Van’da olağanlaşan olağanüstü yaşam ve direniş üzerine

Muhteşem güzellikteki doğası, iklimi, denizi, verimli toprağı, lojistik konumuyla çok büyük bir cazibe merkezi olabilirdi Van. Ne yazık ki durum oldukça farklı.

Her yıl bıkmadan usanmadan, insanların iyiliğe, kardeşliğe ve barışa vesile olması temennisiyle kutladığı bir bayramın daha yaşanmasına 2 gün kala açıkladı İnsan Hakları Derneği (İHD) Van Şubesi son altı ayda Van’da yaşanan hak ihlallerini. Bir basın toplantısında paylaşılan rapora göre

Yılın ilk altı ayında Van’da toplam 1170 hak ihlali yaşandı. 

175 eve baskın düzenlendi.

2’si çocuk 199 kişi gözaltına alındı.

35 kişi tutuklandı.

Aile içi şiddete uğrayan kadınlardan biri hayatını kaybetti. 

5 erkek intihar etti. 

1 çocuk maruz kaldığı toplumsal şiddet sonucu hayatını kaybetti. 

3 kişi kaçırıldı ve ajanlığa zorlandı. 

473 göçmen gözaltına alındı. 

20 kişiye düşüncelerini ifade ettikleri için soruşturma açıldı.

14 mülteci hayatını kaybetti.

41 mülteci yaralandı. 

(Haziran ayında batan teknede hayatını kaybeden mültecilerin cesetleri hâlâ çıkarılmakta olduğu için bu kayıplar rapora dahil edilmemişler sanırım.) 

Cezaevlerinde çok sayıda hak ihlali yaşandı. 

Her ne kadar İHD Van Şubesi raporda bir gösteri ve yürüyüşün engellenmesinden bahsetse de mevzu toplantı, gösteri ve yürüyüşler olunca yasaklamanın Van’da olağan bir hal aldığını söylemek gerekiyor. 

Gazeteci Ruşen Takva’nın Gazete Fersude’de yayımlanan haberine göre Van’da yaklaşık olarak 1500 gündür bir çeşit OHAL uygulanıyor ve HDP ile kentte bulunan muhalif STK'ların etkinlik, stant açma, basın açıklaması yapma, yürüyüş ve gösteri haklarını kullanmalarına izin verilmiyor. Habere göre AKP’nin üye çalışması için kentin en işlek caddesinde stant açmasına izin veren Van Valiliği, HDP İpekyolu ilçe örgütünün stant açma talebini ise toplantı ve gösteri yürüyüşü kanununa uygun olmadığı gerekçesiyle reddetti. 

Şehirde sistematik olarak uygulanan bu tip yasaklara karşı Van Barosu 14 dava açtı. Bunların 8’i reddedildi. Van İdare Mahkemesi’nin Anayasa ve uluslararası sözleşmeler tarafından güvence altına alınan toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkını vatandaşlar lehine korumak yönünde değil, bir siyasi partinin il temsilciliği gibi hareket eden valiliği desteklemek yönünde kararlar verdiği anlaşılıyor. Van Barosu’ndan Avukat Mahmut Kaçan yasaklar için kimi zaman kullanılan gerekçelerin absürtlüğünü ise şöyle anlatıyor: 

"Bunun burada tek başına Valinin aldığı bir karar olduğunu düşünmüyorum. Merkezi düzeyde özel bir motivasyonla yürütülen bir politikanın parçası. Zaten ret gerekçeleri ise çok ilginç. Mesela geçen yıl 1 Mayıs'a denk gelen yasağa karşı açtığımız davaya verilen kararda TKP, MLKP ve TİKKO'nun yaptığı açıklama Van'daki yasağa gerekçe olarak sunuldu. MLKP açıklama yapmış ama yasak Van'da. MLKP'nin Van'da bırakın üyesi, yakalanıp yargılanan bir tane sempatizanı bile yok." 

Van’da kaldığım süre boyunca yaptığım görüşmeler bende de aynı izlenimi bıraktı doğrusu. Van bölgede oldukça önemli bir yere sahip bir şehir. Yüzölçümü açısından Türkiye’nin en büyük 6. ili, nüfus bakımından da en kalabalık 19. ili olan Van ülkenin doğusunda, Kürtlerin Serhat olarak adlandırdıkları bölgedeki en büyük il. Çevre illerden göç alan, 1,2 milyon civarında nüfusa sahip olan Van, büyükşehir statüsünde. Türkiye’nin en büyük gölünün bulunduğu Van çok sayıda şehre, doğuda da İran’a komşu. Ermenistan ve Azerbaycan’a da oldukça yakın olan Van sahip olduğu kadim tarih, kültür, coğrafi özellikler ve konumu nedeniyle büyük bir ticaret ve turizm kentine dönebilirdi. Eğer Türkiye Ermenistan ile sınırı açsa, komşularla daha dostane bir politika yürütse ve bu şehrin potansiyelini ayrım yapmadan tam olarak değerlendirseydi tabi. Muhteşem güzellikteki doğası, iklimi, denizi, verimli toprağı, lojistik konumuyla çok büyük bir cazibe merkezi olabilirdi Van. Ne yazık ki durum oldukça farklı. 

Bir zamanlar bir Ermeni kenti olan Van’da bugün nüfusun çoğu Kürtlerden oluşuyor. 1995 yılında düzenlenen genel seçimlerden bu yana neredeyse bütün yerel ve genel seçimlerde HDP ve selefi olan partiler birinci durumda. 

31 Mart 2019 yerel seçimlerinde oyların yüzde 53,83’ünü HDP,

2014 yerel seçimlerinde oyların yüzde 53,1’ini DBP,

2009 yerel seçimlerinde oyların yüzde 53,5’ini DTP,

1999 yerel seçimlerinde oyların yüzde 44,6’sını HADEP aldı.

24 Haziran 2018 genel seçimlerinde oyların yüzde 59,3’ünü HDP,

1 Kasım 2015 genel seçimlerinde oyların yüzde 65,53’ünü HDP,

7 Haziran 2015 genel seçimlerinde oyların yüzde 73.59’unu HDP,

2011 genel seçimlerinde oyların yüzde 48,7’sini HDP’nin desteklediği bağımsız adaylar aldılar. 

2016 yılından beri DBP ve HDP’li belediye başkanları hapsedilen, seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyumların atandığı şehirde, sivil toplum kuruluşları ve meslek örgütlerinin bazıları Kürt sorununa duyarlı çizgideler. Şehirdeki sivil toplum kuruluşlarının çoğu KHK’larla kapatıldı. Kapatılan kurumlar arasında Van Kadın Derneği (VAKAD) bile vardı. Bile diyorum, çünkü Kürt hareketi ile ilişkilendirilemeyen ve kadın hakları konusunda çalışan bir dernek olmasına rağmen kapatıldı VAKAD. Ruşen Takva’nın haberinde ele aldığı üzere HDP’nin sokaktaki faaliyetleri yasaklanırken, HDP’li siyasetçiler tutuklanırken, belediyelere kayyumlar atanırken, sivil toplum hayatı da neredeyse tamamen kontrol altına alınmış durumda. Öyle ki bir sınır kenti olmasına rağmen, şehirde mülteci hakları konusunda raporlama ve savunu yapan bir STK dahi bulunmuyor. İnsan hakları ihlalleri hakkında yüksek ses çıkarmak konusunda konuştuğunuzda yollar büyük oranda Van Barosu’na çıkıyor. İktidarın son dönemde barolara yaptığı baskıların, çoklu baro sistemine geçiş yapılmasının en büyük nedenlerinden birisi Van Barosu gibi baroların şehirdeki insan hakları savunuculuğunda önemli bir rol üstlenmiş olmaları.

Anlayacağınız, Diyarbakır’ın kendi bölgesinde bir siyaset, kültür, sanat, ekonomi merkezi olduğu, çevre illeri etkilediği gibi, Van da kendi bölgesinin merkezi olan ve çok daha fazla üretime ev sahipliği yapabilecek potansiyele sahip bir kent. Ama şehir sakinlerinin çoğu Kürt ve HDP’li. Dolayısıyla, Van Kürt hareketinin ikinci bir kalesi olmasın diye özel politikalara ve baskıya maruz kalıyor gibi görünüyor. Bazı uluslararası ve ulusal basın kuruluşlarının, bazı uluslararası ve ulusal STK’ların ve bazı siyasi partilerin de Van’a gereken ilgiyi göstermediklerini söylemek haksızlık olmaz sanırım. Diyarbakır’da çok sayıda ulusal ve uluslararası basının temsilcisi varken, Van’da temsilcilerinin olmaması düşündürücü. 

Bu iç karartıcı tabloyla her şeyin sonu gelmiş değil elbette. Yapılan tüm baskılara rağmen insanlar istedikleri partilere ve kişilere oy vermeye devam ediyorlar. Evet, iktidar adeta bir buldozer gibi sivil toplumun üzerinden geçmiş durumda, ama aktivistler bireysel olarak dahi olsa hakları savunmaya, başkalarını, hele kadınları korumak için büyük emekler vermeye devam ediyorlar. Yeniden örgütleniyorlar. Belediyelerin desteklediği kültür ve sanat grupları kayyumlar atandıktan sonra işten çıkarılmışlar. Hepsi kendi ayaklarının üzerinde durma, Kürtçe sanat üretme mücadelesi vermişler. Mencel Tiyatro Grubu ve Aryen Sanat Merkezi tüm zorluklara rağmen çalışmalarını sürdürmeyi başaranlardan. Sitav Yayınevi Kürtçe kitaplar yayımlamaya devam ediyor. İşsiz bırakılan gazeteciler kendi olanaklarıyla, kimileri de freelance çalışarak haber üretmeye devam ediyorlar. 

Anlayacağınız Vanlılar ağır ağır, çok ses çıkarmadan da olsa direniyorlar. Bu direnişte onları yalnız bırakmamak lazım. 

Van’ın bir gün hak ettiği muameleyi gören, hak ihlalleriyle ve trajedilerle değil, tarihiyle, güzellikleriyle anılan bir kent olduğunu görmeyi yürekten diliyorum. 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Nurcan Kaya Arşivi