Üniversiteler, şehirler ve tarikatler

Sorunun bir “tarikat örgütlenmesi” meselesi değil, bir devlet meselesi, temel devlet tercihleri sorunu olduğu kanısındayım.

Tarikatler meselesi benim boyumu aşar, bu konuda bir değerlendirmeye giremem.

"Yasaklayalım, kapatalım" diye başlayan çözüm önerilerine de çok mesafeliyim.

Sorunun bir "tarikat örgütlenmesi" meselesi değil, bir devlet meselesi, temel devlet tercihleri sorunu olduğu kanısındayım.

Devlet kavramının da ne olduğunu, ne olmadığını biraz biliyorum, tarikatlar meselesi gibi değil.

Devlet asli görevlerini gerektiği gibi yapsa, konulara daha nitelikli bir bakışla yaklaşsa bugün yaşadığımız sorunların kısm-ı azamı kaybolurlar. 

Tarikatler meselesi (mesele mi bundan da emin değilim) çok boyutlu, ben bugün son acı intihar olayı üzerinden fakülteleri, üniversite yurtlarını ve buralara tarikatların tasallutunu tartışmak istiyorum.

Tasallut kelimesini neden kullandığımı da aşağıda açıklayacağım.

Bu tarikatler-üniversiteler, üniversite yurtları ilişkisi ilk düğmesi yanlış iliklenmiş gömlek gibi.

Üniversiteler büyük şehir kurumlarıdır; burada büyük şehirden muradım büyükşehir belediyeleri değil doğal olarak.

Üniversiteler büyük şehirlerde kurulurlar, büyük, gelişmiş şehir ile çok sayıda açıdan karşılıklı etkileşime girerler.

İstanbul’da bir üniversite İstanbul’dan, İstanbul da üniversiteden karşılıklı olarak yarar görürler, karşılıklı zenginleşirler (sadece parasal olarak değil tabii).

Üniversite kurumu ise bir bölgenin, bir şehirin gelişmesi, kalkışması için enstrümantalize edilmemelidir.

Bugün itibariyle Türkiye’nin her şehrinde en azından bir tane üniversite vardır.

Benim kişisel kanaatim, Türkiye’de üniversitelerin etkin ve hakkaniyete uygun yükseköğretim hizmeti üretimi sayıları ancak on beşi (maksimum) geçemeyecek şehrimizde mümkündür.

Tüm üniversiteleri on iki, on beş kentte toplayabildiğiniz zaman üniversite yurtları meselesi de büyük ölçüde toplulaştırılarak çözülecektir. 

Lise sonrası üniversite yaşamı mutlaka büyük şehir kültürü ile de beslenmesi gereken bir süreçtir ve bu beslenme, karşılıklı beslenme konusu maalesef bugün itibariyle Türkiye’nin çok sayıda kentinde mümkün değildir.

Türkiye’de TÜİK verilerine göre 2020 senesinde 7 ilimizde sinema salonu yoktur ama bu şehirlerde üniversite vardır.

Bu yedi şehirden Hakkari’de çok yeni bir sinema salonu açılmıştır ve açılış Recep İvedik 5 filmi ile yapılmıştır. 

Üniversite yıllarında bu kentlerimizden kaçında bir kız öğrenci bir erkek arkadaşıyla bir lokantaya gidip bira, rakı içebilmektedir?  

Sinemanın olmadığı, kız-erkek öğrenci ilişkilerinin üzerinde büyük bir toplumsal baskının olduğu, yaşam tarzları üzerine baskı olduğu yerlerde üniversite öğretiminin sakatlanacağı açıktır.

Son müessif olay Elazığ’da olmuştur, bu haberi sitesinde yayınlayan gazeteci işinden olmuştur, başka haber siteleri (!!!!!) faciayı haberleştirememişlerdir bile.

Acaba, böyle bir ortamda Fırat Üniversitesinde tarikatlar üzerine sosyoloji ya da tarih bölümünde akademik özgürlük zerre kadar örselenmeden, akademik özgürlük ihlali yaşanmadan bir doktora tezi yazılabilecek midir?

Bir doçent ya da profesör kürsüde büyük bir amfide bir sosyoloji dersinde tarikatlar üzerine akademik çerçevede ama özgürce ders çıkışında linç edilme endişesi olmadan konuşabilecek midir?  

Bu tür endişeler bugünün Türkiye’sinde maalesef her yerde vardır ama İstanbul’da, Ankara ve İzmir’de, Antalya, Bursa ve Eskişehir’de daha az vardır. 

Internetten Fırat Üniversitesinin (Elazığ) sitesine girdim, fakülteler arasında mesela Mimarlık Fakültesi de var.

Düşünebiliyor musunuz, bir çocuk Elazığ’da doğmuş, ilkokul, ortaokul ve liseyi aynı kentte okumuş ve kendi kentindeki Fırat Üniversitesinde mimarlık eğitimi alıyor, mezun olana kadar İstanbul’u görme olanağı olmuyor ise Ayasofya’yı, Süleymaniye’yi, Cadde-i Kebir’i (Beyoğlu), Kariye’yi görmeden mimar oluyor demektir.

Türkiye’nin mimari yapılanma faciasını anlamak belki bu örnek üzerinden daha kolay.

Bu söylediklerimin elitizmle hiç ilişkisi yok, kaygım sadece yükseköğretim çıktısının daha kaliteli olması ile ilgili. 

Gelelim tasallut konusuna.

Büyük kentlerde de sıkıntı var ve her gün daha da büyüyor ama mesela İstanbul’da, İzmir’de, Eskişehir’de tarikatlar ya da benzer yapıların üniversite yurtlarına musallat olması imkansız demiyorum tabii ama nispeten daha zordur.

Tarikat meselesi yoktur, devlet tercihi sorunu vardır diyorum çünkü merkezi devlet ya da yerel devlet (belediyeler) söz konusu on iki, on beş ilimizde yurt talebine eşit ya da geleceği düşünerek daha da yüksek, çok düşük fiyatlarda yurt odası arzı gerçekleştirseler, tarikatların tasallut olanağı çok azalacaktır. 

Esas olan tarikatların özgür olması ama ağırlıklı olarak da din felsefesi ile, tasavvufla iştigal etmeleridir.

Bizim siyasileşmiş tarikatlardan birinden son on yıllarda Abdülbaki Gölpınarlı’nın Tasavvuf kitabı düzeyinde bir yayın hiç çıkmış mıdır, en azından kendi müritlerine kaç tane tasavvuf musikisi dinletisi düzenlemişlerdir mesela?

Tarikatler tasavvuf konusuyla ilgilenmiyorlar ise ne iş yaparlar diye insan sormadan edemiyor doğrusu.

Tarikatler tasavvufu ikinci plana atarlarsa tasalluttur gündeme gelecek olan.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eser Karakaş Arşivi