Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

Tayyip, dört yılda nereden nereye?

2017’deki NATO toplantısına 'Bu kavga hilal ile haçın kavgasıdır' anlayışıyla girmiş olan Erdoğan bu haftaki NATO toplantısında neden düşük profil verdi?

NATO’nun Brüksel’deki zirve toplantısı yeni ABD başkanı Biden’ın sadece 30 devletten oluşan bu askeri ittifaka değil, aynı zamanda 27 devletten oluşan Avrupa Birliği’ne de ülkesinin patronluğunu yeniden dikte ettirmesiyle sonuçlandı.

NATO ittifakı içinde ABD’den sonra en büyük orduya sahip bulunan Türkiye’nin cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, toplantı öncesi yalaka medyanın manşetlerinden düşmeyen şişinme ve meydan okumalarının hilafına, toplantı süresince gösterdiği ubudiyetle hem Joe Biden’ın şefkatine, hem de NATO genel sekreteri Jens Stoltenberg tarafından sırtının sıvazlanmasına mazhar oldu.

Unutulur gibi değil… Bundan dört yıl önce, yeni açılan NATO genel merkezinde ABD başkanı Trump’ın katılımıyla büyük bir zirve toplantısı yapılmıştı. Recep Tayyip Erdoğan o zaman Brüksel’e koçbaşı gibi girerek "NATO’da beraber olduğumuz ülkeler terörist PYD/YPG ile işbirliği yapıyor. Bu yenilir yutulur bir şey değil. PYD/YPG’ye destek veriyorsa, demek ki PKK’ya da destek veriyordur. Onun için NATO’da A’dan Z’ye gündeme getireceğiz" diye kıyameti kopartmıştı.

Dahası, günümüzde karanlık çete ilişkilerine adı karışan AKP milletvekili Metin Külünk, Belçika Türklerini NATO seferine çıkan islam lideri Erdoğan’ı küffar ilinde şanına yakışır şekilde karşılamaya teşvik etmek için 2017 anayasa referandumu için basılmış "Bu kavga hilal ile haçın kavgasıdır" yazılı afişlerle kampanya yürütüyordu.

Tayyip’in NATO’ya karşı cihadı sadece Avrupa’da değil, Türkiye’de de büyük bir şaşkınlıkla izleniyordu.

Nasıl oluyordu da, 2. Dünya Savaşı sonrası ABD’nin başı çekmesiyle Sovyetler Birliği’ne karşı kurulan Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü’nün en sadık üyesi Türkiye birden bire bu örgütün disiplinini hiçe sayarak başına buyruk kararlar alabiliyordu?

Nasıl oluyor da bir devlet, 70 yıldır o medarı iftihar ordusunu a’dan z’ye ABD silah tekellerinin ürettiği ölüm araçlarıyla donatmışken, birdenbire Amerikan Patriot füzelerini almaktan cayıp gerektiğinde NATO ülkelerini vurmak amacıyla üretilen Rus yapısı S-400 füzelerini satın alabiliyordu?

Ve nasıl oluyor da aynı devlet, NATO’nun olurunu almaksızın komandolarını, tanklarını, jetlerini ve de yedi düvelden İslamcılarla oluşturup beslediği terör çetelerini Kürt kırımı ve tehciri yapmak için Kuzey Suriye’ye sokabiliyor… Dahası, NATO’nun hâlâ baş düşman bildiği Rusya’nın askeri birlikleriyle sınırın Suriye kesiminde ortak devriye sistemi kurabiliyordu?

60’lı ve 70’li yıllarda Türkiyeli devrimciler ABD emperyalizmine ve NATO’ya karşı canlarını ve özgürlüklerini hiçe sayarak mücadele verirken onların karşısına bekçi köpeği gibi çıkartılanlar, Boğaz’da demirlemiş Amerikan gemilerini kıble yapıp namaz kıldıktan sonra 16 Şubat 1969 Kanlı Pazarı’nı yapanlar nasıl oluyor da ABD hasmı, Rus muhibi kesilebiliyordu?

Tüm bu çıkışların ardında Türkiye’de sosyal ve ekonomik sorunların giderek daha vahim bir hal alması, buna paralel olarak muhalefetin önümüzdeki seçimlerin AKP ve MHP için bir hezimetle sonuçlanmasına yol açacak şekilde güçlenmekte olması vardı. Vatandaş kitlelerindeki tepkilerin giderek güçlenmesi karşısında Tayyip’in dış politikada göz boyayıcı hamasi çıkışlar yapmaktan başka çaresi kalmamıştı.

Özellikle son dört yıllık Trump iktidarı döneminde Avrupa Birliği ve NATO ile ABD arasındaki ilişkilerin zayıflaması da, Tayyip’e dış politikada dilediği gibi at oynatmasına olanak sağlıyordu.

Ne ki, son başkanlık seçimlerinde Trump’ın tasfiye olması, Biden’ın Avrupa Birliği ve NATO ile ilişkileri yeniden güçlendirmek kararlılığıyla ABD’nin başına geçmesinden bu yana Tayyip’in bu planda dilediği gibi at oynatma şansı iyice zayıflamış bulunuyor.

Özellikle 1915 Ermeni Soykırımı’nın, 106. yıldönümünde, Ankara’nın tüm itirazlarına rağmen ABD cumhurbaşkanı Biden tarafından resmen tanınması Erdoğan’ın Batı ile ilişkileri açısından gerçek bir dönüm noktası oldu.

Bu tanıma olayının hemen ardından "ABD Başkanı Biden bir asır önce yaşanmış acı olaylarla ilgili mesnetsiz, haksız, hakikatlere aykırı ifadeler kullanmıştır. Haziranda yapacağımız görüşmede bu konuları yüz yüze değerlendirerek, yeni bir dönemin kapılarını aralayacağımıza inanıyorum" diyen Erdoğan, son NATO zirve toplantısından önce de son bir silkinişle "24 Nisan bizim için maalesef çok olumsuz bir süreç oldu. Bu yaklaşım bizi ciddi manada üzmüştür. Bunu gündeme getirmeden geçmeyi doğru bulmamız mümkün değildir" diye hava basmaya kalkıştı.

Ama sonuç ortada… Biden’la yaptığı ikili görüşmeden sonra yaptığı basın toplantısında 24 Nisan’ın görüşülüp görüşülmediği sorusu karşısında büyük bir pişkinlikle "Hamdolsun, hiç gündeme gelmedi" diyerek aczini itiraf etmek zorunda kaldı.

Aynı acizlik, Tayyip’in düne kadar hakarete varan ifadelerle saldırdığı Fransa cumhurbaşkanı Macron ile görüşmesinde de farkediliyor.

Biden’ın Brüksel seferinden sonra yeniden güçlenmeye başlayan ABD-AB birlikteliği, bundan böyle Tayyip’in bu iki güç merkeziyle farklı ilişkiler sürdürmesi şansını da zayıflatıyor.

İnsan haklarını ve özgürlükleri sürekli çiğnediği için Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılma şansını kendi eliyle yok etmiş olan Erdoğan, masa üstü ilişkileri ancak, çokuluslu tekellerin Türkiye’deki yatırımları, Avrupa ülkelerindeki Türkiyeli göçmenlerin sayısal etkinliği ve Avrupa’ya girişlerini büyük paralar karşılığında engellediği güneyli göçmenlerin varlığı sayesinde sürdürebiliyor.

24-25 Haziran’da Brüksel’de yapılacak AB zirve toplantısında Türkiye sorunu yine ele alınacak, özellikle Avrupa Parlamentosu’nun "insan hakları ihlalleri devam ettiği sürece katılım görüşmelerinin resmen askıya alınması" çağrısı görüşülecek. Ancak Tayyip’in son NATO toplantısı sırasındaki teslimiyetçi tavırlarından sonra bu zirveden herhangi bir yaptırım kararı çıkması pek beklenmiyor.

Tayyip yönetiminin NATO’daki müstakbel konumunu Yalçın Doğan dünkü t24’te "Erdoğan Biden’e karşı cici çocuk rolünde" başlıklı yazısında çok iyi ortaya koyuyor:

 

"TV'lerdeki görüntülere ve bazı fotoğraflara bakıyorum. Erdoğan son derece uyumlu, hoşgörülü, uzlaşmaya hazır, çoğuyla kavgalı olduğu liderlere yeniden güven aşılamaya çabalayan, hatta NATO içinde yeniden rol oynamaya çalışan pozlarda.

 

"Neden ve neden?..

 

"TL tehlikeli biçimde eriyor, işsizlik ve enflasyon artıyor. Döviz rezervleri suyunu çekmiş, borç bulması gerek ama, şimdilik kimse borç vermeye yanaşmıyor. İçerde iktidarı her geçen gün biraz daha zayıflıyor. Bir dizi başka iç ve dış nedenlerden dolayı, onlarla iyi geçinmesi şart.

 

"Sırf bundan dolayı:

 

"Doğu Akdeniz'de doğalgaz arama faaliyetleri sırasında mangalda kül bırakmaz iken, aniden ve sessizce o bölgede arama faaliyetlerine son veriyor.

 

"Önüne gelene ‘eyyy’ diye başlayan nutukları çoktandır unutuyor, daha doğrusu unutmak zorunda kalıyor.

 

"Hatta, kendisini yeniden kabul ettirme aşamasında, NATO içinde ben iyi bir müttefikim demeye getiren bir adım atıyor, NATO'ya öneriyor: ‘NATO birlikleri Afganistan'dan çekildikten sonra, Kabil Havaalanı'nın kontrolünü biz sağlayabiliriz.

 

"1950 yılında Kore'ye asker göndermek gibi. O zaman NATO'ya üye olabilmek için Kore'ye asker gönderiyoruz, bugün NATO'nun desteğini almak için, NATO adına, Kabil Havaalanı'nın kontrolünü öneriyoruz."

Gayet iyi biliyoruz ki, Tayyip’in Kabil Havaalanı’nın kontrolünü üstlenme önerisinin ardında sadece NATO’ya ve AB’ye "vazgeçilmez görünme" çabası değil, Libya’dan Kafkasya’ya, Orta Asya’dan Balkanlar’a, Suriye‘den Arap yarımadasına tüm bölgeyi sürekli tehdit altında bulunduran İHA’lı ve SİHA’lı İslami fütuhatını meşru kılma hesabı da var.

Tıpkı 2. Dünya Savaşı sonrasında ABD Ordusu’nun "komünizme karşı mücadele" amacıyla dünyanın hemen hemen her ülkesinde üs ve tesisler kurduğu gibi, Recep Tayyip Erdoğan‘ın başkomutanlığı altındaki Türk ordusu da, gerektiğinde "Türk ve İslam düşmanlarına karşı" askeri operasyonlara girişmek üzere dünyanın üç kıtasındaki tam 15 ülkede askeri üs ve tesisler kurmuş bulunuyor: Afganistan, Arnavutluk, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Irak, Katar, Kosova, Kuzey Kıbrıs, Libya, Lübnan, Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti, Suriye, Somali, Sudan.

Türk Ordusu’nun sınır dışı operasyonları sadece kara ve havayla da sınırlı değil…

Milliyet gazetesi 24 Mart 2019’da iftiharla duyuruyordu: "Barbaros’un torunları denizlere sığmıyor… Hidrokarbon kaynaklarıyla çok uluslu şirketlerin ilgisini çeken Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin haklarını koruyan savaş gemileri, Kuzey Buz Denizi’nden Hint Okyanusu’na uzanan deniz alanında uluslararası operasyonlara başarıyla imza atıyor. 462 bin kilometrelik deniz alanında 103 savaş gemisini aynı anda tüm ateş gücüyle yüzdüren Türk Deniz Kuvvetleri dünyaya parmak ısırtıyor."

Erdoğan’ın Türk-İslam fütuhatının hedefine ulaşabilmesi için sadece askeri vuruculuk yeterli değil, hedef ülkelerde de Ankara’nın direktiflerine harfiyen uyacak kukla liderler olması gerekir.

Türkiye’nin sınır komşusu Azerbaycan’da böyle biri 18 yıldır iktidarda… "Tek Millet, İki Devlet" göz boyacılığıyla Kafkaslar’da Tayyip’in koçbaşılığını yapan İlham Aliyev… Türkiye’nin karşı sahil komşusu Kuzey Kıbrıs’ta da, Mustafa Akıncı’nın beş yıllık onurlu ve kişilikli cumhurbaşkanlığı döneminden sonra, yine Tayyip’in emirlerini harfiyen yerine getirmek üzere başkanlık koltuğuna oturtulmuş bir Ersin Tatar.

Saldırganlıkta sınır tanımayan Türk Ordusu, yanında götürdüğü paralı İslamcı teröristlerle birlikte Azerbaycan ordusunun yanı başında Ermenistan topraklarına saldırdı.

10 Kasım 2020’de Dağlık Karabağ topraklarının Azerbaycan tarafından tamamen işgali ve de Türkiye’nin de Orta Asya’ya doğrudan ulaşımını sağlayan bir koridorun açılmasıyla sonuçlanan bu fütuhatın ardından, 10 Aralık 2020’de Bakü’de Azerbaycan diktatörü Aliyev’in yanısıra Erdoğan’ın da onur konuğu olarak katıldığı abartılı kutlama törenleri, SİHA’ların gökyüzünden katıldığı Türk-Azeri askeri resmi geçitleri yapıldı.

12 Nisan 2021’de, Bakü’de Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev tarafından Karabağ Savaşı anısına yüz kızartıcı bir sergi parkının açılışı yapıldı, 3. Soykırım’ın bu yeni kutsaması, Türkiye’de tepki görmek şöyle dursun, CHP de dahil tüm inkarcı partiler tarafından alkışlandı.

Ölen Ermeni askerlerinin miğferlerininin sağlı sollu kancalara astırıldığı bir koridorda Aliyev askeri üniformayla zafer yürüyüşü yapıyor, tahrip edilmiş tanklar üzerinde balmumundan yapma ölü veya yaralı Ermeni askeri figürleri teşhir ediliyor, dahası küçük Azeri çocukları bu barbarlık sergisinde eğlenceli bir oyun gibi küçücük elleriyle o korkunç figürlerin boğazını sıkmaya teşvik ediliyordu.

Dahası, 15 Haziran 2021’deki NATO zirvesinde "cici çocuk" oynayarak Biden‘ın ve diğer NATO liderlerinin gözünü boyayan Tayyip, hemen ardından özel makam uçağına atlayarak soluğu Azerbaycan’ın başkenti Baku’da aldı. Hemen ardından Aliyev’le birlikte işgal altındaki Suşi’ye provokatif bir ziyaret yaptığı gibi, "Azerbaycan-Türkiye Müttefik İlişkileri Şuşa Bildirisi" başlıklı bir belge imzalayarak Ermenistan’a gözdağı verdi.

Tayyip’in bu son Azerbaycan seyahatinin bir nedeni de muhakkak ki EURO 2020 A Grubu’ndaki ikinci maçını Baku’da yoğun bir Türk ve Azeri seyirci kitlesi önünde Galler’le yapacak olan milli takımın muhtemel zaferini kişisel propagandası için de kullanabilme hesabıydı.

Ancak turnuvanın birinci maçında İtalya’ya 3-0 yenilmiş bulunan milli takım Baku’da seyirci avantajına rağmen Galler’e de 2-0 yenilerek maçı şeref tribününde kankası Aliyev’le birlikte izleyen Erdoğan’ı da hüsrana uğrattı.

Şurası kesin ki, Tayyip her şeye rağmen Kafkasya dahil Türkiye’nin çevresindeki tüm alanlarda her türlü öldürücü silahı ve yıkıcı propagandayı kullanarak islami fütuhatını sürdürmeye devam edecek.

Tayyip’in tüm bu saldırganlığa karşı ne yazık ki NATO’dan da, Avrupa Birliği’nden de bir protesto sesi çıkmadığı gibi, TBMM’de AKP ve MHP ile birlikte "mahşerin dört atlısı"nı oynayan CHP ve İYİP’den de itiraz gelmiyor…

Aksine, bu partilerin sözcüleri Kafkasya’daki "Tek Millet, İki Devlet" saldırganlıklarına her daim alkış tutuyor, dahası Tayyip’e sadece NATO toplantısında Biden’a 1915’i tanımasının hesabını sormadığı için saldırıyor.

Bu nedenledir ki, Tayyip’in "Bu kavga hilal ile haçın kavgasıdır"anlayısı, Türkiye’nin dış siyasetinde ana düstur olmaya devam ediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi