Tuncel: Muhalefetin yeni seçenekler sunması gerekir, bunu yapamadığı takdirde iktidarın ömrünü uzatacaktır

Tuncel: Muhalefetin yeni seçenekler sunması gerekir, bunu yapamadığı takdirde iktidarın ömrünü uzatacaktır
'Tayyip Erdoğan ve yeni ittifak güçleri 15 Temmuz Darbe girişimini de bahane ederek, ‘ikinci cumhuriyeti’ kurmak için kendilerine bir zemin yarattılar. '

Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile milletvekillerine yönelik 4 Kasım siyasi darbesini protesto eylemleri sırasında Diyarbakır Adliyesi önünde gözaltına alınan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, 6 Kasım 2016’da tutuklandı. 4 yıldır Kandıra 1 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan Tuncel, yargılandığı davadan aldığı 15 yıl hapis cezasının bozulmasına rağmen tahliye edilmedi.

Tuncel hakkında, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen "Kobanê soruşturması" kapsamında 12 Ekim’de ikinci tutuklama kararı verildi. Tuncel, tutukluluğu üzerinden geçen 4 yıl, "Kobanê soruşturması" kapsamında ikinci tutuklama kararı ve güncel gelişmelere ilişkin Mezopotamya Ajansı’ndan Berivan Altan'ın sorularını yanıtladı.

‘DARBE GİRİŞİMİNİ DE BAHANE EDEREK, ‘İKİNCİ CUMHURİYETİ’ İÇİN KENDİLERİNE BİR ZEMİN YARATTILAR’

Kobanê eylemlerinden 6 yıl sonra soruşturma açıldı. "Kobanê soruşturması" ile ne amaçlanıyor? 
 
2015 yılında iktidar tarafından Dolmabahçe Mutabakatı’nın yok sayılarak masanın devrilmesiyle, Türkiye yeni bir siyasi rotaya girmiş oldu. ‘Türkiye Tipi Başkanlık Sistemi’ ile milliyetçi muhafazakâr, dinci, erkek egemen/cinsiyetçi, militarist bu rota, Türkiye’de yaşanan rejim krizine çözüm olarak sunuldu ve Cumhur İttifakı bunun üzerinden gelişti. Tayyip Erdoğan ve yeni ittifak güçleri 15 Temmuz Darbe girişimini de bahane ederek, ‘ikinci cumhuriyeti’ kurmak için kendilerine bir zemin yarattılar. ‘Ülkenin beka sorunu’na karşı kendilerini tek alternatif olarak zorla topluma kabul ettirmeye çalışıyorlar. İktidarın bu yeni siyasetinin en temel özelliği Kürt karşıtlığını, Kürt düşmanlığını merkezine almasıdır. 21’inci yüzyılda Ortadoğu’da ve dünyada dengelerin yeniden şekillendiği bir süreçte, Kürtlerin statüsüz kalması, kendi kaderini kendi belirlemesinin olanaklarının ortadan kaldırılması için 2014 MGK toplantısında stratejik olarak ele alınan ‘Çöktürme planı’ devreye konulmuştur. Bu plan doğrultusunda hayata geçirilen savaş politikası ile Kürt halkının siyaset yapma hakkından, yerel demokrasiyi geliştirmesine, kadın özgürlüğünden, doğanın özgürlüğüne yönelik kapsamlı bir saldırı geliştirmiş. Kürtlük adına ne varsa ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Bunun için ‘kayyım siyaseti’ ile Kürt halkının iradesini gasp etmiş, Kürt halkının bugüne kadar elde ettiği kazanımlara el koymuş, Kürtlerin yaşadığı coğrafyayı talan ederek, sömürerek, Kürdistan halkının yoksullaşmasına neden olmuştur.
 
6 yıl sonra gelişen Kobanê soruşturması da 2015 Haziran’ından sonra HDP’ye yönelik olarak sistematik devlet şiddetinin, gözaltı, tutuklamalar, kayyım atamaları da bu plan çerçevesinde yürütülmektedir. Şu anki iktidar bileşenleri hem iç siyasette hem de dış politikanın eksenine aldığı Kürt karşıtı siyaset, barışı, barış taleplerini öteleyen bir siyasettir. Ve barış taleplerinin toplumsallaşmasını, Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümünü yok saymaktadır. Bunun içinde öncelikle İmralı’da Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi ağırlaştırmaktadır. 200 günü aşan sevgili Leyla Güven’in öncülüğünde başlayan ve benimde içerisinde yer aldığım açlık grevi sonucunda Sayın Öcalan birkaç kez avukatları ve ailesi ile görüşebilmişse de bu uzun sürmemiş, CPT ve Avrupa Konseyi’nin raporuna rağmen görüşmeler kesilmiş, üstelik disiplin cezası gerekçesiyle aile ve avukat görüşü 6 ay yasaklanmıştır. 
 
Tüm bu gelişmeleri birlikte değerlendirdiğimizde faşist Cumhur İttifakı kendi varlığını savaş ve çatışma siyasetine, neo-Osmanlı hayallerinin bir parçası olarak yayılmacı, işgalci bir politikaya bağlamaktadır. Bu politika Türkiye’nin daha derin, ekonomik, siyasi kriz yaşamasına, toplumsal barışın olanaklarını ortadan kaldıracak, kutuplaştırıcı milliyetçi, dinci, ırkçı cinsiyetçiliğin toplumsal barışı tehdit etmesine neden olmaktadır.
 
Kobanê eylemleri gerekçesiyle tutuklandınız, nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Her ne kadar o süreçte İmralı’da Sayın Öcalan’la devlet yetkilileri arasında diyalog sürse de AKP, toplumun temel talebi haline gelmiş Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümü yerine, kendi bölgesel stratejisini hayata geçirmek için zaman kazanacağı bir süreç olarak ele almıştır. Daha sonraki süreçte bu daha net açığa çıkmıştır. Türkiye, Kürtlerin Kuzey Doğu Suriye’de bir statü elde etmesini engellemek için insanlık suçu işleyen çetelere destek vermekten çekinmemiştir. 5 Kasım 2014’de Erdoğan’ın ‘Kobanê düştü düşecek’ sözü de bu siyasetin bir yansımasıdır. Ama işler Türkiye’nin istediği gibi gitmemiş, Kürt halkı insanlık suçu işleyen DAİŞ çetelerine karşı görkemli, tarihi bir direniş sergilemiş ve DAİŞ ve onun zihniyeti sadece Ortadoğu’da değil, dünyada kaybetmiştir. Ancak AKP-MHP iktidarının Kürt karşıtı siyaseti halen devam etmektedir. Onun için devletin tüm baskı ve zor araçlarını kullanarak Kürtlere, Kürt halkının örgütlü kurumlarına, özellikle Kürt kadınlarına ve Kürt halkının dostlarına yönelik gözaltı, tutuklama, demokratik siyasetin dışına itme politikasını sürdürmektedir. Bu politika sadece Kürt halkını değil, tüm Türkiye halklarını olumsuz etkilemektedir. Bugün Türkiye halklarının yaşadığı ekonomik, siyasi kriz, adaletsizlik, yoksulluk, işsizlik AKP-MHP’nin bu politikasından bağımsız değildir.
 
Kobanê soruşturmaları, paramiliter güçlerin sokağa çıkmasındaki rolünü gizlemek, HDP’yi kriminalize ederek iktidarı önünde engel olmaktan çıkarmak için geliştirilmiştir. 
 
6 yıl sonra gerçekleşen Kobanê soruşturmaları, tutuklamaları gerçekleri gizlemek, o süreçte onlarca yurttaşımızın yaşam hakkının ihlal edilmesinde, paramiliter güçlerin sokağa çıkmasındaki rolünü gizlemek, HDP’yi kriminalize ederek, iktidarı önünde engel olmaktan çıkarmak için bizzat sarayın, iktidarın istemlerine göre geliştirilmiştir. Ama bu iktidarın son çırpınışları. Bu politikaların sonuç almayacağı ortada, Kürt halkı inkar, imha ve asimilasyon politikalarına karşı onlarca yıldır direniyor, mücadele ediyor. Mevcut iktidarın baskı, zulüm politikalarına karşı direnecektir. İktidarın elinde tek kalan devletin zor aygıtıdır. Ki zor ve şiddet politikası iktidarı çürütmektedir. Öyle ki AKP’nin en başarılı olduğu ‘krizi yönetme’ siyaseti artık sonuç vermemektedir. AKP-MHP artık yönetememektedir. Salt şiddet de sorunları çözmek yerine ağırlaştırmaktadır.

‘AKP KÜRT SİYASİ İRADESİNİ TESLİM ALAMADI’
 
HDP’li siyasetçilerin tutuklanmasını protesto ederken, sizde 6 Kasım 2016 tarihinde tutuklandınız. 4 yıldır cezaevindesiniz. Son 4 yılda yaşananları gözden geçirdiğinizde, Türkiye nasıl bir atmosfere sürüklendi?
 
Demokratik siyaset alanına yönelik saldırılar ilk değil biliyorsunuz. 4 Kasım da son değildi. 4 Kasım 2016’da AKP Kürt siyasal hareketi ve dostlarına yönelik ‘Çöktürme Planı’nın bir parçası olarak devreye koydu. 4 Kasım’dan bir hafta 10 gün önce 25 Ekim 2016’da, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanları gözaltına alındı ve tutuklandı, yerlerine kayyım atandı. Hemen ardından HDP’nin parlamento milletvekilleri tutuklandı. Kayyım siyaseti ve HDP’nin parlamento dışına atma girişimleri aslında halkımız tarafından boşa çıkarıldı. HDP halen Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olarak parlamentodadır. 31 Mart yerel seçimlerinde Kürdistan’da kayyım olan yerleri yeniden kazanmış. Batıdaki seçim stratejisi ile AKP-MHP faşist ittifakına kaybettirmiştir. HDP’ye yönelik baskılar, saldırılar 4 yıldır kesintisiz, sistemli bir devlet şiddeti uygulanmaktadır. Bu saldırıların esas amacı Kürt halkının kendi kaderini belirlemesi, Kürtlerin dil, kimlik ve kültür haklarının güvenceye alınmasını engellemeye yöneliktir. 
 
Bugün iktidarın Kürtlere karşı uyguladığı bu politika Türkiye’yi de derin bir ekonomik ve siyasi krize sürüklemiştir. İnsanların yaşam standartları her geçen gün düşmekte, genç işsizler ordusu çoğalmakta, milyonlar açlık sınırında yaşamak zorunda bırakılmaktadır. AKP-MHP faşizmi ise milliyetçi, dinci, cinsiyetçi siyaset ile toplumu kutuplaştırmakta, savaş politikaları ile de toplumu mevcut duruma razı etmeye zorlamaktadır. Pandemi gibi insan sağlığını ilgilendiren bir konuyu bile toplum üzerinde baskı aracına dönüştürmüş, gerçekler toplumdan gizlenmiştir. Devletin tüm kurumları bağımsızlığını yitirmiş, sarayın komisyonları haline gelmiştir. Denge-denetleme ortadan kalkmış. TÜİK isteğe bağlı veriler açıklarken, üniversiteler ve eğitim kurumları bilim insanı yetiştirmek, bilgiyi toplumun yararına kullanmak yerine, iktidarın tekeline girmiştir. Buna itiraz edenler KHK’lerle uzaklaştırılmıştır. Kadın katliamları, taciz, tecavüz, şiddet artmış, kadınlar için güvenli hiçbir alan bırakılmamıştır. Türkiye’nin tüm kaynakları yandaşlara peşkeş çekilmiştir. Kısacası HDP’ye yönelik saldırılar, siyasi soykırım operasyonlarının siyasi ve ekonomik sonuçları tüm Türkiye halkları için bir felaket olmuştur. 
 
AKP Kürt siyasi iradesini teslim alamadı, alamayacaktır da. Dolayısıyla operasyonlarla hedeflediği sonuca -yani Kürt siyasi hareketini teslim alma, iradesini kırma- ulaşamamıştır. Kürt halkı ve onun temsilcileri bulunduğu her yerde mücadeleye, direnişe devam etmektedir. AKP-MHP’nin kendi tabanı erimekte, toplumda iktidara karşı tepkiler, itirazlar artmaktadır. Tarih bir kez daha direnenlerin mücadele edenlerin başarıya ulaşacağını, baskı, zor, zulüm politikalarının başarısızlığa uğratacağını deneyimleyecektir.
 
Sizin de bir dönem Eş Genel Başkanlık görevinde bulunduğunuz HDP, 8 yılını geride bıraktı. HDP bu 8 yılda nasıl bir iz bıraktı?
 
HDP, Kürt siyasal hareketi ile Türkiye demokrasi güçlerinin ortak mücadele aracıdır. HDP kurulduğunda ‘başka bir dünya mümkün’ diyerek yola çıkmıştı ve Kürt halkının eşitlik, özgürlük sorunları ile Türkiye halklarının eşitlik özgürlük sorunlarını, işçilerin, emekçilerin hak ve özgürlük mücadelesini, kadınların eşitlik-özgürlük mücadelesi ile ekoloji mücadelesini, demokratik cumhuriyet mücadelesini birleştirdi. 2015 Haziran seçimlerinde bu ortak mücadelenin sonuçlarını gördük. Halklarımıza yeni bir alternatif seçenek sunmuş olduk. Mevcut iktidara mahkûm değilsiniz, seçeneksiz değilsiniz dedik. HDP’nin elde ettiği başarı ve halkta yarattığı umut iktidarı korkuttu. O nedenle 7 Haziran seçim sonuçlarını iptal ederek, seçimleri yeniledi ve Türkiye’yi daha milliyetçi, dinci, militarist bir yola sürükledi. HDP’ye yönelik sistematik devlet şiddeti, HDP’nin en güçlü ve örgütlü bileşeni Kürt siyasal hareketine yönelik kayyım siyaseti, baskı ve zor politikalarına rağmen HDP’nin çağrısı ve yarattığı umut canlılığını korumaktadır. HDP bugün 8 yılını geride bırakırken, Türkiye siyasetini belirleyen kritik bir parti olma konumunu korumaktadır. 

‘BU DİRENİŞ SADECE HDP’YE DEĞİL, UZUN VADEDE TÜRKİYE HALKLARINA KAZANDIRACAKTIR’

HDP Türkiye demokrasisinin garantisidir. HDP, siyasetinin toplumla buluşmasının engellenmesine rağmen hala Türkiye halklarının demokrasi, özgürlük, insanca bir yaşam, barış ve adaletin sağlanması konusunda direniyor. 
 
31 Mart yerel seçimler stratejisi göstermiştir ki; HDP Türkiye demokrasisinin garantisidir. Yine HDP’yi HDP yapan en önemli yön kadın özgürlük çizgisi, eşbaşkanlık ve eşit temsildir. HDP aynı zamanda kadın partisidir. HDP’li kadınlara, Kürt kadın hareketine yönelik saldırıların temelinde kadın özgürlük çizgimiz vardır. ‘Eşbaşkanlık’ sisteminin belediyelere kayyım atanmasının gerekçeleri arasında gösterilmesi bile asıl hedefin ne olduğunu çok net göstermektedir. Sonuç itibariyle HDP’ye yönelik siyasi soykırım operasyonlarına, HDP’nin her türlü eylem ve etkinliğinin yasaklanması, HDP’nin görünürlüğünün ve siyasetinin toplumla buluşmasının engellenmesine rağmen hala Türkiye halklarının demokrasi, özgürlük, insanca bir yaşam, barış ve adaletin sağlanması konusunda mücadele eden, direnen ve radikal demokrasi çizgisinde ısrar etmesi, HDP’nin alternatif olmasını beraberinde getirmektedir. Bu da halklarımız için gelecek ve umudu diri tutmaktadır.
 
Bu kadar baskı ve tutuklamalara rağmen HDP nasıl ayakta duruyor? 
 
HDP’yi, ortaya çıkış koşulları, Türkiye’de yaşanan siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel ve benzeri alanlardaki sorunlara karşı geliştirdiği demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma ayakta tutmaktadır. HDP’ye yönelik tüm baskı ve zor aygıtına karşı güçlü bir halk desteğinin olduğu ortada. Dikkat ederseniz iktidar HDP’nin kendi siyasetini, radikal demokrasi çizgisini örgütleyecek, toplumla buluşturacak herkesi -yönetici, aktivist, çalışan hedef almaktadır. On binlerce HDP’li gözaltına alınarak, tutuklanmıştır ki bu gözaltı ve tutuklamalar devam etmektedir. HDP’nin hala topluma umut vermesinin nedeni, savunduğu ilkeler ve bu ilkeler için mücadele etmesi, direnmesi, iktidara biat etmemesidir. Ki bu direniş sadece HDP’ye değil, uzun vadede Türkiye halklarına kazandıracaktır.

‘FAŞİZM KOŞULLARINDA ‘NORMAL’ SİYASET YAPMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR’
 
Türkiye’nin geldiği noktada "antifaşist blok" oluşturulması tartışmaları yürütülüyor. Muhalefetin mevcut durumunda "antifaşist blokun" önemi nedir?
 
Eğer bugünün Türkiye’si, tüm ezilenleri, emekçileri, halkları, kadınları, doğayı baskı altında tutuyorsa, tüm hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmışsa, toplum üzerinde sürekli bir şiddet ve korku siyaseti yürütüyorsa, yapılması gereken bu duruma teslim olmak değil, bu durumu aşmak için yeni yol ve yöntemler bulmaktadır. Siyaset aynı zamanda sorun çözme sanatıdır. Türkiye’de muhalefetin ‘bu böyle gitmez, bu durum sürdürülemez’ demenin ötesinde, toplumun beklediği çözümleri geliştirmesi, topluma yeni seçenekler sunması gerekir. Bunu yapamadığı takdirde iktidarın ömrünü uzatacaktır. Normal koşullarda demokrasi ve özgürlüklerin var olduğu bir ortamda değiliz. Faşizm koşullarında ‘normal’ siyaset yapmak mümkün değildir. Koşulları iyi tahlil etmek ve dönemin ihtiyaçlarına göre kendisini örgütlemek kazandırır. Aksi sadece itiraz eden söz söyleyen ama topluma umut yaratmayan bir konumda kalınmaya mahkûm oluruz. 
 
İktidar böl, parçala, yalnızlaştır ve etkisiz hale getir siyaseti yürütüyor. İktidarın politikalarını boşa çıkarmanın tek yolu, antifaşist bloku oluşturmak ve yan yana gelmeyi başarmaktır.
 
Anayasa, yasalar askıda, tüm hak ve özgürlükler, ekmek askıda, kadına yönelik şiddet başta olmak üzere toplumsal şiddet, işsizlik, yoksulluk, eşitsizlik derinleşmekte, insanlar nefes alamaz hale gelmiş durumda, son yaşadığımız pandemi süreciyle birlikte sağlık alanında da çok ciddi sorunların olduğu, eğitim sisteminin demokratik ve özgürlükçü olmadığı ortada. Tüm bunlar karşısında geleneksel, alışılmış siyaset yöntemlerinin çözüm olmadığı da ortada. O zaman yeni bir yol ve yeni mücadele araçları yöntemleri geliştirmek şart. Antifaşist bloku örgütlemek bu açıdan önemli ve tarihi diye düşünüyorum. Eskiyi aşan kadınların, halkların, emekçilerin sorunlarını çözmek için yan yana gelmek, dayanışmayı ve mücadeleyi büyütmek, halklarımızı bu çerçevede örgütlemek demokratik birliği sağlamak kazandıracaktır.
 
İktidar böl, parçala, yalnızlaştır ve etkisiz hale getir siyaseti yürütüyor. Bu konuda bir sonuç aldığı da kesin. Barolar yasasında, sosyal medya düzenlemesinde, kıdem düzenlemesinde, kadın kazanımlarının, İstanbul Sözleşmesi’nin hedeflenmesi, kayyım siyaseti, TTB’nin hedef alınmasına kadar pek çok alanda iktidarın politikalarını boşa çıkarmanın tek yolu, antifaşist bloku oluşturmak ve yan yana gelmeyi başarmaktır. Dikkat ederseniz AKP-MHP kendi ideolojisi dışında örgütlü bir muhalefetin gelişmesini, toplumla buluşmasını çeşitli yöntemlerle engelliyor. Bu siyasete karşı, dağınık, parçalı, sadece kendisini ilgilendiren konularda itiraz eden diğer konulara kayıtsız kalan, Kürt siyaseti ile yan yana durmaktan korkan, çekinen bir siyasetin iktidarın politikaları karşısında başarılı olması beklenemez. 
 
Bu politika olsa olsa iktidarın değirmenine su taşır. Gerçekten bu düzenden kurtulmak istiyorsak, gerçekten değişim istiyorsak, sadece kendimizle ilgili değil, toplumun tüm sorun alanları ve mücadele dinamikleriyle yan yana gelmeyi başarmak zorundayız. Kürt özgürlük sorunu çözülmeden barış olmaz, barış olmadan demokrasi olmaz, demokrasi olmadan hak ve özgürlükler olmaz, hak ve özgürlükler olmadan adalet olmaz. Kısacası tüm mücadele alanlarının geleceği birbiriyle bağlantılı ve bunun için yan yana gelmek, demokratik güç birliğini geliştirmek görevi ile karşı karşıyayız. Bunu sağlarsak kazanırız, aksi takdirde yaşanan kader değil bizim basiretsizliğimiz olur.

‘CHP’NİN TABANI ÜST YÖNETİM GİBİ DÜŞÜNMÜYOR’
 
Bu konuda muhalefete eleştirileriniz var mı? 
 
Türkiye’de üç blok oluşmuş durumda. Cumhur ve Millet ittifakı yanı sıra bu iki blok içinde yer almayan HDP’nin başını çektiği demokrasi ve özgürlük güçlerinin, sosyalistlerin oluşturduğu demokrasi bloku var. Demokrasi bloku dışındaki diğer iki blokun Türkiye’nin temel meselelerini, Kürt sorunu, dış politika, neo-liberal politikalar, militarizm konusunda aynı düşünüyorlar. Son dönemlerde dikkatinizi çekmiştir, sürekli parlamentodaki 4 partinin ortak imzası ile bildiriler yayınlanıyor. Bu durumda gösteriyor ki pek çok konuda birbirlerinden farkları yok. Tek mücadele Türkiye’nin demokratikleşmesi, Demokratik Cumhuriyet’in inşası değil, iktidar koltuğuna kimin oturacağı kavgasıdır onlar için asıl mesele. Ama bu Türkiye’nin içine girdiği yapısal krizi çözmez, çözemez. 
 
İktidarla en kritik noktalarda iş birliğini sürdüren Millet İttifakı, topluma bir alternatif sunmak yerine, iktidarın koltuk değneği olmaktan başka bir sonuç elde etmez. CHP’nin tabanı HDP ile birlikte mücadele etmenin kazandıracağını biliyor.
 
Demokrasi bloku, HDP’nin geliştirdiği üçüncü çizgi, Türkiye’nin Kürt sorunu ve kadın özgürlük sorunu başta olmak üzere Türkiye’deki temel meselelere dair sözü olduğunu, alternatif çözümler geliştirdiği için sürekli baskı ve şiddet politikası, gözaltı, tutuklamalarla, kayyımlarla karşı karşıya kalmaktadır. Millet ittifakının özellikle CHP’nin HDP’ye yaklaşımı sorunludur. Seçimleri kazanmak için HDP’nin oyuna taliptir, Türkiye toplumun yaşadığı sorunları birlikte çözmek, demokrasiyi, barışı geliştirmeye değil. Dikkat ederseniz CHP yönetimi HDP ile yan yana gelmemeye özen göstermektedir. İktidar da Millet İttifakı’nın bu durumunu bildiği için sürekli HDP’yi kriminalize etmeye çalışmaktadır. Birlikte mücadele ve dayanışmayı engelliyor. Hatırlarsanız; HDP’nin Edirne’den Hakkari’ye yürüyüşünün olduğu dönem, barolarda Ankara’ya yürüme kararı aldı. Eğer bu yürüyüşü ortak yapsalardı, CHP’de buna katılsaydı, barolar yasası çıkmazdı. Ama Kürt siyasetiyle, HDP’yle yan yana gelinmedi, ki bu durum ne yazık ki halen devam ediyor. Ama bir kez daha altını çizmek isterim ki; iktidarla en kritik noktalarda iş birliğini sürdüren Millet İttifakı, topluma bir alternatif sunmak yerine, iktidarın koltuk değneği olmaktan başka bir sonuç elde etmez. Biz dostane olarak bir tespit yapıyoruz. Biliyoruz ki CHP’nin tabanı üst yönetim gibi düşünmüyor ve HDP ile yan yana gelmenin birlikte mücadele etmenin kazandıracağını biliyor.

‘İNFAZ KORUMA MEMURLARI ARAMA İÇİN HÜCRELERE GELDİKLERİNDE, İLK ÖNCE HAVALANDIRMADAKİ OTLARI, YEŞİLLİKLERİ KOPARIYOR’

Cezaevi koşullarını da sormak istiyorum. Günleriniz nasıl geçiyor? Özellikle pandemi cezaevi şartlarını nasıl etkiliyor? 
 
En çok merak edilen konu sanırsam bu, günlerimiz nasıl geçiyor. Pandemi süreciyle birlikte cezaevlerindeki durumlar daha da ağırlaştı. Tecrit içinde tecrit yaşıyoruz. Mart ayından bugüne tüm haklar askıya alınmış durumda, sohbet, spor ve benzeri tüm etkinlikler iptal edildi. Kapalı görüş ise ayda iki kez ve 2 kişi ile sınırlı ki önce sadece bir kişi gelebiliyordu. Hastane sevkleri bir süre yapılmadı, şimdi de 14 günlük karantina uygulaması var ve hastalar tek başına kalmaya zorlanıyor. O nedenle birçok arkadaş sağlık hizmetlerinden yararlanamıyor. Dışarıda insanları ‘Hayat Eve Sığar’ diyerek evlere kapatanlar, cezaevlerinde de hücrelere kapatıyor. 
 
‘Dans edemediğim devrim, devrim değildir’ diyen Emma Goldman izinden giden Elif, dans eden kadınlar yapıyor. Zor koşullarda insanın yaratıcılığı da artıyor. Pandemi nedeniyle birbirimize sarılmasak da türkülerle, stranlarla mutlu oluyoruz. 
 
Bunun dışında bizde buradaki yaşamımızı da mümkün oldukça örgütlü yaşamaya çalışıyoruz. Bazen burada yaşamın yetmediği oluyor. Bol bol hem bireysel hem de ortak okumalar yapıyoruz. Akşamları, tükendiğimiz zamanlarda üretmeye devam ediyoruz. Arkadaşlara el işinden hediyeler yapıyorum. ‘Dans edemediğim devrim, devrim değildir’ diyen Emma Goldman izinden giden Elif, dans eden kadınlar yapıyor. Bazen de pratik tatlılar yapıyor. Zor koşullarda insanın yaratıcılığı da artıyor. Pandemi nedeniyle birbirimize sarılmasak da ortak etkinlikler, türkülerle, stranlarla mutlu oluyoruz. 
 
F tipleri tecrit alanı olduğu kadar, beton yapılardır. Bazen doğa bu betona inat üretkenliğini gösteriyor. Betonların arasında papatyalar, ismini bilmediğimiz yeşillikler boy veriyor ama devletin yeşille savaşı burada da devam ediyor. İnfaz koruma memurları arama için hücrelere geldiklerinde, ilk önce havalandırmadaki otları, yeşillikleri koparıyor. ‘Niye koparıyorsun, onun size ne zararı var’ dediğimiz de ‘böyle emir aldık’ diyorlar. Ama yine de doğa üretkenliğinden vazgeçmiyor, duvarda çıkmaya başladılar şimdi. Kumrular, serçeler, börtü, böcek ziyaretimize geliyor bazen, son dönem ise arılarda geliyor ve burada birkaç gün uçuyor, sonra ölüyor, nedenini anlamadık. Ölmek için iyi bir yer diye düşünüyorlar herhalde… Karıncaları da unutmayalım. Onları besliyoruz artık. Tabi bir de ziyaretimize gelmelerinden hoşlanmadığımız fareler var. 
 
1 Kasım sabahı sayımdan hemen sonra -cezaevinde her sabah ve akşam sayım yapılıyor biliyorsunuz- Elif’in banyo kapısını açması ile çığlık atması bir oldu. Ben ne oldu dedim, ‘fare ‘dedi. Elime bir büyük poşet aldım, banyoya girdim. Bu arada Elif korkudan beni banyoya kilitledi. Banyoda fare ile karşı karşıya birbirimize bakıyoruz. Ben, ‘fare kardeş nereden geldiysen oraya git hemen, yoksa senin için iyi olmayacak dedim’. O da bana ‘sen gününü görürsün’ der gibi bakıyordu. Her neyse, ne düşündü bilmiyorum, geldiği yerden duş giderinden kaçtı. Böylece hepimiz bir oh çektik. Tabi sonrası tahmin ettiğiniz gibi temizlik.

Öne Çıkanlar