'Ne Senden Rükû Ne Benden Kıyam' … Ali Kayaalp: Barın’ın hattatlığını belirleyen unsurlar merak ve arayıştır
Abdullah EZİK
Artİstanbul Feshane, Türk grafik sanatının duayenlerinden, hattat ve cilt sanatçısı Prof. Emin Barın’ın eserlerinin sergilendiği “Emin Barın: Ne Senden Rükû Ne Benden Kıyam” sergisine ev sahipliği yapıyor.
Zafer Yıldırım’ın koleksiyonuna ait Emin Barın seçkisinden oluşan, İBB Kültür ve İBB Miras tarafından düzenlenen sergi, Barın’ın geleneğin ötesine geçerek modernle buluşan özgün yaklaşımıyla ürettiği eserlerini bir araya getiriyor.
Barın'ın hat sanatındaki yerini, özgün sanatsal kimliğini ve sergiyi, küratörü Ali Kayaalp ile konuştuk.
Türk grafik sanatının önemli isimlerin hattat ve cilt sanatçısı Prof. Emin Barın’ın eserlerinden oluşan “Ne Senden Rükû Ne Benden Kıyam” başlıklı sergi Artİstanbul Feshane’de ziyaretçilerle buluşuyor. Bir hattat olarak Barın’ın alana katkısı ve hat sanatına yaklaşımı serginin ana izleklerinden birini oluşturuyor. Öncelikle Prof. Emin Barın, nasıl bir figür olarak ön plana çıkıyor?
Emin Barın, Türk sanatının saygıdeğer figürlerinden birisi olarak öne çıkar. Beceriklidir, on parmağında on marifet vardır: hattattır, grafik sanatçısıdır, mücellittir, Latin harfli yazı ustasıdır. Ayrıca bu alanlarla ilgili eğitim verir, pedagojik yaklaşımlarının çok güçlü oluşu hep vurgulanır. Öğrencileri onu anlatırken bu özelliğini önemle belirtirler. Türkiye’nin belirgin bir kulturkampf’ı hissettiği 1970’lerde, Barın her iki dünyayı da iyi tanıyan bir kişidir, mahfillerin üzerine yükselmiş bir adamdır: Özellikle hat ve cilt sanatlarıyla olan ilişkisi hasebiyle geleneksel çevrelere yakındır, ancak modern duyarlılığının gücü sayesinde resim ve heykel sanatı icra edenlerle, bu sanatların izleyicileri arasında da saygın bir kişidir. Sanatı, bu iki eğilimin etkilerini yansıtır.
'ORYANTALİST TUZAKLARA ASLA DÜŞMEYEN BİR SANATÇI'
İstanbul’da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde ve Almanya’da geçirdiği yılların bir sanatçı ve kendi ifadesiyle bir “grafiker” olarak Barın’a ne tür katkıları olmuştur? Özellikle Almanya deneyimi bir sanatçı olarak Barın’ı nasıl beslemiş, onda ne tür etkiler uyandırmıştır?
Barın’ın Almanya yıllarında aldığı eğitim, ona modernist bir sanat ve tasarım bilgisi edindirmiş. Sadece cilt teknikleri üzerine çalışmamış, özellikle Latin harfli yazılarla ilgili yoğun bir eğitim görmüş. Bu eğitim, ona kendi kuşağındaki hiçbir hattatın sahip olmadığı bir yaklaşım kazandırmış. Ona “Serbest Yorumlar-Kreasyonlar” adını verdiği denemeleri yapma cesaretini veren de bu eğitim. Bu bakımdan, Barın’ı Bauhaus’un etkisi taşıyan, Avrupa modernist grafik tasarım geleneğiyle ilintilendirebiliriz ancak onu icra edişi, Alman veya Avusturyalı sanatçılardan çok farklı. Oryantalist tuzaklara asla düşmeyen bir sanatçıdır.
'BARIN’IN HATTATLIĞINI BELIRLEYEN TEMEL UNSURLAR MERAK VE ARAYIŞTIR'
Bir hattat olarak Prof. Emin Barın’ın sanatçı kimliğini/kişiliğini şekillendiren ana düşünce sizce nedir? Barın’dan söz ederken nasıl bir hattat profili çizmek gerekir?
Barın’ın hattatlığını belirleyen temel unsurlar bence merak ve arayıştır. İslam hat sanatı, Batı’nın plastik sanatlarından farklı olarak, özgünlüğün başat kriter olmadığı bir sanattır: Özgünlük ve yaratıcılıktan ziyade, iyi bilinen kalıpları başarılı bir biçimde yinelemek takdir edilir. Ustasının yazı üslubunu en iyi tekrarlayan öğrenci, en iyi hattat olmaya namzet sayılabilir. Barın ise, aynı kelimeyi kaç farklı şekilde yazabileceği konusunda kendisini sınayan bir sanatçı olarak oturur yazı masasına. Temel iddiası, dönüşümdür – dönüştürmek, kaç defa değiştirebileceğini sınamak, öncekine hiç benzemez bir biçimde yeniden yazmak. Bu tavrın, kendi neslinin hattatları arasında açıkçası pek benzeri yoktur. Bu bakımdan, onu kendi neslinin en özgün hattatlarından saymalıyız. Ayrıca hattatlığın ötesinde, hat sanatından ilham alarak yarattığı grafik çalışmalar – ki bunlar bazen soyut sanatla da ilginç temaslar kurarlar – Barın’ın hattatlığının da ötesinde, grafiker olarak hat sanatını kullanmasında ve yeniden yorumlamasındaki beceriyi gösterir. Eserlerinden biri için “Pop-Art” tanımını kullanan bir hattattır Emin Barın. Bunu belki şimdi yapmak o kadar zor değildir ama 1970’lerde sanıyorum ancak Barın yapabilirdi bu tanımı. Hat sanatı, harflerle ilgilidir – ama sıradan harflerle değil. Allah’ın kelâmını yazan harflerle, zaten hat levhalarını neredeyse her zaman dinsel bir bildiri içerirler. O yüzden, bu alanda deneyler yapmaya pek hoş gözle bakılmaz. Barın tam da bunu yapmıştır – bu yüzden benzersizdir. Ayrıca çok üretkendir – bu müthiş çalışmalarını yapmaya 1960’ların ortalarında başlamış, 1987’deki vefatına dek aralıksız çalışmıştır. Bu da demek oluyor ki, bu eserler yaklaşık çeyrek asırlık bir süreye sığdırılmışlardır.
'KOLEKSIYON O KADAR ZENGIN DOKULUYDU Kİ HİÇBİR ÇALIŞMAYI DIŞARIDA BIRAKMAK İSTEMEDİK'
Sergi, temelinde Zafer Yıldırım’ın katkılarıyla, Z. Yıldırım Aile Koleksiyonu ve Barın Han aile arşivinden bir seçkiyle hazırlandı. Bu bağlamda “Ne Senden Rükû Ne Benden Kıyam”ın farklı koleksiyon ve arşivleri bir araya getirdiği söylenebilir. Farklı koleksiyon ve arşivler üzerinde çalışırken nasıl bir bütünlüğün peşinden gittiniz? Sergide yer alan işlere nasıl karar verdiniz?
Barın’ın Z. Yıldırım Aile Koleksiyonu’ndaki tüm işlerini aldık, sergiye hepsi girdi. Koleksiyon o kadar dengeli ve zengin dokuluydu ki onun her parçasının sergilenmesi gerekiyordu, hiçbir çalışmayı dışarıda bırakmak istemedik. Birini bile hariçte bırakmak dengeyi bozardı. Barın Han ise özellikle sanatçının kişisel eşyaları bakımdan müthiş faydalı bir kaynaktı. Bu sergi bir sanat tarihi sergisi ama arşiv unsurunu da katmak, anlatıyı güçlendirecekti. Barın’ın vefatının üzerinden neredeyse kırk yıl geçmiş, insanlara bu uzak geçmişten bir özdeşlik sahası sunmak önemliydi. Sergide “Emin Barın’ın Yazıhanesi” olarak kurguladığımız bölüm, bu özdeşlik tecrübesini hissettiriyor. Burayı, sanatçının Barın Han’daki çalışma odasını ziyaret eder gibi gezmek mümkün. Barın’ın kişisel hat koleksiyonu da bu bölümde bulunuyor – bugün Z. Yıldırım Aile Koleksiyonu’nda bulunan bu eserlerden, sadece iki tanesini serginin kapsamı dışında bıraktık; bunlar çok büyük ebatlıydı, ayrıca odanın kurgusunu bozuyorlardı. Onları çıkarınca, dengeli bir anlatı kurduk.
'CELÎ DIVANÎ YAZILARI, BARIN’IN KLASİK HATTATLIĞA EN YAKIN TARZDA İCRA ETTIĞİ ÇALIŞMALARIDIR'
Barın’ın Arap harfli yazı çalışmalarının üç temel alanda ön plana çıktığı söylenebilir: Celî Divanî yazıları, Kûfi yazıları ve kendisinin “Serbest Yorumlar” olarak adlandırdığı, Batı’da daha sonra “Kaligrafik Modernizm” olarak adlandırılan ifade biçimi. Öncelikle Celî Divanî ve Kûfi yazıları, hat sanatı ile Barın’ın imzası arasında nasıl bir yere konumlanır? Söz konusu bu alanlara gelenek çerçevesinde yaklaşıldığında Barın’ın ne tür bir düşünce ile hareket ettiği söylenebilir?
Celî Divanî yazıları, Barın’ın klasik hattatlığa en yakın tarzda icra ettiği çalışmaları. Şüphesiz bunlar da güzeller ama Kûfî yazılarıyla “Serbest Yorumlar” onun en özgün denemelerini içeriyor ve Barın’ın asıl emeği buralarda saklı. Kûfî yazı, Türklerce çok benimsenmemiştir – modern dönemde en yaygın biçimde karşımıza çıktığı dönem, bir çeşit yeniden canlanma yaşadığı on dokuzuncu yüzyıldır. Bu dönemde, özellikle mimari yapıların cephelerinde belirir. Barın, görece az yazılmış Kûfî yazıdan yola çıkar – Kûfî’nin Makılî adı verilen spesifik biçimi, sert ve keskin köşeli formlarıyla, geometrik deneylere müthiş uygundur. Buradaki fikir, modern tasarımın teknik veçhesiyle hat sanatının verilerini bir araya getirmektedir. Bu deneyler, bir süre sonra geleneğin epey dışına sarkan bir nitelik kazanmıştır – öyle ki, onları Kûfî’nin estetik söylemi içinde değerlendirmek zorlaşır. Bu noktada, Barın çalışmalarına “Serbest Yorumlar” adını vermiştir – bunlar, Kaligrafik Modernizm dediğimiz arayışlara denk düşüyor.
'HAT SANATI İLE SOYUT YAKLAŞIMLAR BİR ARAYA GELMİŞTİR'
“Serbest Yorumlar” veya “Kaligrafik Modernizm”, Barın söz konusu olduğunda sanırım en özel başlıklardan biri olarak ön plana çıkar. Barın’ın bu “serbest yorumlar”ı dönemi/zamanı içerisinde nasıl bir anlam barındırır? Barın kaligrafisi içerisinde bu süreç nasıl şekillenmiştir?
Bu çalışmaların o dönemde Türkiye’de eşi benzeri yoktu. Kaligrafik modernist arayışlar, İslam dünyasında II. Dünya Savaşı’nın ardından, özellikle de 1950’lerden itibaren yaygınlık kazanmıştır. Temel fikir, dekolonizasyon evresinde, Müslüman toplumlarla özgü yeni bir sanat yaratmaktır – ancak kimliğe dair arayışların da bu sanatsal sorgulamayı çevrelediğini söyleyebiliriz. Lübnan’dan Mısır’a, Pakistan’dan Fas’a İslam dünyası sanatçıları, özellikle de Batı’da sanat eğitimi alanlar, öğrendikleri yeni teknik ve yaklaşımları, İslam dünyasının kültürel mirasıyla birlikte değerlendirmek istemişlerdir. Bunların birbirinden her zaman haberi olmayabiliyordu, ancak dönemin siyasal ve kültürel havası, onları benzer sonuçlara ulaşacakları yollara sapmak durumunda bırakmıştır. Bu bağlamda, bu sanatçıların yaklaşımlarında hat sanatıyla soyut yaklaşımlar bir araya gelebilmiştir. Kübist eğilimleri sorgulayanlar olmuştur. Dekoratif çizgi dışına taşmamayı yeğleyenlerin yanında figüratif denemeler yapanlar da vardır. Bir topluluk ise salt soyutlama ile çalışanlardan oluşur. Türkiye’de bu eğilimlerin temsilcileri, 1950’lerle birlikte ortaya çıkmıştır. Barın, hepsi de pentürcü, yani yağlıboya ressamı olan bu gruptan ayrıdır ve pentürün sanat tarihimizin yazımındaki başat konumundan ötürü, çokluk görmezden gelinmiştir. Barın’ın icraları, yazının anlamı ve okunaklılığını muhafaza eder ama bazen de yazıyı salt forma yaklaştırır ve aradaki sınırı bulanıklaştırır. Bu gibi anlar, bir form araştırması olarak Türk sanatına benzersiz bir arayışı muştular ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun çalışmalarından da, Sabri Berkel’den de, Erol Akyavaş’tan da farklıdır. Arap dünyasında da1970’lerde Barın’ın deneylerinin benzeri yoktur denilebilir.
'ZAMANLARIN ÜZERİNE YÜKSELEN EŞSIZ BİR SANATÇI...'
Sanatçının peşinden gittiği geometrik formların, Latin harflerini de işin içerisine dâhil ederek giriştiği deneme süreçlerinin onun sanatında ayrı bir yeri var şüphesiz. Son olarak Barın hangi geometrik formlara odaklanmış, hat sanatını Latin harfleriyle nasıl buluşturmuştur?
Barın, dörtgenleri sever – kareler, dikdörtgenler… Müdevver denilen, dairesel formlu, madalyonu andıran levhalarını da unutmamalıyız. Avrupa modernizminin geometrik ifadesini bulduğu formları sever. Ancak bunları kullanmak biçimi ve sonuçlar, o ifadeye karakterini veren unsurdan farklıdır. Latin harflerini bu estetiğin içine entegre edişi de eşsizdir – zira Kaligrafik Modernist estetiğin Türkiye harici ülkelerdeki uygulayıcıları, Latin harfli yazıları pek yeğlememişledir; tabii bunda Türkiye’nin 1928’de yaşadığı Harf İnkılabı’nın etkisi de var. Kûfî yazı estetiği içinde, Latin harfleriyle yazdığı yazılar bu bakımdan onun önemli denemeleri arasındadır: bunlar hat levhası mıdır? Grafik tasarım mıdır? Soyutlamaya yaklaşan resim midir? Barın, bu soruların tam ortasındaki bir üretim pratiğini sürdürür ve onu kendi döneminde de, şimdiki zamanda da böylesine biricik yapan şey budur. Serginin açıldığı hafta, ziyaretçilerin arasındaki iki genç, eserlerin bazılarını dikkatle inceliyorlardı. Biraz sohbet ettik ve sokak sanatçısı olduklarını, grafitti yaptıklarını öğrendim. Barın’ın bazı yazılarını kendilerine müthiş yakın bulmuş ve etkilenmişlerdi, kendi yaptıkları işlere ilham kaynağı olabilecek kadar hem de. 1970’lerden bize seslenen Barın’ın, zamanların üzerine yükselen eşsiz bir sanatçı olduğunu muştulayan güzel bir karşılaşmadır bu.