Yasaklarla dizayn edilmek…

Yazıma Zeki Alasya ve Metin Akpınar’ın 'Yasaklar' kabaresinden bir replikle başladım.

Minik minik minik kelebek, minik kelebek, minik kelebek

Dur, sakince uçmak ne demek

Fazla gezinme, git bir dalda dur

Kanat açmadan otur.

Özgürce uçmak tehlikelidir

Git bir dalda dur

Git bir dalda dur

Kanat çırpmadan yerinde otur

Yerinde otur sen, otur

Yasaklar – Zeki Alasya & Metin Akpınar

Yazıma özellikle 1980’leri yaşayanları çok güldürüp düşündüren, 1984 yılında zor şartlar altında oynanan Zeki Alasya ve Metin Akpınar’ın "YASAKLAR" kabaresinden bir replikle başladım. Geçmişi hatırlayanlar ve imkânı olanlar, Harbiye’de bulunan bir Ermeni vakfının mülkü olan "ŞAN TİYATROSU"nda belki de bu kabareyi izlemiştir. Hatırlanacağı gibi 1985 yılında ŞAN TİYATROSU yandı veya yakıldı. Gerçek yanma sebebi hâlâ ortaya çıkmış değil. Yeniden inşa edilmesine de yıllardır izin verilmedi. 

O yıllarda birebir izleme şansı olmayanlar, tiyatroları kasetlerden dinlerdi. Dinlerken güler ve bir yandan da dönemin siyasi ruh halini yaşarken fark etmediğimiz durumları mizahi bir yaklaşımla fark etmemize vesile olurdu. Aslında ağlanacak halimize gülerek hüzünlenirdik. Yazımın girişindeki replik de Emniyet’in özgürce koro halinde söylenen ve dans edilen bir şarkıyı yasaklaması üzerinden yasakçılığın yansımasını çok yalın haliyle bize sergilemişti. 

1980’lerde ülkenin siyasi hali nedeniyle müzikte kullanılacak sözler, gazete ve dergide çıkan fotoğraflar sansürden geçerdi veya yasaklanırdı. Toplu yürümek yasaktı. Yasaklar ana diller için de geçerliydi. 

Gerçeklerin yasaklarla baskılanması ve hep halı altına süpürülüp unutulması yaklaşımı genel olarak yönetimlerin yol haritasıydı. 

Bazı zamanlar bu yasaklar özgür düşüncelerin önüne yasadaki o zalim madde 301 ile çıktı. Bazen de Valilik kararlarıyla. Fakat en önemlisi toplumda korku iklimi yaratarak sindirme hâli her zaman ön planda oldu.

Darbe rejimlerinin çok öncesinde de yasaklar vardı. Özgürlükçü bakışa engellerin köklerine ineceksek, 13 Ocak 1928’de başlayan ve 1930’lara kadar süren ama bence bugün bile güncelliğini koruyan "VATANDAŞ, TÜRKÇE KONUŞ" kampanyasını unutmamak gerek. Az bırakılanların ana dillerini konuşmasını engelleme çabası gibi görünen ama aslında ülkenin yerli tüm ana dillerini etkileyen bu kampanya sizce de bugün de sürmüyor mu? Benzer bir duruma örnek olarak özellikle 1980 darbesinden sonra Amed sokaklarında "Vatandaş, Türkçe konuş" dayatmasını ve Kürtçe konuşanların tutuklanmasını verebiliriz. Pazarda kendi ana dilinde alışveriş yapan insanların gözaltına alındığı çok trajik bir örnektir. 

Geçtiğimiz günlerde yasaklamalara dair birçok haber duyduk. Öncelikle bahar dönemi biterken çeşitli üniversitelerin düzenlediği veya belediyelerin organize ettiği festivaller yasaklandı. Festival yasaklarının gerçekten absürt sebeplere dayandığını fark etmek hiç zor olmadı. Bir garip durum da Sakarya Üniversitesi’ndeki festival gösterilerinin ilahilerle yapılması oldu.  Aslında bu, ülkedeki eksen kaymasının özeti kıvamında. 

Sonrasında coğrafyamızın tüm ana dillerinde müzik yapan şarkıcıların konserlerinin yasaklandığını duyduk. Bunlar yetmiyormuş gibi, İspanyol romancı Miguel de Cervantes’in ünlü Don Kişot (Don Quijote) romanından Kürtçe’ye uyarlanan "Don Kixot" oyununun Amed Şehir Tiyatrosu’nda oynanması da yasaklandı. 

Yasaklamanın Kürt halkının ana dil gününe denk gelmesi ise simgesel açıdan ayrıca trajik bir anlam taşıyor.

Ülkede İslam dini insanları İngilizce vaaz veriyor fakat halkların kendi ana dillerinde coğrafyanın notalarına ses vermesine izin verilmiyor. Bu durumu anlatmak için 1984 yılında YASAKLAR KABARESİ’nde söylenen repliklerin dahi çok yetersiz kaldığını hissediyorum. 

Tabii anadilde şarkı söyleyen sanatçılara getirilen yasaklar, gurbete sürgün gitmek zorunda bırakılan AHMET KAYA’nın başına gelenleri aklımıza getiriyor. Magazin Gazetecileri Derneği’nin 24 Kasım 2013 tarihinde düzenlediği ödül gecesinde kendi ana dili olan Kürtçe şarkı söyleyeceğini söyledikten sonra yaşadığı linç girişimi unutulmuş değil. Gurbete gitmeseydi eşsiz ses AHMET KAYA acaba bu coğrafyamıza kim bilir ne güzel ezgileri miras bırakacaktı tahmin etmek güç değil. Bu linç girişimine dahil olan sözde sanatçılar yaptıkları faşizan tavırlar nedeniyle yıllarca özür dilediler fakat toplum nezdinde aklanamadılar. Vicdanlarda hâlâ suçlular.

Kürtçenin, yani esasen Kürtlerin yok sayılmasına karşı özellikle bu dönemde farklı kimlikteki insanların ses vermesini çok değerli buluyor ve büyük bir görev olarak görüyorum. Yarın bir gün Kürtçeyi yok sayanlar, Adigeceye, Rumcaya, Ermeniceye, Lazcaya ve tüm halkların dillerine de benzer yaklaşımlarda bulunacaktır. Bunu unutmamak gerek.

Ülkenin nüfusuna baktığımızda Türklerden sonra en kalabalık halkın tartışmasız Kürt halkı olduğunu görürüz. Bu kadar nüfusu olan bir halka gösterilen bu tavır, çok daha az olan halklar üzerinde daha da rahat baskı kurulmasına vesile olacaktır. 

Şarkıcı Aynur Doğan ve Metin Kemal Kahraman’a getirilen yasaklamaların, o sanatçıların şahıslarına yapılmış bir yasaklama olarak görülmemesi gerekir. Bu yasaklamaların, ülkede dayatılan tekçi zihniyetle tüm halklara, inançlara ve dillere yapıldığı fark edilmeli. Tek partili dönemlerdeki otoriter anlayış günümüze sirayet etmiş durumda. Aktörler farklı da olsa zihniyetin aynı olduğu çok âşikar.

Bu yasakların altında esas ne yatıyor diye düşünmüş olabiliriz. Acaba toplumların, halkların ana dillerine pranga vurulmasının esas sebebi nedir diye sorabiliriz. Bunun cevabını öz Türkçe olarak söylemem gerekirse bana göre Bölünme Korkusudur. Toplumların kendi benliklerini hatırlamasının bölünme riskini getireceği tezi ne yazık ki derin iktidarların garip anlayışında saklı.  Tek millet, tek vatan ve tek dil anlayışı aslında birlikte yaşama kültürüne büyük bir darbe vurduğu farkındalığına varılmalı. Kendisini yabancı hissetmeyeceği bir yaşam ortamı bireyi ve hatta halkları daha da toprağına bağlar. Bireylerin veya halkların  yok sayılması, en zarif tabirle yok sayılması olarak görülmesine vesile olur.

Bizler birlikte yaşama kültürünü savunuyorsak, ilk olarak farklılıklarımızı anlayarak ve öğrenerek yaşamak zorundayız. 

Bugünlerde yapılan yasaklamalara, geçmişte benzer örneklere göre çok daha farklı kesimlerden çok daha fazla tepki yükseldi ve yükselmeye de devam ediyor. Bu tepkiler aslında özgürlüklere duyulan özlemin net bir göstergesidir.

Belki de sevgili AYNUR DOĞAN’ın yaşanan yasaklara karşı attığı tweet durumun en net özeti:

"Aşıklar hakikatı ispatlayanlardır, biz de bu yolda ilerlemeye devam ediyoruz. Gücümüzün yettiği, sevginizin olduğu her yerde paylaşarak birlikte büyüyeceğiz. Bizler "kaslarınızı" geliştireceğiniz kum torbası değil ancak yüreğinizi ve vicdanlarınızı güçlendirmenin fırsatlarıyız."

Lütfen bu fırsatı kaçırmamak adına yasaklara karşı sesimizi en güçlü şekilde yükseltelim. 

Kürt Halkı’nın Ana Dil Günü kutlu olsun

Cejna Zimane Kürdi Piroz be.

Yazımın sonunda 21 Mayıs’ta anacağımız Çerkes halkına yapılan kırımda katledilen canları saygıyla anıyorum. Acınız tüm halkların acısıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murad Mıhçı Arşivi