Suriye'de işlenen suçların Almanya'da yargılanması

Suriye'de işlenen suçların Almanya'da yargılanması
Bu karar, Almanya’nın tarihinden ders almakla yetinmeyip, ders verir olgunluğa geldiğinin de örneğidir.

Fatma KARAKAŞ-DOĞAN


Almanya’nın Koblenz kentinde 23 Nisan 2020 tarihinde başlayan yargılamada Almanya mahkemesi, 24 Şubat 2021 günü, bir sanığı insanlığa karşı suç işlemekten mahkum etti. Söz konusu sanık, Suriye yönetiminin eski istihbarat görevlisi olarak çalışmıştı. Almanya’ya gelen sanık 2018 yılında tespit edilmiş ve 2019 yılında yakalanmıştı. Suriye’de yaşanan hükümet etme krizinin ardından ülke iç karışıklığa sürüklenmiş, iç savaş ve çatışma ortamında ağır insan ve grup hakkı ihlalleri meydana gelmişti. Almanya’da hakkında mahkumiyet kararı verilen sanık, Suriye hükümetin 2011-2012 yıllarında muhaliflere yönelik gözaltı ve cezaevinde tutma sürecinde yürüttüğü ağır işkence ve ölümlerden sorumlu tutuldu ve hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildi ve dünyanın saygın haber ajans ve kanalları son dakika haberi olarak geçti.

Bu davada Almanya mahkemesinin yargılama yetkisi, uluslararası hukukun bir istisnası olan ve evrensellik ilkesi olarak çevrilebilecek olan bir prensibe dayandırıldı. Ülkelerin kendi topraklarında meydana gelen suçların yanında, çeşitli sebeplerle başka ülke topraklarında meydana gelen bazı suçları da yargılamasına olanak veren bu ilke, günümüzde oldukça anlamlı bir işleve sahip olmuştur. Bu ilke ve Almanya’nın uluslararası suçlar olarak adlandırılan bu suç kategorilerini kendi ülkesinde yargılamasına olanak veren ve suç tanımı içeren özel ceza kanunu, Almanya mahkemelerinin yetki kaynağıdır. Yani Almanya’nın yaptığı tek şey, hukukun işlemesini, mahkemelerin yargılama yapmasını, savcıların delil toplamasını engellememektir.

Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni kuran Roma Statüsü 2002 yılında imzaya açılmış ve 2003 yılı itibarı ile Mahkeme Hollanda’nın Lahey kentinde yargılama yapmaya başlamıştır. İnsanlığı, tarihinin ilk daimi uluslararası ceza mahkemenin kurulmasına ötüren şey, kendi barbarlığından başka bir şey değildir. Nitekim mahkemenin yargılama yetkisine giren 4 suç tipi vardır ki bunlar bırakın bireyleri, kuşakların varlığını sona erdirecek derecede bir kötülükle ancak işlenebilmektedir.

İşte Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin görev alanına giren suçlar olan, soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırganlık suçu, mahkemenin kurulduğu 2003 yılından sonra da işlenmeye devam edildi. Bunun tanığı olduğumuz bir örneği de Suriye’de meydana geldi. Barbarlığın insanlık tarihinden silinmesi gerekip gerekmediğine bir türlü karar veremeyen, günün birinde bu mahkeme önünde yargılanmak konusunda ciddi korkuları olan ülkeler, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin yargı yetkisini tanımamaya hatta mahkemeyi itibarsızlaştırmaya gayret etmektedir. Nitekim Suriye’deki çatışma ve karışıklık ortamında işlenen korkunç suçlar adeta tozlu raflara kaldırılmaya çalışılmakta, ölümüne bir sessizlikle zamanın akıp gitmesi, delillerin yok olması, mağdurların hem seslerini hem de umutlarını kesmesi beklenmektedir.

Uluslararası Ceza Mahkemesi, suç yerinin Suriye olması ve Suriye’nin de Roma statüsüne taraf olmaması sebebiyle yargılama yetkisi kazanamadı. Konu birkaç kez Birleşmiş Milletler önüne de gitti ancak Rusya ve bazı devletler Güvenlik Konseyi'nin insiyatif almasını engelledi.

İşte böyle bir ortamda, Almanya mahkemesinden gelen karar, bir ilk olarak tarihe geçti ve bizlere, hukukun kara kitapların sayfalarını süsleyen anlaşılması zor ama güzel cümlelerden ibaret olmadığını, mağdurun ve failin şahsında, somut ve yaşayan bir varlığa dönüşebildiğini gösterdi. Bu karar ve yargılama, tüm dünyaya Almanya’nın, kendi topraklarında ikinci dünya savaşı sırasında yaşananları, yeni neslin belleğinde canlı tutmaya ve "bir daha asla" demekte kararlı olduğunu da gösterdi ve Suriye hükümetinin işlediği insanlığa karşı suçlara ilişkin ilk mahkumiyet Almanya mahkemelerinden geldi. Bu karar, Almanya’nın tarihinden ders almakla yetinmeyip, ders verir olgunluğa geldiğinin de örneğidir. Nitekim, 2020 yılında Almanya’da gerçekleşen ırkçı saldırının ardından Merkel’in: "ırkçılık ve nefret bir zehirdir ve bu zehir bizim toplumumuzda var" demiş olması, ülkesinin resmi ideolojisinde bu suçlara tahammül olmadığını göstermesi ve tarafını belli etmesi bakımından önemlidir.

Almanya Mahkemeleri önünde yürüyen bir diğer yargılama da halen Münih kentinde devam eden ve IŞİD tarafından köle yapılan 5 yaşındaki Ezidi kız çocuğunun, altını ıslattığı gerekçesi ile zincirlenip, 45 derece sıcaklıkta dışarıya bırakılmak suretiyle öldürülmesine ilişkindir. Bu davada da sanıklar, insanlığa karşı suç işlemekten yargılanmaktadır ve bu da IŞİD’in Ezidilere karşı işlediği suçlara ilişkin dünyadaki ilk davadır.

Suriye savaşının ardından, savaşın en az mağdurları kadar faillerinin de Türkiye’ye geldiği bilinmektedir. Suriye ile komşu olması, mağdurların ve faillerin Türkiye’ye yerleşmiş olmaları da gözönüne alındığında, Türkiye’nin IŞID üyelerine veya hükümet adına suç işleyen diğer suçlulara karşı tek bir dava açmamış ve yargılamamış olması oldukça ilginçtir. Örneğin Ezidi çocukların yetimhanelere yerleştirildiğine dair haberler çıkmıştı ve Türkiye, kayıt tutmamakla, delil toplamamakla eleştirilmişti. Bütün bunlar acaba Türkiye’de yeterince hukuki düzenleme mi yok sorusunu akla getirebilir, açıklamakta yarar var; Türkiye’nin Ceza Kanunu, aynen Alman Ceza Kanunu gibi, Suriye’de işlenen soykırım ve insanlığa karşı suçların yargılanması konusunda, Türkiye mahkemelerine yetki vermektedir. Türkiye’nin de iç hukukunda, Ceza Kanunu'nda bu suçlar tanımlanmıştır ve hatta cezası da Almanya’dakinden daha ağırdır.

Peki neden Türkiye’de tek bir yargılama yok? Neden mi? Türkiye’nin yaptığı tek şey, hukukun işlemesini, mahkemelerin yargılama yapmasını, savcıların delil toplamasını engellemektir. Suçlular Türkiye’ye tatil yapıyorlar, zira Türkiye’de hukuk, hep guguk!


* Dr. Ceza Hukuku Doçenti
Bremen Üniversitesi Hukuk Fakültesi

Öne Çıkanlar