Taş ve Gölge’nin Sesleri

Taş ve Gölge’de köklerini Haymana’da arıyor ve Meopztamya’nın ruhuyla konuşuyor Burhan Sönmez.

Masallar, akılda kolay tutulduğu ya da bir dönemin yaşam biçimine uygun olduğu için mi ilgi görürdü? Bunu hala tam olarak anlamış değilim. Bildiğim ve bende oluşan algı, anlatımdaki zenginliğin, sözlerdeki ahengin dinleyicide yarattığı etkinin güçlü oluşuydu. Anlatıcı adeta masalı yazan kişi olarak konuşur ve dinleyenleri canlı bir edebiyat ortamına sokardı. Belli bir yaş kuşağındaki insanların çocukluğunu renklendiren, büyükleri uzaklara götüren, kulaktan kulağa gelen bu sözlü anlatımlardan etkilenmeyen insan neredeyse yok denecek kadardır.

Okuduğum romanlarda masal dilini yakalayınca daha mutlu oluyor ve tutkuyla ilerliyorum romanın sayfalarında. Son dönemlerde bu tarz roman yazılımları çoğaldı. Ancak çoğu romancı masaldaki dilin yanına yaklaşamıyor bile. Mistik örgülerle, var olmayan, varlığı kabul görmeyen anlatım biçimleriyle bugün yorumlanıyor. Bana göre bu anlatım biçimi oldukça yorucu ve okuru romandan koparıyor.
 


 

Burhan Sönmez’in Taş ve Gölge* romanını okurken masallardaki o büyüleyici dili yakaladım desem abartmış olmam. Daha doğrusu masal roman içinde, roman masal içinde. Ülkeyi masal diliyle, masalı sinema afişleriyle anlatmış Burhan Sönmez. Haymana ve Mezopotamya’nın ruhunu İstanbul’daki bir mezarlığa taşıyarak buluşturuyor, gerçeği bu mezarlıkta sınava tabi tutuyor. Gerçek nedir? 1938’de Dersim’de aklını yitiren yedi isimli ölünün günlüğünde akan sevdası mı, yaptıklarını anlatması mı, Mezopotamya’nın çok dilli, çok kimlikli yaşantısı mı? Şam, Kudüs, Kahire, Roma, Venedik gibi önemli merkezlerin tarihsel dokusu mu? Gerçek, bir taş ustasının hüneri ve bilgeliği mi? Ya da kötülüğün bir mezarlıkta toprağa bırakılarak üstüne taşın işlenmesiyle son bulacak düşler midir?

Burhan Sönmez’i Masumlar romanıyla sevdim. Sonra diğer kitaplarını da okudum. Taş ve Gölge ile Masumlar’daki dili yeniden yakaladım. Sevdaya, sevdanın yaralarına, sevda ve ölüm ilişkisine, ölümün sevda gibi sarsıcı olan yanlarına dair derin derin düşüncelere daldım okurken. Taş ve Gölge’deki kahramanların kendileri oldum yer yer, onlar adına düşündüm ve onların ruhlarıyla yıldızlara baktım. Kendi geçmişimden izler gördüm ve onların ardına düştüm.

Ben bir eleştirmen değilim. Ancak iyi romanın peşinden giden bir iz sürücüyüm. Burhan Sönmez de ardından derin izler bırakan bir romancı ve o derin izlerin ardından gitmeye devam ediyorum. Onu ilk önce şiirlerinden tanımıştım. Yaptığı söyleşilerden de edebiyatla olan derin ilişkisinin zenginliğini öğrenmiş oldum. Ancak o zenginliği ifade ediş biçimi bile alçakgönüllü ve hep öğrenen pozisyonunda.

Romana gelince… Bir mezarlıkta başlıyor roman. Romanın kahramanı olan Avdo mezarcıdır. Daha doğrusu mezar taşları yapan bir taş yontucusudur. Yedi adı olan, Dersim harekâtına katılan ve belleğini yitirmiş, geçmişini anımsamayan bu adamın mezar taşı için düşünmektedir. Sonrasında karanlık ve sisin ortasında bir kovalamaca başlar mezarlıkta. Bir film sahnesi gibi, bir perdenin açılması gibi ilerler sayfalar. Zebaniler, karanlık bekçileri, köpek havlamaları… Siz eylül karanlığı olarak okuyun, ben doksanlı yıllar olarak okuyayım. Taş ve Gölge’de bir kahraman yok. Her karakter sonrasında bir kahraman oluyor. Geri dönüşler, eş zamanlar; zamanlar arasındaki bağlantılar, olaylar, kaderler, geçmiş, gelecek, taş ve taşın gölgesi ve masalın ruhu o kadar iç içedir ki, romandaki pınarın sesi gibi sürekli okurun kalbine doğru akmaktadır. Zaman okura, okur zamana sığınmakta Taş ve Gölge’de.

Burhan Sönmez bir epopeci aynı zamanda. Yaşar Kemal’le yapılan bir söyleşide okumuştum. Yaşar Kemal epopeleri dönüp dönüp yeniden okurmuş. Gılgamış, Dede Korkut, Nart destanı defalarca okuduğu destanlarmış ve romanlarına bu destanların ruhu yansırmış. Burhan Sönmez’de de epopelerin bu dili var. Yukarıda söylediğim gibi doğaüstü varlıklardan bugüne ışık tutmuyor. Destanların diliyle bugüne geliyor ve bugünü destanların diliyle anlatıyor.

Kendi adıma onun romanlarında yöresel ve evrensel olan anlatımlardan da çok şey öğrendiğimi itiraf etmeliyim. Mesela Masumlar romanında anlattığı Haymana ismine dair anlatımı var ki beni çok etkilemiştir. Taş ve Gölge’de ise bu kez Haymana isminin tarihsel olan anlamını görüyoruz ve bununla da belleğime bir bilgiyi daha salmış oldu Burhan Sönmez. Masumlar’daki anlamı halk arasında bilinen şekliyledir. "Çok eskiden Moğol imparatoru Timur’un askerleri Osmanlıları yendikten sonra bu tepede mola vermiş, yaz sıcağında çadırlarını yıldızlar kadar kalabalık yaymışlar. Timur’un yanındaki kızı Mâna daha ergenlik çağındaymış ve kimse bilmeden geceleyin bir korkuya sarınarak kendini bu uçurumdan aşağıya bırakmış. Kızına yürekten bağlı olan Timur, bir savaşta yaralanan ve sonraki savaşlarda intikamını fazlasıyla aldığı aksak bacağıyla gelip, uçurumun karanlığına ve gökyüzündeki kudretli yıldızlara bakmış. Yumruklarını göğe doğru sıkıp, "Hey Mâna" diye bağırmış. Onun hıçkırıklarına ilk kez tanık olan savaşçılar buraya Hey-mâna Ovası diye anmışlar." Taş ve Gölge’de ise tarihsel olanı aktarıyor. "Yaşadıkları ovanın Haymana olan adının da Hıristiyan Ermenilerden geldiğini, Ermenilerin kendilerine Hay dediğini…."

Taş ve Gölge’yi okurken Yeşilçam filmlerini izler gibi oldum. Bir kabadayı dünyası, gazino yaşamı da var. Yılmaz Güney rollerine benzer bir kahraman görürüz. Türkan Şoray’ın canlandırdığı gibi bir şarkıcı. Karanlık ve sisli ortamda temiz ve masum kalmış hayatlara tanıklık ederiz. Mezopotamya’dan başlayan ve Haymana ovasına doğru ilerleyen bir romanın son durağı İstanbul Merkez Efendi Mezarlığıdır. İstanbul’un izlerini burada da bırakmıyor Burhan Sönmez. "Kız Kulesi’ne veya karşı kıyıyı kaplayan yüksek binalara değil akşam güneşinde ışıldayan denize baktı. Ova gibi geniş, gökyüzü gibi mavi, insanın içini ürpertircesine dalgalıydı denz. İnsan denizi görmeden ölmemeliymiş diye düşündü. Camdaki yansımasıyla göz göze gelince yıllardır unuttuğu bir sevinçle yüzündeki mutluluğa baktı."

Taş ve Gölge’de köklerini Haymana’da arıyor ve Mezopotamya’nın ruhuyla konuşuyor Burhan Sönmez. Dersim ise hepsinin ortasında yanan bir ateş gibi duruyor romanda. Hafızasını ve ismini kaybetmiş bir askerin günlüğündeki çıplak bedenler ve kanın ortasında yanan bir ateş. Toteve ve Havari isimli köpekleri ise neredeyse unutuyordum. Onlar da buranın masumları.

* Taş ve Gölge, Burhan Sönmez, İletişim Yayınları, 2021, İst.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi