Bir mahpusun plasentasından doğan kitap: 'Haberci Güvercin Hevalname'
Esra ÇİFTÇİ
Artı Gerçek - Kerim Avşar'ın siyasi mahpus olarak girdiği hapishanede kaleme aldığı 'Haberci Güvercin Hevalname' adlı kitabı Nayıs Yayınları aracılığıyla okurlarla buluştu.
19 yaşında siyasi fikirleri gerekçe gösterilerek tutuklanan ve 30 yılı bulan mahpusluğun kendi deyimiyle 29'uncu yılında, aklında bir kitap fikri yokken yazmaya başlayan Avşar, kardeşlerine, akrabalarına mahpusluk yıllarında geleneksel, uzun, biraz da edebi içerikli mektuplar yazdığını ve bu kitaba başlarken de yine aynı niyetle kalemi eline aldığını belirtiyor.
Mahpusluk yıllarının ardından, “Şimdi yüz yüzeyiz artık, bir sokakta, bir etkinlikte, bir otobüste karşılayabileceğiniz insanlarız” diyen Avşar'la hem kitabını hem de 30 yılın ardından dışarıya çıktıktan sonraki duygularını konuştuk.
'BİR MAHPUSUN, CEZAEVİNDEN ÇIKIŞ ÖNCESİ DUYGULARINI YAZMAYA ÇALIŞTIM'
Yazma tecrübesini “Yazdıkça açıldığım yazı deryasının akıntısı beni bambaşka bir yere sürükledi” sözleriyle anlatan Avşar, kitabında dışarıya çıkış öncesi bir mahpusun duygu ve düşüncelerini; beklentilerini, korkularını, heyecanlarını kendi iç sesiyle ördüğü bir diyalog kurgusuyla anlattığını ifade ediyor ve şöyle diyor:
“Monolog demiyorum buna çünkü insanın kendisiyle konuşmasının kısır monoloğun aksine çok sesli yaratıcı ve renkli bir diyalog olduğuna inanırım. Kürtler, plasentaya hevalzarok der, ona bir can atfeder ve kişileştirirler. Ben de kadim zamanların bu adlandırmasını sürdürmek istedim. Mandela, Roben Ada Hapishanesi'ndeki yıllarını anlattığı kitabına “Kendimle Konuşmalar” ismini vermişti. Mandela’nın bu kitabından çok etkilenmiştim. Mahpusun kalbi ve hakikati bu iki kelimede atar, bu iki kelime dışarıdaki insanların biz içerdekileri anlaması için de kilit önemde”
'İNSAN, ÖNCE İÇ SESİNİN DİLİNİ UNUTARAK HEVALZAROK'UNU ÖLDÜRMÜŞTÜR'
Cezaevinde de mahpusun en çok kendisiyle konuştuğunu, kendisini dinlediğini söyleyen Avşar, kendini bilmenin Simurgvari içerikli yolcuğuna, 'Hevalzarok’u (plasenta) ile konuşarak başladığını belirtiyor.
Duvarları aşan sonsuz içerikli yolculukta Simurg kuşlarına rehberlik eden Hüthüt kuşu gibi Hevalzarok’u olduğunu söyleyen Avşar, kitabında kendi içsel yolculuğunda Hevalzarok’uyla eğlenceli, öğretici, yaratıcı bir diyalog ve anlatı olduğunu belirterek “Kitabın özel bir amacı, hedefi yok aslında. Anlaşılır umuduyla bir kendini, bizi anlatış o kadar. Fakat okuyucularda 'hevalzaroklarıyla' konuşma hissi uyandırır ve arayışa sevk ederse bu beni mutlu eder. Kitabımda da söyledim, ilk insan, kardeşi Habil’in katili Kabil olmazdan önce iç sesinin dilini unutarak, kendi ile konuşmayarak hevalzarok'unu öldürmüştür. Okuyucu bu kadim dili ve kadim yoldaşını hatırlar, ahde vefa örneği gösterirse kendini, hikayesini yazar, kitap son bulmaz” diyor.
'30 YILIN ARDINDAN DIŞARISININ ESKİSİ GİBİ OLMAYACAĞINI BİLİYORDUM'
Mahpusluğun 29. yılında nasıl bir dışarı ile karşılaşacağını çokça düşündüğünü söyleyen Avşar, 30 yılın ardından mahpushaneden çıkacağını ve dünyahaneye düşeceğini bildiğini belirtiyor. Hiçbir zaman duygu ve düşünce dünyasında mahpusluğun içeride, özgürlüğün ise dışarıda başladığını düşünmediğini söyleyen Avşar, “Nihayetinde dünyanın neresinde hangi kültürden olursak olalım biyo-iktidarın dünyahanesinin tutsaklarıyız hepimiz” diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:
“John Berger “gezegen hapishane” der buna. Dolayısıyla özgürlük lehine tutumum ve arayışım dışarı dediğimiz dünyahanede de devam edecekti. 30 yıl sonra çıkacağım 'dışarının' eskisi gibi olmayacağını biliyordum. Beklenti çıtamı oldukça aşağı çekmiş olmama rağmen birebir yaşadıklarım, tanık olduklarım yine de sarstı beni. Odysseus 20 yıldan sonra döndüğü İthaka’da kendisine ‘Bu 20 yıl boyunca sen neler yaşadın’ sorusunun sorulması beklentisi ile yanıp tutuşur ama hiçbir İthakalı bunu sormaz merak etmez, hep kendilerini ve Odysseus’un olmadığı 20 yıldaki İthaka’yı anlatıp dururlar. Şimdi anlıyorum ki Odysseus açmazını ya da kaderini her eski tutsak yaşadı. Ben yaşadım, görüştüğüm arkadaşlarımın da bunu yaşadığını gözlemledim.”
'BİZ, ONLARIN KİM OLDUĞUNU UNUTMUŞTUK, ONLARIN İSE KİM OLDUĞUMUZLA İLGİLENDİKLERİ YOKTU'
Cezaevinden çıkar çıkmaz cep telefonlarının kameraları, flaşlarının üzerlerine tutulduğu, onlarca insanın kendilerini karşıladığını, ziyaretlerine geldiklerini söyleyen Avşar, bunun değerli bir yaklaşım olduğunu ama yine de Odysseus açmazı olarak tarif ettiği durumu yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor:
“Herkes kendini, sorunlarını, dertlerini ve küçük maddi gündemlerini anlatıp durdu. Kimse de sormadı “ya onca yıl ne yaşadınız” diye. Anlamaya öğrenmeye çalışmadı, yürekten hissetmek için çaba harcamadı. Milan Kundera’nın bir kitabında 20 yıldan sonra mülteci oldukları Fransa’dan Çekya’ya dönen roman kahramanları benzer bir trajediyi şöyle ifade ederler, ‘Biz onların kim olduğunu unutmuştuk, onların ise kim olduğumuzla ilgilendikleri yoktu.
Dünyahaneye laboratuvar olmuş, hapishaneden gelmiş olmamız bir avantaj gibi görünse de ve ben de daha güçlü olacağımı düşlemişken, zamanla anladım ki dünyahanenin Zeusları ve Enkileri ile milyonlarca yürüyen tanrıcıkları karşısında sandığımın aksine daha zayıf ve kırılganım ama bu beni yıldırmıyor sadece mücadelenin ve kendi kalmanın, kendini bilmenin sürekliliğini hatırlatıyor acıyla.”
'ADAPTASYON KELİMESİ BİRÇOK SEBEBLE BİZE İTİCİ GELİR'
Avşar’a 30 yıl kaldığı cezaevinden çıktığında dışarıyla bir adaptasyon sorunu yaşayıp yaşamadığını sorduğumuzda ses tonu biraz yükseliyor ve şöyle yanıtlıyor:
“Adaptasyon kelimesi birçok sebeple bize itici gelir ve bu soruyu sorarken niyetinizin bu olmadığını kaydederek söylemeliyim ki bizi acıtan bir şey. Yıllarca sistemin anormali, uyumsuzu görüldüğümüz için içeride dört duvar arasında tutulduk. Normalleştirilmek, uyumlaştırılmak için en yumuşağından en sertine yöntemlerle üzerlerine gelinmiş bizlere şimdi de dünyahanenin anormali uyumsuzu olarak görüldüğümüzü hissettirir. Bunun içeriden, aileden, akrabalardan, kurumlarımızdan, dostlarımızdan gelmesi çok daha fazla acıtıcı olur ki bu yaklaşımlara yakın çevremizde çokça rastlıyoruz.”
'BİZ DIŞARIYA HAZIRLANDIK AMA DIŞARISI BİZE HAZIR DEĞİLDİ'
30 boyunca kendilerini bitimsiz bir özlem ve umutla iyisiyle kötüsüyle dışarıya hazırladıklarını söyleyen Avşar, aynı hazırlığın ailelerde, dostlarda, kurumlarda olmadığını ve hazırlıksız yakalandıklarını belirterek "30 yıl sonra birden hayatlarına dahil olduklarımızda bir şaşkınlık, bizimle ne yapacaklarını bileme hali var sanki" diyor.
Kendilerinde ise buna şahit olmanın şaşkınlığı ile irade oluşturamamanın boşluğu olduğunu söyleyen Avşar şöyle devam ediyor:
"Otuz yıla ve içsel içerikli yolculuğumuza atfen “Simurg 90’lar” çatısı altında bir vakıf ya da dernek bir şeylerin önünü açabilir. Anlamlı tartışmalara arayışlara ve çözümlere zemin oluşturabilir. Kuşağım politik ve kültürel olarak 90’lar kuşağıdır. Bunun tutsak ayağı 1500 civarındadır ve yanlış bilmiyorsam 500’e yakını şimdi dışarıda olmalı ve ülkenin her şehrinde varlar. Genel ve yerel çatılar için müthiş bir dağılımda var. Enerji ve birikimin sinerjiye dönüşmesinin önünün açılması çözümleri de getirir.”
'BELGESEL FİLMLER ÇEKMEK İSTİYORUM'
Bundan sonra kitap yazmaya devam edip etmeyeceğini sorduğumuz Avşar, “bundan sonra kitap yazmaya devam eder miyim bilmiyorum. Belki de hapishanedeki 29'uncu yılımda olduğu gibi dünyahaneden ayrılmadan önce bir haberci güvercin de salarım dünya dışı varlık için” diyor ve sözlerini şöyle tamamlıyor:
“Şaka bir tarafa yazıda çok iyi değilim. Benden çok daha iyi yazan arkadaşlarım var. İçeride bir hayalim de belgesel filmler yapmaktı. Şu an da bunun arayışındayım. İçerideyken İstanbul Üniversitesi Sinema bölümünü okumuştum. Şimdi aldığım bir foto kamera ile kendimi eğitmeye, geliştirmeye çalışıyorum, bu alanda pişmemin ardından belgesel filmler çekmek istiyorum.”
30 yıllık mahpus Halil Şek tahliye oldu: Mücadeleye devam edeceğiz