Yanan sadece ormanlar değil: Evimiz, geleceğimiz, bizim hikayemiz

Çünkü, insanın kendi gerçeğiyle yüzleşmesi, kendi eliyle yarattığı iklim krizi felaketiyle özeleştiri yapması çok zordur.

Dünyada iklim eylemliliğinin bugüne kadar kavramsallığı en çarpıcı biçimde somutlaştırdığı sloganlardan biri Evimiz Yanıyor. 

Evimiz, gezegenimiz kelimenin tam anlamıyla yanıyor.

Dünya üzerindeki birçok vejetasyon alanını etkileyen yangınlar, bölgesel özellikleri nedeniyle bütün ülkeleri ilgilendiren afetlerin başında geliyor. Orman yangınları, her yıl dünya vejetasyonunun ve ormanlık alanının yaklaşık birkaç 100 milyon hektarlık alanını etkileyerek can ve mal kayıplarına ve müdahale masraflarına sebep oluyor.

Artan nüfus, yüksek sıcaklıklar, düşük nem şartları ve hızlı esen kuru rüzgarlar gibi değişen iklime bağlı hava olayları ormanlar üzerindeki baskıyı artırırken, ormanların hızla yok olmasına yol açıyor. Bunun yanı sıra ormanların tahribatı ve ormansızlaşma ise toprakların erozyon yoluyla kaybedilmesine, flora, fauna ve sahip olduğu genetik potansiyelin yok olmasına, iklim sisteminde değişikliklere, atmosferik kirliliğe yol açarken, su düzeninin bozulması sonucu çölleşme, sel, heyelan, çamur akışı, çığ ve kuraklık gibi felaketleri de beraberinde getiriyor.

Bu birbirini tetikleyerek meydana gelen felaketlerin önemli bir sebebi, orman alanlarının azalması nedeniyle toprağın üzerindeki örtünün yok olmasıdır. Küresel orman alanı, nüfus artışına bağlı olarak azalıyor. 2000’li yılların başlarında dünyada 8 milyar hektarlık ormanlık alan varken son verilere göre bu alan 3.2 milyar hektara kadar inmiş durumda. Ormanlık bir alandaki yangın potansiyeli, o bölgenin iklim koşulları ile güçlü bir şekilde alakalıdır. Bu bağlantı bütün yangın davranışı modellerinin temelini oluşturuyor.

Son günlerde Türkiye’nin 20’den fazla kentinde onlarca noktada meydana gelen orman yangınları, önce toplumda yaygın şekilde kabul gören ancak herhangi bir kanıta dayanmayan biçimde "terör eylemi" ve "otel için yakıldı" gibi ifadelerle somutlaştırılmak istendi. Çok istisnai şekilde münferit olanlar olabileceği gibi aynı anda, peşi sıra, çok sayıda noktada meydana gelen yangınlar bir günah keçisi arayışı telaşıyla açıklanamaz. 

Böyle zamanlarda neden bir adım geriye çekilip bu işin uzmanları var, bu alanda yıllarca çalışanların emeği var diyerek, herhangi bir kanıta dayanmayan şekilde dolaşıma sokulan bahanelere inanmayı tercih ediyoruz?

Çünkü, insanın kendi gerçeğiyle yüzleşmesi, kendi eliyle yarattığı iklim krizi felaketiyle özeleştiri yapması çok zordur. 

Bu yangınların çok büyük bir kısmı insan kaynaklı faaliyetler sebebiyle çıktı, çıkıyor, çıkmaya da devam edecek. Bunu artık anlamak, kabul etmek ve buna göre mücadeleyi sürdürmek gerekiyor.

Bu yangınların en büyük sebebi uzmanların da ısrarla anlattığı üzere yüksek sıcaklıklar, düşük nem koşulları ve hızlı esen kuru rüzgarlar olarak özetlenebilir. 

Daha önce iklim kriziyle ilgili raporlarda defalarca tespitleri yapıldığı üzere, Avustralya ya da Kuzey Amerika'da olduğu gibi Akdeniz Havzası'nda da iklim krizinin yangınları artırıcı etkisini yaşıyoruz, önleyici tedbirler ve erken müdahale sistemi gibi alınması gereken tedbirleri almazsak da yaşamaya devam edeceğiz. Gelecek yıllarda yangın tehdidini azaltmak için şimdiden siyaset üstü biçimde planlamamız gerekiyor.

Ekolojik anlamda yangınların doğaya format atan, tek bir olgu ile açıklanamayan, her şeye yeniden sıfırdan başlanabilen bir sinyali olarak düşünülebilir. Özellikle yine uzmanların sıklıkla belirttiği üzere orman yangınlarından sonra yanan alanların hemen hızla ormanlaştırılması seferberliğinin yanlış olduğu, bu ormanların kendi kendini yenileyebileceği belirtiliyor.

Zaten yanan bir ormanlık alanın tek eksiği ağaç değildir, görmediğimiz toprak altı yaşamdan gördüğümüz toprak üstü yaşama doğru ağaç en son evredir. 

Türkiye’nin son birkaç günde alevlerle sarsılmasıyla iklim krizinin hala uzak diyarlarda, insan faaliyetleriyle tamamen ilgisiz olduğu ön kabulüyle, bilinmeyen bir gelecekte yaşanacağı algısına ve bilimsel gerçekliklere burun kıvrılmasına toplumun bu kadar büyük bir kesiminin teslim olmasını üzülerek izledim. 

Görünen o ki, iklim krizinin en şiddetli, en yoğun, en yakıcı ve yıkıcı etkilerini hızla görmeye başladığımız bir sürece giriyoruz. Aşırı yağışlarla, sellerle, yangınlarla, havanın, suyun, toprağın giderek kirlenmesiyle, yok ettiğimiz ormanlarla, denizlerle, kelepçelediğimiz derelerle, delik deşik ettiğimiz dağlarla Evimiz Yanıyor. 

Yaşananları anlamak, yaşadıklarımızı kabul etmek, başkasını suçlamak kolaycılığı yerine kendimizi de dahil ederek değişim için harekete geçmek… 

Bu yanan bizim ortak evimiz, geleceğimiz, başkasının değil, bu bizim, insanların hikayesi…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Pelin Cengiz Arşivi