Ya sıkıntı fırıncıdaysa?

Özetle rejimin çeşitli halkları memlekette de Türk-Sünni-erkek ve iktidara biat edenler haricindekileri köleleştirmeyi hedefleyen bir kara ütopyası var.

Önce ekmekler bozuldu (Oktay Akbal-1946) diye yazılalı epey olmuş. Fakat ekmeklerin neden bozulduğuna dair rivayet muhtelif. Benimkisi ya baştan beri fırın ve fırıncıda bir sorun varsaya dair bazı kısa gözlemler.

İlk haberimiz Amerika’dan. Geçen yıl New York eyaletinde gözaltına alındığı sırada nefessiz kalarak, bilincini yitiren daha sonra kaldırıldığı hastanede bir hafta sonra hayatını kaybeden siyah Amerikalı Daniel Prude’un davasında jüri üyeleri, zanlı polis memurları hakkında suçlamada bulunmamış. Bu maalesef sıradan bir durum. Halbuki otopsi raporu Prude’un ölüm nedeni olarak "fiziksel kısıtlama sırasında nefessiz kalmaya bağlı cinayet" tanımlamasını yapıyor. Fakat kararı "Amerikan halkı adına" veren 12 kişilik jüri bunu cinayet olarak görmüyor.

Ailesi Prude’un akıl sağlığıyla ilgili sorunlarla mücadele ettiğini açıklamıştı. Kardeşi Joe Prude ise kardeşi gece geç saatte sinir krizi geçirerek evden ayrıldığı için polisi aradığını söylemişti. Joe Prude, "Çağrıyı kardeşim yardım alsın diye yaptım, linç edilsin diye değil" diyor.

Asıl bu olayın dikkat çeken kısmı ise New York eyaleti başsavcısı Letitia James’in isyanı. James polisin eylemlerinden sorumlu tutulabilmesi için yargı reformu yapılması çağrısında bulunurken sistemin temelinden "çürük" olduğunu söyledi. Sahi bir olayda, aşağı yukarı ne olduğu sabitken, buna kafası yatmayan jüri adı verilen, "piyangodan çıkmış" 12 kişi "hayır, öyle değil" diye karar verebilir mi? Bu olay Trump’ın Senato’da aklanması meselesine  de benzemiyor mu?

ABD’de polisin ırkçılıkla karışık suç işlediği belki binlerce güncel olay sıralanabilir. Fakat bu kez biraz "tarihi" bir olaya bakalım. Geçen hafta siyahların hakları ve ırkçılığa karşı mücadele veren Malcolm X'in aile üyeleri ve avukatları, 56 yıl önce gerçekleşen suikastın azmettiricilerine yönelik yeni deliler olduğunu öne sürdü. Özetle Malcom X’i öldürmek için New York Polis Teşkilatı (NYPD) veya Federal Soruşturma Bürosu (FBI) tarafından komplo kurulduğunu söylediler. Delil o yıllarda sivil polis olarak çalışan bir siyahın ölüm döşeğindeyken yazdığı itiraf mektubu. Malcom X’in yakınları olayın üzerine gitmeye kararlı.

Irkçılığı ortadan kaldırmak için sözler yetmiyor. Sürekli mücadele ve hesaplaşma şart. Bu da geçmişte olanın, suçun nedeni ortadan kaldırılabildiği ölçüde mümkün olabilecek bir şey. Bugün acaba kaldırılabildi mi, gerçekten böyle bir arayış var mı?

Almanya’da jeton düştü mü?

Geçmişle hesaplaşmanın yarı yolda kaldığından bugünlerde fazlasıyla emin olabileceğimiz Almanya’ya da bir göz atalım. Alman yönetimi 2019 ‘da Kassel Bölge Valisi Lübcke öldürülene kadar "aşırı sağ" tehlikesini maalesef ciddiye almadı. Sonrası da ne kadar önemsedikleri tartışılır. Mesela geçen hafta, Hanau kentinde geçen sene ırkçı bir saldırı sonucu yaşamını yitiren 9 göçmen kökenli genç anısına Köln’de yapılan geçici anma köşesi tahrip edilebildi.

Şimdilerde bünyesinde neo-nazi örgütlenmenin artışı, kayıp silahlar gibi konularla gündeme gelen ordu ve Alman Askeri İstihbarat Servisi (MAD) tartışma konusu. MAD ordu içinde aşırı sağcı olduğu şüphesiyle incelenen vakaların sayısının geçen yıl 477'ye yükseldiğini açıkladı. Fakat aynı zamanda MAD’ın içinde de neo-nazi örgütlenme olduğu politikacılarca varsayılıyor. Bu konuda bazı tedbirler alınmaya başlandı. Mesela Martina Rosenberg Kasım ayında başında MAD’ın yönetimine getirilerek sivil denetime açılmıştı. Şimdi ayrıca bir aşırı sağla mücadele birimi kuruluyor, başka adımlar da atılıyor. Ordu içinse eğitim ve daha fazla istihbarat tedbiri ve yaptırımlar öneriliyor. Fakat yine gelip yarım bırakılana klasik soruya takılıyoruz, ya eğitimciler, denetçiler, amirler, politikacılar diye uzatabileceğimiz liste de faillerin arasına dahilse?

TC

Türkiye faşizmin hükmettiği bir ülke. Sözlerle faşist demagoji ve yalanları geriletmek bir hayli zor. Çünkü öyle bir şey ancak iyi kötü düşüncenin ifade edilebileceği bir atmosferde mümkün olabilir. Rejim her gün yeni bir büyük yalanla zihinleri donatmak ve onu tartıştırmak için yeterince olanağa sahip. Maalesef onun yalanlarını reddederek dahi olsa tüketen bir zemindeyiz. Bunu görüyoruz da.  Doğru sözler söylemek, ne her gün yalanlarla karşılaşmayı engelleyebiliyor, ne de yeni boyutlarla karşımıza çıkan, baskıları, tutuklamaları, işkenceleri, kaçırılmaları… 

Buralara tesadüfen gelinmedi. Öncesi rüşeym halinde olan emperyal hülyalar 2010 referandumu sonrası iktidarın iplerini elinde tuttuğunu hisseden kesim açısından "Arap Baharı"nın açtığı zeminde neo-Osmanlıcı emperyalist politikalarına karşılık bulacağı, geliştirebileceği bir zemine dönüştü.(1) Bunun için "güçlü" sıfatıyla tanımlanan bir pozisyona gelinmeliydi. Örneğin "güçlü devlet"  siyasetin tek elde toplandığı bugünkü hali aşağı yukarı ifade ediyordu. Bunun için güçlü kategorisi dahilinde  ordu, silah sanayi, ekonomi, toplum da organize edilmeliydi. Bütün bunlar kuşkusuz iç içe geçmiş süreçler. Bu hedeflerine ne kadar ulaştılar tartışılır fakat en azından legal siyasetin alanını bir hayli daralttıkları aşikar; sermaye ve toplumunun dişe dokunur bir kesimini de emperyal siyasetleri doğrultusunda motive edebildikleri de.

Rejimin bir kriz yaşadığı doğru fakat rejimin ne yapmaya çalıştığını, hedeflerinin ne kadarını gerçekleştirdiğini anlamadan "çözümler" üretmek de mümkün değil. Hele "gidiyorlar, ABD-AB dersini verecek…" türünden yaklaşımlar gerçekçi olmaktan bir hayli uzak. Sadece TC’nin emperyalist hegemonya araçlarından biri olan silah sanayinin geldiği boyut bile bunu göstermeye yeter.(2) Olanları ilişkin bakış açımızı değiştirmezsek örneğin Erdoğan’ın niye 2014’te Etiyopya’ya gidip askeri iş birliği anlaşması imzaladığını ve bugünkü sonuçlarını anlayamayız. Ya da geliştirilen Suriye, Irak, Libya işgal harekatlarını, doğuda Pakistan’a kadar uzatılmaya çalışılan hegemonya hattı kurma arayışlarını da. 

Özetle rejimin çeşitli halkları memlekette de Türk-Sünni-erkek ve iktidara biat edenler haricindekileri köleleştirmeyi hedefleyen bir kara ütopyası var. Bunu savaşla yapmaya çalışıyor. Devrimcileri devleti yıkmaya takıntılı olarak kendince suçlayanlar da maalesef bu kampın aklıyla uzlaşmanın olanaklarını arama ve devletin bir uzvu olmayı sürdürmenin adeta genetik mahkumiyetini yaşıyorlar. Üzücü…

Bizim ise ancak mücadele ederek şekillendirebileceğimiz bir gelecek mümkün. Gerisi çevir kazı yanmasın…


(1) https://sendika.org

(2) https://www.gazeteduvar.com.tr

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi