Erdoğan'ın ‘söke söke’ ifadesi üzerine konuşmalıyız...

Erdoğan'ın ‘söke söke’ ifadesi üzerine konuşmalıyız...
Kanal İstanbul yatırımcılarını canhıraş koruyarak ‘paraları söke söke alırlar’ diyenler Peker karşısında neden suskunlaşıyor? Çat diye bir video daha gelmesin daha da  kızdırmayalım diye mi?

ARTI GERÇEK - Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kanal İstanbul’un temelini attığı günün aynı zamanda kurdun kuşun yuvasını yıktığı ile kalacağı gün olduğunu artık kendisi de biliyor ve konuyu paraya bağlayarak şöyle diyordu: ‘’Yatırımcıları tehdit ediyorlar. ‘Geldiğimizde bilesiniz ki ödeme yapmayacağız, elinizden alacağız’ diyorlar. Bankaları, projeye ilgi duyan ülkeleri tehdit ediyorlar. Söke söke sizden bu paraları uluslararası tahkim yoluyla alırlar.’’

İstanbul’a yaptığı son yıkımın uluslararası tahkim boyutuna da giren Erdoğan, vaktiyle kendi partisinin de desteklediği Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu ve İstanbul’un ev sahipliği yaptığı Uluslararası İstanbul Sözleşmesi’nden, yaşam sözleşmesinden çıkıyorken para konusunda birdenbire uluslararasını hatırlıyor, yatırımcılarına güven verme konuşmasını yapıyordu. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak gibi Kanal İstanbul’a girmek de yaşam yıkıcılığının sembolü oldu.

Fakat bi dakka…

Erdoğan’ın söylediği ‘söke söke’ üzerine biraz konuşmalıyız.

Alınacak, sökülecek para nihayetinde halkın parası. Öyle ya esas olarak devletin kendi parası olmaz. Bastığı paralar da üretimin, varlığımızın karşılığıdır zaten. Üretimi kim yapar işçiden, emekçiden başka? Üretimi yaptığı gibi vergiyi de kim verir halktan başka?

Fakat bi dakka daha…

Sökülecek para bizimdir ama sökmek isteyen kimdir?

Bi dakka bi dakka…

Erdoğan kendisinin iktidardan düşmesini şimdiden kabul ettiğini de anlatıyor farkında olmadan. Dili sürekli sürçen Erdoğan’ın artık dilinin sürçmediği durumlar nadir. Ancak para konusunda gayet sarih konuşuyor. Kılıçdaroğlu, iktidara geldiğimizde yeni dönemde bu paraları ödemeyeceğiz ona göre demişti yatırım yapanlar için. Erdoğan’ın ona verdiği cevap doğal olarak bu durumu kabul ettiğini anlatırken ‘Bari paraları kurtaralım!’ konuşmasına dönüşüyor. Bunda şaşıracağımız bir şey yok ama kimi muhaliflerin dahi Erdoğan kaybetse de gitmez, kaybedeceği seçimi de yaptırmaz diye sık sık dile getirdiği argümanlar hep gündemde oluyor seçimler yaklaştıkça bir yandan da...

İstanbul seçimleri iki defa yapılsa da halkın kararlılığı karşısında kaybettiklerini kabul etmek zorunda kalmışlardı. Ev ev dolaşıp ‘kime oy verdiniz?’ diye polis baskınları olsa da halkın artan kararlılığı onları pes ettirmiş, akılları başlarından gitmiş, ‘Bir şey olmasa da bir şey oldu!’ diyerek o şeyin ne olduğunu bir türlü anlatamamışlardı. ‘Şey’in adı ‘kaybettik’ olduğu için adını diyememişlerdi..…

Hatırlayınız İstanbul seçimlerinin ilki yapıldığında Erdoğan ilk kabul edenlerdi aslında. Seçim sonuçları konuşmasında İstanbul’u eksik sayarak kazandığı belediyelerin sayısını vermişti. İstanbul sayılmaz mı oysa? ‘İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi de kaybeder’ diyen kendisi değil miydi? Şimdi sayamıyor muydu İstanbul’u? Saymıyorsa İstanbul’u Kanal İstanbul’u niye zorlasındı. Demek İstanbul hala saygındı, sayılmalıydı muhalefet kazansa da…Erdoğan 7 Haziran 2015 seçimlerini kaybettiğini kabul etmişti aslında ta ki Bahçeli sözlerini geri alıp ona yol açana kadar...

Erdoğan da Bahçeli de onun kaybettiğini bilse de yine onu öne sürerek arkadan ittirerek kendi istediğini yaptıranları görmemeli miyiz yine de? Dilleri bu kadar hızla değiştiyse durumları değişmişti demek ki. Böylece yıpranmadan iş yapmak ne güzel! Erdoğan da aynı taktiği kendi bürokratlarına yapıyor. Merkez Bankası’nın sürekli değişen başkanlarının durumu bu taktiğin sembolleşmiş hali gibi. İnsan bazen başkalarının gölgesini neden sonra kendi gölgesi sanabilir. Deniz Baykal’ın gölgesini görmeyelim mi, mesela Zülfü Livaneli’nin vaktinde yazdığı Sedat Peker’in de şimdi ifşaatladığı ve yalanlanmayacağını anladığımız şeyleri?

Bi dakka bi dakka…

Sürekli konuşan iktidar nasıl oluyor da suskunlaşıyor bir anda? Kanal İstanbul yatırımcılarını canhıraş koruyarak ‘paraları söke söke alırlar’ diyenler Peker karşısında neden suskunlaşıyor? Çat diye bir video daha gelmesin daha da  kızdırmayalım diye mi?

Neyse, Erdoğan’ın kaybettiği her durumdan sonra Bahçeli’nin, Perinçek’in zayıflamış AKP’yi nasıl etkilediği de tartışılıyor. Hatta kimi MHP’li yöneticilerin 'Biz AKP’ye gitmedik, AKP bizim olduğumuz yere geldi!' açıklamaları bu durumu anlatıyor. Ne demişti Perinçek: Türk yargısı son 50 yılın altın devrini yaşıyor. Gerçi bir insana istemediği şeyi zorla yaptıramazsınız da, nihayet irade diye bir kavram var. İstemeden yapıyorsanız ya canınız için ya da siz de bu fikre ikna olduğunuz içindir herhalde.

Her yenilgi aldığında iktidarını uzatmak için başkalaştı Erdoğan da partisi de. ‘İstanbul seçimlerinde aslında kaybetmedin!’ diye onu ikinci seçime ikna edenler de vardı. İktidar hırsı gözünü bürüdüğü için ne halkı ne de gerçeği göremediği gibi buna inandı da. İkinci seçim böylece Erdoğan’ın yenilgisini pekiştirme şansını verdi muhalefete ki o ana kadar kimi muhalifler dahi ‘Erdoğan kaybetmez, yenilmez’ mealinde muhaliflerin moralini bozacak kadar etkili olarak ‘gerçekçilik’ adı altında konuşuyorlardı.

‘Erdoğan iyi çevresi kötü’ tartışması da tam burada yerini buluyor. Belki çocukken çevrenizi seçemezsiniz ama Erdoğan’ın bu kadar güçlü olduğu uzun yıllarda kendi çevresini kendisinin seçtiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani çevresi Erdoğan’ın kendisidir.

Erdoğan kimle oturup kalkıyorsa odur da. Mesela Kanal İstanbul’a para yatıranların parası için kendi parası gibi konuşmak böyle bir şey olmalı. Buna isterseniz taktik deyin ama insanın kimle, ne için, nasıl taktik yaptığı da önemsiz midir? İnsanın taktiklerinin de ideolojik bir sınırı yok mu mesela? Mesela Korkmaz Karaca’nın yaptığı söylenen, iddia olarak ifşaa edilen ‘taktiklere’ ne diyeceğiz?

İnsan kendisine ne der böyle zamanlarda?

Öne Çıkanlar