdalarımız başka; / bilindi kadri alın terinin:/ Bir damlasında derya, / bir damlasında Dünya, cümle yıldızlar var / bir damlasında. / Tezgâhlar türküsünde / ve mekikler örgüsünde hamarat; / suda başladığında asırlar yılı sonra / yeniden başlıyor Dünyada hayat. // Nöbet devretti mârifet: / Kabza kavrıyan el, /tetik düşüren el, / nöbet devretti / kafa, / kol / ve ayak / Kefaretidir mavi gözlerin; / kurda – kuşa yem olan, / balıkları doyuran / açların kefaretidir: / Gecelerimize şavk olan, / toprağımızda yeşeren tohum / ki serpilir ‘messerchimit’lerden / tankların sürdüğü, devşirdiği nadasa. / Muz, portakal iklimi cenubun, / buz ve kar iklimi şimalin / kol olur gezer /dal olur gezer, / bağdaşır yan yana ayni bahçede. // Bilinir dünya / bilinir vatan, / bilinir ki yaşar bizimle bayrak / ve biz yaşamaktayız / daha üstün bayraktan’’ (23)

Sosyalisttir. Geriye çekilir, okur, biriktirir, döner; yine yazar. Umutludur. Güzel günlere dair umudunu hiç yitirmez. ‘ Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı da Atatürk’ü de yazar. Buna yazının girişinde ayrıntıyla anlattığımız, TKP’nin ‘Kemalizm’le olan ‘inişli çıkışlı’ ilişkisinin yol açtığı kuşkusuzdur. Ki bu durumun Kemalizm’le hesaplaşmanın bugünden geriye, çok yeni olduğu da g özetildiğinde, toplumcu gerçekçi pek çok yazarda / şairde görüldüğü de tarihsel bir gerçektir.

Umut Şiirleri’nin girişindeki Ömer Can’ın yazısından şu bölümü alıntılamasam Akıncığlu’na haksızlık etmiş olurum:’’ Demokrasiyi savunanların ve direncin şairi olan Akıncıoğlu, ırkçılığa duyduğu nefreti, mahkemede yaptığı savunmada şöyle dile getirir:’… İstanbul’da çeşitli kültür rüzgârlarının estiği günlerde yaşadım. Çeşitli şiirler yazdım, çeşitli mecmularda neşrettim. Ve İkinci Cihan Harbi’nin karanlık günlerini de yine İstanbul’da idrak ettim. Sebep ve neticelerini hayatımın bu yıllarında öğrendim. Ve müdafaa harplerinden gayrı her türlü harp ve kitalden nefret ettim. // İkinci Cihan Harbi’nin müsebbibi Almanya idi. Sebebi Alman ırkçılığı idi. Nazizm idi. Ve benim lise hayatımın fikirlerine çok benziyordu. Onun için ırkçı, Turancı milliyetçilikten nefret ettim. ‘’ (24)

Özgün bir biçemi vardır. Halk şiirinin ve Divan şiirinin olanaklarından yararlanır, bunları toplumcu gerçekçilik içinde, yeni bir dille, yeni bir sesle yeniden üretir.  Önemli ve güzel iki kent şiiri olan Edirne ve Bursa için yazdığı şiirlerde divan şiirinden tatlar / sesler / resimler… görünür.

Toplumcu gerçekçi çizgide yazmayı sürdüren bizlerin de öncüllerinden olan Akıncıoğlu’nun  yeni kuşaklarca, yeniden yeniden ve çok okunması dileğiyle, 1977’de yine Türkiye Yazıları’nda yayımlanan, ve yine sosyalizm düşünün cisimleştiği ‘Me’sut Şiirler’ şiiri ile yazıyı noktalıyorum:’’ Yeni doğmuş gibiyiz, / kitaplarımız, defterlerimiz yeni / Dünya eski bile olsa, / gün ayni günse de / bacamız tüter,  / destilerimiz dolu, / Elden gelen öğün beklenmez oldu, / beş parmağında beş hüner, / mutludur insanoğlu. / Evimiz – barkımız var / alıştık lezzetine sofranın; / sütü yetiyor çocuklarıma / hoşnuduz, karımız var / Ve dünya habersiz değildir bizden, / her taşın altında künyemiz yazar./ Suyu, söğüdü bizden / nehirler dolanır bizi ararlar  ; / eri, öğdülü bizden / er meydanında bizi bilir, sorarlar / Ve ben her Allahın günü şairim; / dört mevsim, bahardır şiirlerimde. / Yağmur, renkli yağar, / gönlümce eser rüzgâr; / Çinimaçinden öte masal bilirim. / Kızları çeyizler gelin ederim. / Kırkgün – kırkgece düğünlerinde / ve çocuklar büyür nar gürbüzlüğünde ‘’ (25)   

Dipnotlar:

1 - Umut şiirleri,  M. Niyazi Akıncıoğlu, Hacan Yayınları – 1985

2- Sanat Tarihi ve Sınıf Mücadelesi, Nicos Hadjınıcolaou, Kaynak Yayınları – 1987

3- Sanat Tarihi ve Sınıf Mücadelesi, Nicos Hadjınıcolaou, Kaynak Yayınları – 1987

4- Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları, Ahmet Oktay, BFS Yayınları – 1986

5- Politika ve Sanat – Ekim Devrimi ( 1917 – 1932 ), Akif Kurtuluş, Avesta Yayınları – 1996

6- Politika ve Sanat – Ekim Devrimi ( 1917 – 1932 ), Akif Kurtuluş, Avesta Yayınları – 1996

7- Mustafa Suphi – Karanlıktan Aydınlığa, Ahmet Kardam, İletişim Yayınları – 2020

8- erenlerblogspot.blogspot.com / 40l – yıllarda – turk- şiiri – ve – niyazi. html. Zeynep Aliye erişim tarihi: 14.03.2021

9- Umut şiirleri,  M. Niyazi Akıncıoğlu, Hacan Yayınları – 1985

10- Hayatımıza Sevgisizliğe ve Yalnızlığa Dairdir, Atilla Özkırımlı, Cem Yayınevi – 1991

11- Hayatımıza Sevgisizliğe ve Yalnızlığa Dairdir, Atilla Özkırımlı, Cem Yayınevi – 1991

12- Umut şiirleri,  M. Niyazi Akıncıoğlu, Hacan Yayınları – 1985

13- Umut şiirleri,  M. Niyazi Akıncıoğlu, Hacan Yayınları – 1985

14- Umut şiirleri,  M. Niyazi Akıncıoğlu, Hacan Yayınları – 1985

15- Umut şiirleri,  M. Niyazi Akıncıoğlu, Hacan Yayınları – 1985

16- Umut şiirleri,  M. Niyazi Akıncıoğlu, Hacan Yayınları – 1985

17- Umut şiirleri,  M. Niyazi Akıncıoğlu, Hacan Yayınları – 1985

18- Umut şiirleri,  M. Niyazi Akıncıoğlu, Hacan Yayınları – 1985

19- Umut şiirleri,  M. Niyazi Akıncıoğlu, Hacan Yayınları – 1985

20- Umut şiirleri,  M. Niyazi Akıncıoğlu, Hacan Yayınları – 1985

21- Umut şiirleri,  M. Niyazi Akıncıoğlu, Hacan Yayınları – 1985

22- Umut şiirleri,  M. Niyazi Akıncıoğlu, Hacan Yayınları – 1985

23- Umut şiirleri,  M. Niyazi Akıncıoğlu, Hacan Yayınları – 1985

24- Umut şiirleri,  M. Niyazi Akıncıoğlu, Hacan Yayınları – 1985

25- Umut şiirleri,  M. Niyazi Akıncıoğlu, Hacan Yayınları – 1985

Derkenar   : Alıntılardaki açık yazım yanlışları düzeltilmiş; ancak sözcüklerin özgün yazılışlarına dokunulmamıştır.

Öne Çıkanlar