Taliban kavramının toplumsal inşası

Taliban kavramının toplumsal inşası
Taliban İslam diktatörlüğünü daha iyi anlamak için Peştun gerçekliğini, kültürünü bilmek lazım. Çünkü “Peştunî İslam” bu kültürün bir yansımasıdır.

 Josef H. KILÇIKSIZ


ARTI GERÇEK- Taliban kavramının toplumsal olarak inşa ediliş şekli, bence, Afganistan'ın kültürel gerçekliğiyle örtüşmüyor.

Bu kavramın sosyal olarak inşa ediliş şekli, ana akım medyanın onları "devrimci-bağımsızlık savaşçıları, anti-emperyalist militanlar" olarak lanse etme niyetiyle bire bir örtüşüyor. Ben, siyasal İslam’ın en katı sürümünü aklamaya yönelik bu çabaları, "ölümü gösterip sıtmaya razı etmek" diyebileceğim, halkı "ılımlı" bir İslami devlet projesine alıştırmak olarak okuyorum. 

Kısacası, Taliban kavramının toplumsal olarak inşa ediliş şekli, siyasal İslamcılar tarafından izlenen siyasi hedeflerle birebir örtüşüyor.

Ülkemizdeki siyasal İslamcıların kendilerini Taliban’ın kimliğinin karşıtı olarak tanımlamaları, kendi siyasal kimliklerini tahkim etmelerine de olanak tanıyor.

Sanki 11 Eylül olmamış gibi, sanki Bin Laden yıllardır orada gizlenmemiş gibi, deniliyor ki, Batı’nın onları şeytanlaştırıp terörist olarak yansıtması, Afganistan’ın işgali için uygun bir algı zemini hazırlamaya yönelikti.

Afganistan'ın kendi realitesi ile bizim siyasal İslamcıların kamuoyunda yerleştirmek istediği algı arasındaki ontolojik sınır, aynı zamanda siyasal İslamcıların pragmatik-stratejik, takiyyeci tutumunu açığa çıkarıyor.

Kadınlar, çocuklar ve bir halk, işte bu iki zıt kavrayışın arasındaki dar aralıkta, kendi kaderine terkedilmiştir.

Ulus-devlet olmaktan çok bir kavimler kompozisyonunu andıran Afganistan’da Peştunlar baskın kabileyi oluşturuyor. Ve Taliban, Peştunlar’dan oluşan Sünni-İslamcı köktendinci bir örgüttür.

Taliban kavramının toplumsal inşası sırasında Batı da, Peştun gerçekliğinin kültürel bağlamını ortaya çıkarmak için hiçbir çaba sarf etmedi. 
İşte bu yazı, Taliban İslam diktatörlüğünü daha iyi anlamak için, Peştun gerçekliğinin kültürel bağlamına başkaca bir yaklaşımı hedefliyor.

Taliban kavramı, dini-siyasi bir gerçekliğe sırtını dayayan bir mefhum olmaktan çok, bir mitin ürünü olarak ortaya çıktı.

Taliban kavramı, 11 Eylül sonrası çatışmayı çevreleyen söylemin yapılandırıcı bir unsuru işlevi de gördü. Taliban kavramına yapılan gönderme, sadece bu çatışmanın hem doğasını hem de sonunu açıklamaya hizmet etti.

Peştun etnisitesinde, bu münhasıran erkek-egemen ve sert, eril tarihsel aile/kabile gerçekliğinde, kadınların olumlu hiçbir rolü olmamıştır.

Kadınlar, aile/kavim mitine olumlu, şanlı hiçbir şey katmayan, negatif varlıklar olarak algılanmışlardır. 

Bu nedenle kadın, Peştun kültüründe daha aşağı bir kastın varlığı olageldi. Kadın bir özne olarak değil de, bir şehvet nesnesi olarak kabul edildi.

Bir Peştun atasözü, müreffeh bir adamın üç şeye sahip olması gerektiğinden bahseder: Altın, toprak ve kadınlar. Buradan da anlaşılacağı üzere, kadın, Peştun kamusal alanı içinde özne statüsünde değil de, bir mal, mülk statüsündedir.

Kadının konumu, araba, altın, ev, büyükbaş hayvan, tarla vb. gibi refahı temsil eden mallarla aynı statüye düşürülmüştür. Kadınlar evlilik sırasında yüksek bir başlık parasına satılır. Taliban’ın iktidarda olduğu 1996-2001 yılları arasında bir kadının değerinin 15 bin ABD doları civarında olduğu tespit edilmiştir.

Daha sonra, yalnızca erkek çocuk doğurma yeteneklerine göre değerlendirilip sosyal statüleri, belki bir nebze olsun, iyileştirilebilir. Erkek çocuk dünyaya getiremeyen bir kadın "sosyal bir hiç" konumundadır. Kadının ekonomik olarak faydası, ev bakımı ve ucuz işçilik gibi işlerde ortaya çıkar.

Evlendikten sonra kadının aile kökeni, varsa geçmişi, kocasının aile öyküsü içinde çözülüp buharlaşır. 

Feodal gelenekçi Afgan toplumunda, özellikle Peştunlar arasında normal bir ritüel halini alan aile içi şiddet yoğun olarak yaşandı ve hâlâ yaşanıyor. Kadınlar bu durumu öylesine kanıksamışlardır ki, İngiliz antropolog Lindholn, kadınların dövülmedikleri zaman şikâyet ettiklerini belirtiyor.

Peştun geleneklerinde genç kızlar, kadın olmanın gerçeklerini öğrenmeleri için daha küçük yaşlardan itibaren akrabalarının fiziksel saldırılarına maruz bırakılır.

Hatta öyle ki, bir Peştun kadınının sosyal statüsü, yaşadığı acının yoğunluğu ile orantılı olarak değer kazanır. Kadının mutsuz ve acı dolu hikayeleri, diğer kadınlarla arasında olumlu bir iletişim aracı işlevi görüp, bir etkileşim bağlamı haline gelmiştir.

Afgan sosyolog Emhadi, kadınların kocalarının malı olduklarını tespit etmek için, sürüye ait hayvanların kızgın demirle dağlanması gibi, dağlanmış olduklarından bahseder.

Kısacası, Peştun geleneklerinde kadınlar ya kocaya ya eve ya da mezara ait varlıklardır. 

Zaten "insan-altı" bir statüye sahip olan kadına, şeriatın ona tanıdığı hak kırıntılarına bile Peştun coğrafyasında tahammül edilmez. 

Peştun namus kodları, en sert şekliyle sadece kadınlara uygulanır.

Bu kodlar bir aidiyet duygusu geliştirirken, bunun ağır bir bedeli olduğunu, ne hikmetse, sadece kadına hatırlatıyor.

1979 yılında komünistler, kadın haklarını ilgilendiren politikaların en agresif ve radikal olanını uygulamaya koymuşlardı. Peştun topraklarındaki toplumsal gerçeklikten kopuk olan bu politikalar, toplumu yabancılaştırıp kırsalda ve taşrada mücahitlerin gelişi için uygun koşulları hazırladılar.
Peştun ülkesinde, bir sınavda kopya çekmek tamamen ahlaki bir davranıştır. Çünkü önemli olan araçlar değil, nihai neticenin, bireyin toplumun gözünde başarılı bir kişi olarak görünmesine izin vermesi durumudur. Bu sayede birey hızla refaha kavuşuyorsa, bu yolda her şey mubahtır.

Eşkıyalık ve kaçakçılığın Peştunlarla ilgili klişelerin ayrılmaz bir parçası olması bu bakımdan tesadüfi değildir. 

Bu kodlar, uygulanmaları için bir otoriteye ihtiyaç duymadıkları noktaya kadar, Peştunlar tarafından özümsenmiştir. Peştunlar, doğal ve otantik bir şekilde bu normları uygularlar. Bu kültürel mekanizma, bu toplumu derinlemesine yönetir ve dini yasaklara paralel olarak neyin kabul edilebilir ve neyin edilemez olduğunun çerçevesini çizer.

Bu kodlar, bu bakımdan, şeriatın en katı sürümleriyle barışıktır.

Kısacası Peştun normatif kodları, bireyin aile şerefini korumasına ve onun bu şerefi (bence şerefsizliği) mitsel-kolektif tarih içine entegre etmesine izin veren kültürel araçlar olarak ön plana çıkıyorlar.

Peştun kavminin "demokratik" alışkanlıkları, tüm erkek Peştunların Jirga denilen kabile konseylerine eşit siyasi ağırlıkla katılabilmeleriyle sınırlıdır. Başka kabilelere mensup şahısların, yabancıların ve kadınların bu "eşitlik" ve "demokrasiden" dışlandığının altını kalın, kırmızı bir çizgiyle çizelim.

Peştunların kültürel değerleri, şeref-namus, cesaret, bağımsızlık, rekabet, adalet ve misafirperverlik gibi, feodal ve yarı-feodal toplumların gerçekliğine karşılık gelen normlar olarak ön plana çıkıyor. Ancak "namus", diğer değerlerin var olabilmesi için "conditio sine qua non" vasfında, "olmazsa olmaz" zorunlu bir değer olarak anılıyor. Bu, tüm sorumluluğu ve ağırlığı kadının omuzlarına yüklenen "namus" yoksa, diğer değerler de yok hükmündedir, anlamına geliyor.

Uluslararası Af Örgütü'ne göre, 30.000 seyirci, 1998 Şubat'ında Kabil Spor Stadyumu'nda zina yapan bir kadının 100 kırbaç cezasını, bir futbol maçı izler gibi, izledi. Bu cezanın insanı irkilten yanı korkunçluğu değil, olağan görünüşüydü. Ürkütücü olan şey, Talibancı İslam faşizminin işkencelere ve idamlara sıradan vatandaşı normallik mizanseniyle ortak etmesiydi. Sıradan vatandaşın bu vahşi gösteriye iştirak etmesini kolaylaştıran mizojen (kadın düşmanı), kısasa kısas kültürüydü.

Peştun kimliğinin inşasında savaş mitinin önemi büyüktür. Afgan toplumunda bir kabilenin diğerinden ayırt edilmesi, genellikle mitolojik askeri gerçekler aracılığıyla olur. Savaş kültürü ve atalardan kalma cesaret, Peştunların bu sert coğrafyada kendi kimliklerini tanımlamalarına yardımcı olmuş iki önemli parametredir.

Ülkenin bir "imparatorluklar mezarlığı" olarak adlandırılmasının tarihsel arka planında, bana kalırsa, "cesaret ve bağımsızlık" mitlerinin katkıları büyüktür.

Tam bağımsızlık şiarı, İngilizlerin Doğu Hindistan’a, Perslere ve hatta Moğollara karşı hezimetinde yankısını bulan bir mit olarak ön plana çıktı.
Peştunlar, merkezi hükümet, savaş ağaları veya yabancı bir gücün boyunduruğu altında yaşamayı kabul etmeyen bir mizaca sahipler. İngilizlere, Sovyetlere ve hatta Pakistan ve Afganistan devlet güçlerine karşı mücadeleleri, kahramanlık anlatıları olarak kolektif hafızada çoktan yerini aldı. Peştunlar, insanlık tarihinin en büyük iki gücü olan Sovyetler Birliği ve Britanya İmparatorluğunu yenen birkaç etnik gruptan biri olmaktan gurur duyuyorlar.

Belucistan eyaletinde yaşayan diğer kavimlerden farklı olarak Peştunlarda hiyerarşik bir kabile yapısı yoktur. Peştun kültürü, daha çok lidersiz, başsız bir kültürdür. 

Bu "başsızlık", Taliban’ın kurucularından olan molla Muhammed Ömer’in neden arka planda, sembolik bir figür olarak kaldığını nispeten açıklıyor. Peştun liderler, sembolik ve geçici figürlerdir ve her zaman diğer lider adaylarıyla bir rekabet mantığı içinde devinirler. 

Bir kabile konseyi sırasında önemli kararlar alınırken tüm katılımcı Peştunlar eşit ağırlıkta olup, kararlar oybirliği ile alınır. Bir Peştun atasözü, bu etnik grubun başsızlığını/lidersizliğini çok iyi açıklar: "Bütün insanlar handır (kraldır)".

Bu yüzden, Çin’deki karşılamada endam gösteren terlikliler ve çarıklılar sürüsü arasında boşuna bir lider aramayın, derim. 

Peştunlar, Sovyet işgalinden önce var olan, ancak onun tarafından pekiştirilen bir silah kültürü içinde yaşayageldiler. Her ailenin kendi güvenliğini sağlamak ve aile içi "adaleti" uygulamak için ateşli silahlara sahip olması normal karşılanan bir şeydir. 

Bizdeki, 15 Temmuz askeri kalkışmasında olduğu gibi, sivillere kontrolsüz silah dağıtımıyla kıyaslanmayacak kadar kökleşmiş bir silahlanma geleneğidir söz konusu olan.

"At, avrat, silah" kültürünün toplumun her dokusuna nüfuz etmiş tezahürleri gündelik hayatta sık sık karşımıza çıkıyor.

Afgan toplumunda adaleti veya güvenliği garanti edebilecek devlet kurumları bulunmadığından adaleti sağlamak aileler ve kabileler tarafından üstlenile geldi. 

Bu yüzden "kısasa kısas kültürü" yaygınlık kazandı. Her Peştun göze göz, dişe diş kültürüyle yetiştirilir. 

Normatif buyruk, Peştunlara, uzak ya da yakın bir geçmişte veya bir coğrafyada işlenmiş bireysel ve ailevi yanlışların mutlaka intikamının alınmasını ve adaletin ancak bu şekilde tecelli edeceğini söyler.

Bu toplumda intikam, adalet olarak anlaşılmaktadır. Misilleme hızlı ve genellikle kanlıdır. Baskın ve yağma anlamına gelen "razzia" kelimesinin Peştuca kökenli bir kelime olduğunu bu arada belirtelim.

Evlerin, bir saldırı durumunda kolayca savunulabilir olmasını sağlamak için, güçlendirilmiş bir kale şeklinde inşa edilmeleri, intikam ve misilleme kültürünün mimarideki yansımaları olarak okunabilir.

İşte tüm bu normatif ve kültürel kodlanmalar içinde İslam, kendi başına ontolojik varlığı olan bir olgu olarak değil de, inşası toplumsal olan bir olgu olarak ön plana çıkıyor.

Afganistan’da İslam’ı, farklı kültürel gerçeklikler tarafından koşullandırılıp, gelenek ve göreneklerle yeniden inşa edilmiş sosyal bir fenomen olarak görmek eğilimi mevcuttur. 

"Peştunî İslam" işte bu kültürün bir yansımasıdır. 

Peştun İslam’ı, bu nedenle, Kuran veya Hadis yazılarının ötesine geçerek, bu kültürel gruba özgü bir dizi yazılı olmayan norm ve gelenek içerir. 

Dünyada İslam’ın, Wahabi, İşidçi, İhvancı, El Kaideci, Talibancı vb. vahşi ve çağdışı sürümleri hep olageldi. Hemen hemen tüm bu İslamcılar kendilerini Sünni (Hanefi) olarak tanımlıyorlar.

Asıl can alıcı soru, Kuran’ın bu çağdışı uygulamalara ve tefsirlere imkân tanıyıp tanımadığı sorusudur.

Bir köktendinci militanlar ve mollalar krallığı olan Taliban, absürdün (saçmanın ve akıl dışılığın) en gerici imparatorluğu olarak Afganistan’da varlık gösterecek. Nihilist şiddetin İslam diktatörlüğünde, uçurtma uçurmak, kuş sahibi olmak, müzik dinlemek, tıraş olmak bile ağır yaptırımları olan eylemlerdendi. Burkasız sokağa çıkmanın, erkek bir doktor tarafından muayene edilmeyi kabul etmenin, evde duvara bir görsel asmanın, renkli çarşaf giymenin, bir erkeğin yüzüne bakmanın, onun tarafından kendi ismiyle çağrılmanın olası cezalarını saymıyorum bile. Ağır cezalar özellikle kadınları terörize edip, halkı sürekli bir teyakkuz halinde tutuyordu.

Ancak, ‘Allah’ın Şövalyeleri’nin yönetiminde o zaman işler tıkırındaydı. Kaçakçılık, uyuşturucu ve kadın ticareti ile dini doğruluk, el ele yürümekteydi.

Özetle, Taliban kavramının yanlış sosyal inşası, bu örgütün vahşi uygulamalarını gizlemeyi, onları şirin göstermeyi ve onlara, yirmi yıl sonra, temiz biyografiler sunmayı amaçlıyor. 

Neden derseniz, iktidar denen şeyin geniş bir ekonomik kazanç ve kirli-kârlı ilişkiler ağına karşılık geldiği gerçeğini hatırlayalım. Bir terör örgütü iktidarını bir yandan afyon ticaretiyle finanse ederken, diğer yandan afyonun narkoz etkisi sayesinde "egemenlik mekanizması, yol açtığı acıların görülmesini önleyecek." (Theodor W. Adorno). 

Bu arada, eski bir başbakanın oğlunun Venezüella kıyılarına gizlice yanaşan gemiciklerini anmadan geçemeyeceğim. Adını Venezuelalı General Simon Bolivar’dan alan Venezüella’nın para birimi "Bolivar" gerçi beş para etmiyor artık, ama uyuşturucu ticareti, sosyalist generalin ilkelerine fena halde ihanet edip onun mezarında ters dönmesine neden oluyor.

İktidarın totaliter devamlılığını sadece kadın üzerinden sağlayan Foucault’cu biyopolitika, muhtemelen en katı şekliyle Taliban tarafından hayata geçirilecek. Hapishane, tımarhane, medrese, stadyumlar, darağacı, kırbaç, taş (recim için), peçe, kılıç gibi kurum ve araçların birey-iktidar-disiplin sacayağına dair bağları Afgan halkına her gün muhakkak anımsatılacak.

Taliban’ca İslam’ın en vahşi uygulamalarına tanıklık etmeye hazır mısınız? Siyasal İslam’ın distopyasında kanlı gösteri daha yeni başlıyor.

Öne Çıkanlar