Fadıl Öztürk

Fadıl Öztürk

Yine de direniyor hayat

Renklerimizi emellerine alet ederek, bir dili diğer dillere, bir inanışı diğer inanışlara, bir cinsi diğer cinslere egemen kılarak bizi birbirimize düşman ettiler.

Şiddetin dur durak bilmeden gittikçe çeşitlenerek devam etmesi, hayat alanlarımız daraltmasına rağmen yaşıyoruz işte. Havada kuş, suda balık kadar özgür değiliz hiçbirimiz. Otlar gibi günü gelince yeşerip boy atmak günü gelince sararıp elini ayağını dünyadan çekmemizi kulağımıza fısıldayan mevsimler de artık çalmıyor kapımızı. Bırakın yeşerip doğayı kendi rengimize boyamayı, sanki kar altında geçiyor ömrümüz. Her şey ölümü akla getiriyor, ölüm öncesi can çekişmeyi. Elimizde olanı bir yere koymadan elimizden düşecekmiş gibi yaşıyoruz, dudaklarımızdan çıkacak sözü tamamlamadan kesilecekmiş gibi. Birimize yapılanı hepimiz üstümüze alalım diye durmadan korkudan elbise biçip giydirmek istiyorlar bize. Yine de hayat dur durak bilmeden devam ediyor... Yine de yollarda otobüsler, raylarda trenler, havada uçaklar gidip gelerek durmadan yolcu alıp yolcu boşaltıyorlar terminallere.

Kimimiz göğsünü, kimimiz kalemini, kimimiz okulunu siper ediyor; kimimiz hakkını almak için başkente doğru yola düşerek direniyor. Kimimiz başkasının aldığı yarayı kendinde tedavi ediyor, kimimiz kurmaktan geri durmadığı hayalinin altında kalmamaya çalışarak geçiriyor gününü. Kimimiz yaşadığı hayat değil de dünyaya gelmek çileymiş gibi ömür dolduruyor. Göçmek zorunda kalanlarımız mallarını, mülklerini geride bıraksalar da dertlerini beraber götürüyorlar gittikleri yerlere... Yine de bedduası dudaklarından hiç eksik olmayan yaşlılarımız gibi ömrünü çiğneyerek büyüyen gençler öfkelerini ceplerinde ağzı açık bıçak gibi taşıyorlar.

Bizi sınırla değil şiddetle bölerek kış dediler. Üşümeyi evlerimizin içine koyarak üşüyün dediler. O günden sonra yaz çalmadı kapımızı hiç. Hiç yedik, hiç içip, hiç yaşadık. İmrendik rengiyle açan çiçeğe, rengi olmayan rüzgâra imrendik. Bizden başkası bilmez bunları. Gözlerimizi uzayıp giden yollardan alamadık. Bekledik. Gelecek olanları karşılamak için bekledik. Kısası yok bu hikâyelerin. Kimimizin acıyla uzuyor ömrü, kimimiz gençliğinden kopartılarak alınıyor hayattan. Yine de yaşadığımıza sayılsın diye selam alıp, selam vermeyi bilenleri bekledik.

Kimimiz kaynağına eğilip su içiyor, kimimize çöl oluyor tüm dünya. Böyle dertleri olmayanlar da var elbet. Balkonundan deniz görünenler de, denizi hiç görmeden yaşayıp gidenlerde var. Derdi her daim bir olmuyor insanların, hayatta kalmak için çöpleri karıştıranlar da var. Adil değil bu dünya, dünyanın her yerinde birinin fazlası diğerinin eksiği oluyor çoğu zaman. Kimimiz için insanlığı değil, insanlarda umutsuzluğu besleyerek geçiyor zaman. Bu yüzden hakkını aramak için sokağa çıkmak dünya çoğunluğu için meşru olan hak, dünya azınlığı zenginler için iktidarlarına yönelmiş tehdit oluyor, mutlak ezilmesi gereken suçlular olarak görülüyorlar. Mahkemeler bunun için, hapishaneler bunun için olsa da hiçbir şey olduğu gibi yerinde durmuyor. Yine de baharla ağaçta yapraklanan dal, gökte yağmak için dolaşarak çoğalan bulut, yere düşmüş her tohum zamanını bekliyor. 

Kimileri her durumda mutlak mutlu azınlıkken, çoğumuz mutlu azınlık tarafından mutsuz edilmiş dünya çoğunluğuyuz. Sınıflı toplumların ortaya çıkışından beri taleplerimiz örtüşmez onlarla. Onların düzenlerini sürdürmeleri bizim yoksullaşmamıza, bizim başkaldırılarla hayatımızı sürdürmemiz onların baskılarına yol açıyor hep. Her başkaldırımız bizi karşı karşıya getiren, çok eskiden başlamış da bitmemiş meydan muharebesidir. Her kıtada bir başka iniltiye neden olsa da siyahi kölelerin dudaklarında dünyaya dökülen Jazz oldu bu ebedi mücadele...

Durmadan uzaklaştırdılar bizi birbirimizden. Aramıza şehirleri, ülkeleri, kıtaları koyar gibi uzaklaştırarak ayırdılar ezilenleri, yoksulları. Renklerimizi emellerine alet ederek, bir dili diğer dillere, bir inanışı diğer inanışlara, bir cinsi diğer cinslere egemen kılarak bizi birbirimize düşman ettiler. Oysa iki eli iki ayağı iki gözü olan, aşkta ve ayrılıkta aynı duyguları yaşayan, emeğiyle geçinenler olarak gül gibi geçinip giderdik hayatta, şiddetten beslenen iktidarlar olmasaydı eğer. Yazı birikerek sayfalara akıp kitap oluyor, taş yontularak heykele dönüşüyor, tuvalleri boş bırakmıyor ressamlar, filmler çekiliyor, şarkılar besteleniyor, oyunlar sahneleniyor. Yine de, hayat teslim olmadan kendi mecrasında akarak direniyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fadıl Öztürk Arşivi