Türk mü Yunan mı?

Türk mü Yunan mı?
Türk ya da Yunan kaynaklarından en az birinde, belki ikisinde birden, eser sahiplerine ilişkin bilgilerin gerçeği yansıtmadığı sonucu ortaya çıkıyor ki, es geçilebilir bir ayrıntı değil...

Kamil ERDEM


On beş yıl önce yayınlanan bir albümün hakkında yazılmayalı, konuşulmayalı çok olmuştur. Aradan geçen uzun süre bir yana, müzik pazarının kavramları bile değişti. Artık "parça indiriyoruz", mağazalara gidip plak, cd almak "nostalji" sayılıyor! Müziğin de her sektör gibi dijital boyunduruğa teslim olmuşluğunun yansımaları!

Oysa bazen güncelliği geçse de bir albümü sadece dinlemek değil, "okumak" dahi ilginç olabiliyor... Mesela, Candan Erçetin’in 2005’te yayınlanan ve anafikri "Türk-Yunan ortak kültürüne ait geleneksel şarkıların yeni yorumları" olarak özetlenen "Aman Doktor" albümü...

İlginç olan, albümdeki eser sahiplerinin kimler olduğu hakkında Türkiye ve Yunanistan’da farklı bilgilere ulaşılmış olması! Şöyle ki; Türkiye kaynaklarına göre repertuvardaki on üç parçanın tümünün de söz ve müzikleri anonim. Oysa Yunanistan kaynaklarında sözlerin beşi, müziklerin altısı anonim; sekiz parçanın söz yazarı, yedi parçanınsa bestecisi belli. Bilgiler birbirini tutmayınca yapım ekibi de  -isabetli bir kararla- söz/müzik bilgilerini iki ülke için iki ayrı sütunda vermiş. Yazı uzamasın diye tek bir örnekle yetinelim; hepimizin bildiği Darıldın mı Gülüm Bana (Yunancası Hariklaki) Türkiye’de anonim, Yunanistan’da söz/müzik: Panayiotis Tundas olarak kayıtlı.

Şu halde ya Türk ya da Yunan yetkili kaynaklarından en az birinde, belki ikisinde birden, eser sahiplerine ilişkin bilgilerin gerçeği yansıtmadığı sonucu ortaya çıkıyor ki, es geçilebilir bir ayrıntı değil... Öncelikle, hangisine itibar edeceğiz; dahası, böylesine net bir çelişkinin sebebi ne olabilir?

Sorunun ilk kısmını yanıtlamak Türkler ve Yunanlar için kolay; elbette "bizimkilerin" verdiği bilgilere itibar edilmelidir, karşı taraf her zaman yaptığı gibi "kültür arakçılığı" yapmıştır. Evet, Ege’nin iki yakasında da düşünce yapıları böyle şekillendirilir. Ama merak edip de albümü alan bir Alman, İngiliz, vs., ne düşünsün? O halde gelelim sorunun ikinci kısmına...

Bir kere, bu durum sadece söz konusu albümde yer alan eserlerle sınırlı değil, zira biliniyor ki daha yüzlerce parça her iki ülke kültür envanterlerine "kendine yontularak" kaydedilmiş durumda.

Gene Mübadele Meselesi...

Bu çelişkiye bizim cenahtan yapılan yaygın yorum özetle şu: Mübadeleden sonra her iki ülke de, oluşan yeni demografik yapılarıyla yeni bir kuruluş sürecine girdi. Bu karışık dönemde Anadolu’dan göçen Rum müzisyenler ayrıldıkları toprakların anonim eserlerini kendilerine maletti. Zaten o yıllarda telif hakkı vb olgular henüz kurumsallaşmamış, eserlerin izini sürmek çok zor. Böylece eserler sahiplenen müzisyenlerin adına kaydedildi...

Bu görüşte haklılık payı olabilir, hatta belki bazı eserlerin akibeti gerçekten de böyle olmuştur. Ancak yüzlerce eserin tümü de bu görüşle açıklanabilir mi?

Kültür İnşaası’nın Yapıtaşı: Müzik

Buyrun, "alternatif" bir açıklama deneyelim... Türkiye’de derleme çalışmaları Osmanlı’nın son döneminde tek tük başlamış olmakla birlikte Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra hız kazanmış, 1920’lerin sonundan itibaren çeşitli bölgelerden derlenen eser sayısı yüzlerle ifade edilmeye başlamıştır. Yani halk müziği envanterimizin oluşması ve gelişmesi cumhuriyetle paraleldir; bu da elbette rastlantı değildir.

Değildir, çünkü cumhuriyetle birlikte bir millet bilinci oluşturma ve buna bağlı bir "kültür inşaası" sürecine girildiğini biliyoruz, ulus devletin gereği olarak görülmüştür. Müziğin bu bağlamda önemi malum.

Ama batının birkaç yüzyıla yayılan oluşum ve birikimlerini birkaç onyıla sığdırmak kolay, hatta mümkün değildi, zaman zaman aceleci olmak şarttı. İşte bu "aceleci" çabalar esnasında zaten Türkçe sözlerle de söylenegelen ve mübadeleye tabi olarak Anadolu’dan Yunanistan’a göç etmiş olan müzisyenlerden kalan eserler, kayıtlara "anonim" olarak geçirilmiş olamaz mı?

Derleye Derleye Göl Olur!

Biliyor muydunuz, yakın zamana kadar türkü bestelenemez, sadece derlenebilirdi! "Mevzuat" böyle gerektiriyordu. Bunun da mevzuatı mı olurmuş demeyin, oluyor işte. Üzerinde ayrıca durulmayı ve araştırılmayı hak eden hayli ilginç bir konu; alelade bir bürokratik ayrıntı gibi görülmemeli. Hatta birçok halk müziği sanatçısının bestelerini bu mevzuat gereği derleme olarak arşive aldırdığını farklı zamanlarda farklı müzisyenlerden duymuşluğum vardır.

Tabii ki bu uygulamanın tek bir amaca yönelik olduğunu düşünmek hata olur, ama bu suretle anonim eser envanterinin hayli zenginleştiği de aşikar. Nitekim TRT arşivlerinde binlerce derleme olduğunu biliyoruz. Böylece mübadeleye tabi olup Anadolu’dan göç eden müzisyenlerden kalan eserler, bir kısmının bestecisi bilinse de, "türkünün bestecisi olmaz" ilkesi(!) doğrultusunda diğer "anonim" derlemelerle "harmanlanarak" bu zengin envantere kaydedilmiş olabilir. Hem unutmayalım, mübadele yakın tarihimizin yegane nüfus hareketi değildir.

Ama bütün olası açıklamalar, akıl yürütmeler bir yana, ruhumuza işleyen, "kanımızda olan" bir müzik duyduğumuzda "bu Türk" deyiveririz. Milli bir reflekstir ve farkında olmadan kültürel aidiyeti yanlış bir mecraya iteklemektir. Üstelik çoğu zaman bilimsel bağlamda dahi aynı refleks doğrultusunda "bir münasip teori" ile tarihsel ve müzikolojik gerekçelendirmeler "döşenir". Oysa halk müziklerinin aidiyet bağı milliyetten ziyade "toprak"la olsa gerektir. Hatta o toprak bağıdır ki, yanında dil dahi ikinci planda kalır. Örnek mi? Bir Özbek şarkısı ile Yunan şarkısını art arda dinleyin... Hangisiyle efkar dağıtırdınız?

Yani müziği, aslında kültürle ilgili her şeyi, mümkün mertebe "milli filtreden" geçirmeden ele almak gerekiyor, zira kültür, milliyet kılıfına ne yaparsak yapalım, sığmıyor!

Velhasıl, mesele her iki tarafın da "kültür inşaası" kaygısıyla definede ne bulduysa sahiplenme ve kendi heybesine atma gayreti gibi görünüyor. Ama elbette bugünün konforu içinde geçmişin kaygılarını görmezden gelip tasarruflarını eleştirmek de yersizdir, deyim yerindeyse, bir "anakronik aklıevvellik" olur! Lakin bugün artık bu kaygılardan sıyrılıp kültür başlığı altındaki her konuya, başta müzik, daha sakin ve kendimizden emin bakmak vaktidir.

Türk müziğini öğrenmek, araştırmak veya bilgilerini geliştirmek için Türkiye’ye gelen birçok Yunan müzisyen, müzikolog ve müzik öğrencisi tanıdım. Umalım ki bu Yunanların müziklerindeki Türk unsurunu kabullenmekte -artık- beis görmediklerinin bir işareti olsun. Gene umalım ki, bu işaretin bir de "karşılığı" olsun!

Öne Çıkanlar