The Post ve gazeteciliği özlemek

Sınırötesinde savaşın hüküm sürdüğü, gazeteciliğin görülmemiş bir baskıyla bocaladığı, haberlerin nasıl yapılması gerektiğinin dikte edildiği bir dönemde, The Post’u izlemek iyi geldi.

Oscar’a pek çok dalda aday gösterilen The Post filmi hakkında meslektaşlarım epeyce yazıp çizdi...

Kimine göre basın özgürlüğünün önemi ve yerini hatırlatan, harika oyunculuklarla ön plana çıkan bir film.

Kimine göreyse tarihi gerçekleri gizliyor, olmayan Amerikan demokrasisini romantize ediyor ve basın özgürlüğü meselesine yeterince derin eğilmiyor. Hatta Soner Yalçın’a göre, her şeyde olduğu gibi Pentagon Belgeleri’nin yayınlanmasının da ardında CIA operasyonu var.

Eleştirilere kısmen katılsam da sınırötesinde savaşın hüküm sürdüğü, gazeteciliğin görülmemiş bir baskıyla bocaladığı, haberlerin nasıl ve ne şekilde yapılması gerektiğinin dikte edildiği bir dönemde, The Post’u izlemek iyi geldi.

Öte yandan, müthiş bir hüzne kapıldım.

Çünkü ben bu filmi seyrederken, yaptıkları haber ve sosyal medya paylaşımları nedeniyle meslektaşlarım yine gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Halen tutuklu olanlar içinse göstermelik de olsa adil yargılanma bir süre daha hayal. Kalan bir avuç onurlu, iyi gazeteci ise değil 1971 Amerikası’nı, Üçüncü Reich dönemini bizzat yaşıyor. 

Bırakın gizli belgeleri yayınlayıp yayınlamamayı; operasyonu, savaşı, alınan kararları eleştirmek yasak. Ünlü isimler eleştirmek şöyle dursun, ‘sessiz kaldıkları’ için hedef gösteriliyor.

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNDE GELİNEN YERDE BASININ PAYI

Afrin operasyonuna dair HDP’den ve AKP’den ihraç edilensiyasetçilerle görüşen, sadece gazetecilik yapan Sibel Hürtaş gibi gazeteciler, apar topar evlerinden alınıp emniyete götürüldü. Sadece kadınların, kadın haberleri yayınladığı jinnews tekrar engellendi. 

Kadri Gürsel’in deyimiyle, bir cinnet hali bu. Hiçbir değere, hukuk kuralına, vicdana, farklı görüşe yer vermeyen bir yönetim anlayışına anamuhalefetin bir kez daha katkı sunması sayesinde cinnet, sıradanlaşıp kalıcılaşıyor.

Bu nedenle The Post gibi yapımlarla, yüzeysel de olsa gazeteciliğin ne olduğunu, ne olabileceğini hatırlayabilmek dahi önemli.

Çünkü Türkiye’de hiçbir medya patronu, bugünün koşullarında hapis yatmayı, tüm malvarlığını kaybetme ihtimalini göze alamaz. Medyanın yüzde 95’i iktidara göbekten bağlı; tüm ihaleler Saray onayından geçiyor, basın özgürlüğünü savunmak artık ölümle tehdit ediliyor.

Böyle bir ortamda, medya yöneticileri ve sözcüleri neredeyse patronlarından beter birer borazancıbaşıya, çalışanları ise ‘ekmek pararsı’ diye herşeye boyun eğen birer köleye dönüşmüş durumda.

Basın özgürlüğünün bu kadar rezil bir noktaya gelmesinde, gazeteci müsveddelerinin ve tek derdi servetini büyütmek olan patronlarının katkısı maalesef büyük.

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNDE GELİNEN YERDE BASININ PAYI

Tarihte bazı anlar var; en güçsüz, en yalnız, en umutsuz olduğunuz anda bir cesaret kıvılcımıyla işler değişebiliyor... Tıpkı The Post’ta, gazetenin patronu Katherine Graham’ın, aksini yapması için baskı kuran erkekler topluluğuna ‘Haberi basıyoruz’ diye direnmesi gibi.

Türkiye’de basın, tıpkı muhalefet gibi, kendi arkasını kollamak uğruna defalarca elindeki şansı harcadı: Eğer bir avuç değil, birkaç gazete veya TV, dik durabilmeyi, birbirinin kuyusunu kazmak yerine basın özgürlüğü ve meslek ilkelerini savunma dirayetini gösterebilseydi, bugünlere bu kadar kolay gelmez, bu kadar hızlı irtifa kaybedilmezdi.

Bunda, Gülen cemaatinin pislik, operasyonel gazeteciliği kadar, bir zamanlar ana akım denen medyanın hücrelerine işlemiş devletçi reflekslerinin -ve devlet korkusunun- da payı büyük.

Bu grup, her daim sıyrılmasını, iktidara göre şekil almasını ve müesses nizama göre hizalanmayı en az ilki kadar iyi biliyor. En az Gülenci medyanın üst kadrosu kadar ahlaksız, ikiyüzlü ve meslek etiklerinden yoksunlar.

Onlar sayesinde geriye kalan bir avuç bağımsız, muhalif yayının; internet ortamında varolma mücadelesi verenlerin omuzlarına düşen görev, her geçen gün ağırlaşıyor.

The Post, Vietnam Savaşı’na dair belgelerin, sekiz yıl sonra sızdırılıp güç dengelerinin nasıl değiştiğini anlatıyor.

İnternet çağındayız. Herşey çok daha hızlı gelişiyor, şartlar daha da zor: Vicdanlarını dinleyip düzene ayak uydurmayı reddeden, devlet sırlarını ifşa eden Manning, Snowden gibileri hala var.... Muazzam büyüklükte verileri, karmaşık kaynakları ince eleyip sık dokuyarak, kamuoyuna ulaştırmayı görev edinen gazeteciler de.

Hep olacak, kökünü kazımak isteseler de! Belki bugün değil, ama er ya da geç, hakikatler ortaya çıkacak.

The Post hakkında okuma tavsiyeleri:

- Doç. Dr. Ceren Sözeri, filmi gazetecilik dayanışması ve kadın cesareti açısından kaleme aldı: https://www.birgun.net/haber-detay/the-post-devlet-ve-gazetecilik-199835.html

  • Cemal Tunçdemir ABD’deki basın özgürlüğü kararını detayıyla yazmış:
  • Cüneyt Cebenoyan’dan film eleştirisi:

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehveş Evin Arşivi