'Sivil bir iktidar da demokrasiyi rafa kaldırıp darbeye kalkışabilir'

'Sivil bir iktidar da demokrasiyi rafa kaldırıp darbeye kalkışabilir'
Adı 'Demokrasi ve Özgürlükler Adası' diye değiştirilen Yassıada'da da açılacak olan müze ve 27 Mayıs darbesini anlatan gazeteci Can Dündar, 'Asla darbe taraftarı olmadım, olmayacağım.' dedi.

ARTI GERÇEK - Gazeteci Can Dündar, yarın Adnan Menderes ve diğer Demokrat Partililer’in idam edildiği Yassıada'da "Demokrasi Müzesi" açılışı dolayısıyla Demokrat Parti dönemi, Adnan Menderes'in idamı ve darbe tartışmaları hakkında konuştu.

Artı TV'de yayınlanan Söz Sırası'nda güncel açıdan darbe tartışmaları ile Menderes dönemini karşılaştıran Can Dündar, her zaman darbelere karşı olduğunun altını çizdi; ancak Demokrat Parti döneminde uygulanan bazı politikalara benzeyen politikaların günümüzde AKP tarafından da uygulandığına dikkat çeken Can Dündar, "Hiçbir şey, bir darbeyi, hele bir idamı meşrulaştıramaz. Darbe kötüdür, darbecilik suçtur. Nokta… Ama sivil bir iktidar da gücünü abartıp her şeye muktedir olduğunu zannederek demokrasiyi rafa kaldırıp darbeye kalkışabilir"  dedi.

Mendereslerin idamının arka planında yatan siyasi gelişmelere dikkat çeken Can Dündar şunları söyledi:

"Yarın 27 Mayıs.

Yassıada ya da yeni adıyla "Yaslı Ada", yarından itibaren "Demokrasi ve Özgürlükler Adası" olarak anılacakmış. 
Ne mutlu! En azından bir adada demokrasi ve özgürlük olabilse keşke…

Biliyorsunuz, yemyeşil adayı betona gömdüler; tabii ki hemen bir otel yaptılar, kongre merkezi ve cami de var. Yargılamaların yapıldığı spor salonu da müzeye dönüştürülmüş.

Daha 1990 yılında, Mehmet Ali Birand ve Bülent Çaplı ile birlikte hazırladığımız "Demirkırat Belgeseli’nin çekimleri için Yassıada’da çalışırken hayal ettiğim bir şeydi bu… Belgesel için yaklaşık 2 yıl hazırlandık. Dönemin 60 tanığıyla çok uzun söyleşiler yaptık. DP’lileri, CHP’lileri, askerleri, gazetecileri, istihbaratçıları dinledik. Yassıada yargılamalarının filmini de ilk kez o belgeselde yayınladık. 

Cumhurbaşkanından başbakanına, genelkurmay başkanından bakanlarına DP’nin bütün beyin kadrosunun yargılandığı Yassıada duruşmaları ve peşinden gelen İmralı infazları Türkiye tarihinin bir utanç sayfasıdır. 

Belli ki Hükümet, 27 Mayıs’ın 60. yılında bu utancı hatırlatırken, adayı darbeyle, darbeci zihniyetle özdeşleştirecek ve darbeci ilan ettiklerine bolca mesaj gönderecek yarın…

Bu tür konuşmaların nereye çekileceğini artık iyi bildiğimiz için başta amentü gibi o cümleyi kurmak durumundayım: Darbelerin acısını çekmiş bir kuşaktan gelen biri olarak asla darbe taraftarı olmadım, olmam, olmayacağım.

Keşke 27 Mayıs hiç yaşanmasaydı, Türkiye DP’nin inşa ettiği baskı rejiminden bir seçimle kurtulabilseydi; o zaman belki zayıf demokrasimiz, darbelerle değişim yerine demokratik dönüşüm geleneği üzerine kurulabilirdi.

Neden olamadı bu?

Muhtemelen yarın yapılacak konuşmalarda Menderes, Zorlu ve Polatkan’ı darağacına götüren darbeci gelenek lanetlenirken Türkiye’yi 27 Mayıs’a götüren nedenler hiç konuşulmayacaktır. Oysa o nedenler, bize sadece DP serüveninin neden böyle bittiğini anlatmakla kalmaz, bugüne ilişkin de çok önemli dersler içerir.

Yarın konuşulmayacak olanı biraz bugünden konuşmak istiyorum o yüzden…

DP, büyük demokrasi umutlarıyla gelmişti iktidara…

İlk dönemlerinde, ABD’nin de desteğiyle siyasal, toplumsal ve ekonomik bir refah yaşatmıştı Türkiye’ye… Ancak 1954’te Menderes, oyunu yüzde 56’ya çıkarınca güç zehirlenmesi başladı. İlkin DP’ye oy vermeyen iller cezalandırıldı. Henüz kayyum âdeti yoktu; muhalif iller ilçe haline dönüştürüldü ya da ikiye bölündü. Ardından Seçim Yasası’yla oynandı. Dönemin etkili medyası olan radyo, muhalefete kapatıldı. Gazetelere ceza yağdı. Hüseyin Cahit Yalçın, 80 yaşındayken cezaevine kondu. Ana muhalefet lideri İsmet İnönü’nün damadı Metin Toker, "Başbakan’a hakaret" suçlamasıyla tutuklandı. 4 yılda mahkûm olan gazeteci sayısı 238’e ulaştı.

Tanıdık geliyor mu?

Devam edelim:

Bu arada yolsuzluklar büyüyordu; yolsuzlukları yazan gazetecilere açılan davalarda, iddialarını ispat hakkı tanınmıyordu. DP içinde bazı milletvekilleri, buna karşı çıkınca karşılarında Başbakan Menderes’i buldular. Üstüne bir de 6-7 Eylül 1955 faciası binince bir grup milletvekili isyan etti. Menderes yola birlikte çıktığı arkadaşlarına kapıyı gösterdi. Artık yoluna tek adam olarak devam edecekti. 

Tanıdık geliyor mu?

Peki. Devam edelim.

Menderes, 1956’dan itibaren baskıyı artırmaya başladı. Önce yargıçları tasfiyeye girişti. Yargıtay Başkanı ve Cumhuriyet Başsavcısı’nı emekliye sevk etti. Ardından Basın Yasası’nı değiştirip resmi şahıslar aleyhine yayınları yasakladı. Sonra sıra üniversiteye geldi. Başbakan’ın beğenmediği dekanlar, mesela SBF Dekanı görevden alındı. İtiraz eden hocalar istifaya zorlandı. Ardından Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası çıktı. Polise ateş etme yetkisi verildi. Protesto amaçlı gösteri yapmak suç sayıldı. Bunu protestoya kalkışan CHP Genel Sekreteri tutuklandı ve 6 ay hapis cezası aldı. Muhalif parti lideri Bölükbaşı, dokunulmazlığı kaldırılarak hapsedildi.

Tanıdık geliyor mu?

Devam edelim.

Seçmen, bu baskı politikasını 1957 seçimlerinde cezalandırdı. Menderes’in, "Allah bir daha bana böyle bir gece yaşatmasın" dediği gecenin sonunda DP, her şeye rağmen yüzde 48 aldı, ama CHP de toparlanmış, yüzde 41’e ulaşmıştı.

Popülist seçim yatırımları yüzünden ekonomi sallanmış, milli gelir düşmüş, 2 lira olan dolar, 9 liraya çıkmıştı. Siyasette ve ekonomide işler kötüye gitmeye başlayınca Menderes ne yaptı dersiniz?

"Darbe" lafını attı ortaya…

1958’de Irak’ta asker yönetime el koyup Kral ve Başbakan darbecilerce öldürülünce Menderes korktu. Darbeye cüret edenlerin idam sehpalarında can vereceklerini söyledi. Artık ülkede sadece darbe konuşuluyordu.

Tanıdık geliyor mu?

Devam edelim.

1959’da Menderes’i Londra’ya götüren uçak düştü. 14 kişinin öldüğü faciadan sağ kurtulan Başbakan, evliya gibi karşılandı. "Sana feda olsun" diye çocuklarını ona kurban etmeye kalkışanlar oldu. O da havaya girdi. Ortamı gerdikçe gerdi. Sonunda hedef gösterdiği CHP lideri, Uşak’ta saldırıya uğradı. DP içinde, "Ülke çok gerildi. Erken seçime gidelim, tansiyonu düşürelim" diyenler, hemen tasfiye edildi. Menderes fren yerine gaza bastı: "Hürriyet isteriz" diye yürüyen gençlere ateş emri verildi. Ve 1960 Nisan’ında en büyük kozunu masaya sürdü: 

CHP’yi seçim dışı yollarla iktidara gelmek için gizli örgüt kurmakla, isyan hazırlığı yapmakla suçladı. Meclis’te bu iddiayı soruşturmak üzere bir Tahkikat Komisyonu kuruldu. 15 DP’li vekil, basını ve muhalefeti yargılayacak, alacakları kararlara itiraz edilemeyecekti. İktidar, muhalefeti tamamen feshetmek üzereydi. Sıkıyönetim ilanı gündemdeydi. 

İşte o aşamada İsmet İnönü o tarihi sözü söyledi:

"Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal, meşru bir haktır. Bu yolda giderseniz sizi ben bile kurtaramam."

1 ay sonra DP, askeri müdahale ile devrildi.

25 Mayıs’ta Eskişehir’de Menderes’i çılgınca alkışlayanlar 27 Mayıs’ta ortadan kayboldu; muhalifler, tankların üzerinde hürriyet sloganları atıyordu.

Şimdi tekrar edelim:

Hiçbir şey, bir darbeyi, hele bir idamı meşrulaştıramaz. Darbe kötüdür, darbecilik suçtur. Nokta… 

Ama sivil bir iktidar da gücünü abartıp her şeye muktedir olduğunu zannederek demokrasiyi rafa kaldırıp darbeye kalkışabilir. 

O zaman da köşeye sıkıştırılan toplumun, buna direnme hakkı vardır.

Yarın "Demokrasi ve Özgürlük Müzesi"nin açılışında işin bu kısmı anlatılmayacağı için önceden hatırlatma gereği duydum. 

"Darısı, Silivri’nin ‘Demokrasi ve Özgürlük Müzesi’ olacağı günlere" diye bitirelim.

Asıl bayramı o zaman kutlamak üzere… Şimdilik hepinize sevgiler, saygılar."

Öne Çıkanlar