'İktidarlar değişir ama rüşvet değişmez'

'İktidarlar değişir ama rüşvet değişmez'
'Hiçbir siyasi lider onunla yarışamaz' dediği Zübük'ü sinemaya uyarlayacak olan Ezel Akay, Artı Gerçek'in sorularını yanıtladı.

Ayşegül KARAKÜLHANCI DUMAN

ARTI GERÇEK- Nazi döneminde Almanya'da çok uzun ekmek kuyruklarından birine yaşlı bir kadın giriyor. Elinde küçük çantasıyla tam altı saat bekliyor. Sıra ona geldiğinde çantasını açıyor 'Ah, hiç param kalmamış' diyor ve gidiyor. Ertesi gün yine aynı kuyrukta, yine altı saat bekliyor, yine açıyor çantasını yine 'ah param yok' deyip gidiyor. Üçüncü gün hemen önündeki adam artık diyor ki 'ya teyzeciğim siz iki gündür geliyorsunuz, madem paranız yok niye sıraya giriyorsunuz?'. Yaşlı kadın 'eğer ben sıraya girmesem benim ekmek alacak param olmadığını kim bilecek' diyor.

Bertolt Brecht'in bu fıkrasını anlattıktan sonra ekliyor Ezel Akay, "Bu memlekette iyisi ile kötüsüyle bize ait ve taleplerimizi eksik bırakmamamız gerekiyor."

Üretmekten ve talep etmekten vazgeçmeyen isimlerden biri Ezel Akay. Türkiye'nin ünlü senarist ve yönetmenlerinden biri. Şimdi Aziz Nesin'in ünlü romanı  'Zübük'ü yeniden sinemaya uyarlıyor. Bir yandan da uluslararası arenada yeni projeler üretiyor. 

'Neredesin Firuze', 'Hacivat Karagöz neden öldürüldü?', '7 Kocalı Hürmüz' gibi birçok başarılı filmde imzasını atan senarist ve yönetmen Ezel Akay ile Eylül ayında çekimlerine başlayacağı 'Zübük'ü, yeni projelerini ve Türkiye'nin günümüz sinema ve sanat ortamını konuştuk.

- Zübük'ün çekimlerine bu yıl başlayacaksınız biraz bu projenizin nasıl şekillendiğini, neden yeni bir hikâye değil de 'Zübük'ü uyarlamayı seçtiğinizi anlatır mısınız?

Türkiye’de iktidarlar değişir, bazı şeyler değişmez. İşin siyasete bağlandığı şeyler var ama insan malzemesine bağlandığı değişmezler var. Bu özellikle siyasetle ilgili değil, insan malzemesiyle ilgili bir değişmez kültürümüz var, o da rüşvet! 
Dolayısıyla ben şu anda var olan herhangi güncel bir siyasete, harekete karşı değil, aslında bütün siyasi hareketlerin beslendiği hatta halkın da kendini ona göre formüle ettiği bir geleneğe ilişkin rüşvet geleneğine ilişkin bir film yapmak istedim. 

Zübük rüşvet üzerine 1955’lerde yazılmış muazzam bir kara komedidir. Aziz Nesin’in günlük bir yazı dizisi gibi başlamıştır. 
Daha önceden de birlikte senaryo ve roman çalışmaları yaptığımız Haldun Çubukçu’yla Aziz Nesin’in varislerinden de izin alarak, romandan yeni bir hiciv eseri-senaryo yarattık. 

Önceden yapılmış olan hepimizin sevdiği Kemal Sunal’ın oynadığı film ne yazık ki romanın ruhuna uygun bir şekilde ilerlemiyor.
Biz, rüşvet bizim en can yakıcı sorunlarımızdan biridir diyerek, bununla eğlenmeye karar verdik. Çünkü insan eğlenerek gülerek bir takım acı gerçekleri daha rahat kabulleniyor ve aklında tutabiliyor. Müthiş bir eğlence yarattık!

- Filmi aslında daha önceden çekmeyi planladığınızı biliyoruz.

Evet, geçen sene 15 Temmuz olmadan hemen önce çekmek üzere Eskişehir Odun Pazarına doğru yola çıkıyorduk ki o olaylar oldu. Maalesef bu darbe meselesi sadece bizim değil, bütün ülkenin ekonomik hareketlerini durdurdu. Bu nedenle bu yılı beklemeye karar verdik. Şimdi yatırımcılarımız var, son adımları atıyoruz, yine de filmin yapılıp yapılamayacağı ancak çekim başladığında belli olur.

- Başrolde Levent Üzümcü’nün yer alacağını biliyoruz. Onun dışında kimler var filmde?

Çok iyi bir kadromuz var, genç ve neşeli oyuncular diyeyim. Levent Üzümcü becerirsek inşallah Zübük rolünü oynayacak. Yaklaşık yirmi iki kişilik bir oyuncu kadrosu var. Zengin bir karakterler geçididir Zübük romanı. O isimleri de zaman içerisinde açıklarım. Hepimizin hem sinemadan hem televizyondan tanıdığı oyuncular var projenin içerisinde. 

Aradan bir sene geçtiği için bütün oyuncuların programlarını henüz tamamlayamadık bu nedenle açıklamakta tereddüt ediyorum. Ama hepsinin programlarını tamamlayacağız. Çekimlere Eylül ayında başlarız muhtemelen.

'HİÇBİR SİYASİ LİDER ZÜBÜK'LE YARIŞAMAZ'

- Levent Üzümcü yerine Zübük karakterini bir politikacıya oynatabilecek olsaydınız adayınız kim olurdu?

Adayım CHP’den, MHP’den, ANAP’tan ve başka birçok siyasi partiden toplanmış bir karma vücut olurdu. Çünkü aslında bu bir siyasi parti liderini falan değil, halkı anlatan bir hikâyedir. Maalesef bir siyasi parti liderini hiciv eden bir şey değildir, daha acıklı daha ağır bir şeydir. Bunu özellikle Aziz Nesin vasiyet olarak Zübük eğer film olursa diye, hiçbir siyasi parti liderinin en ufak bir ilgisi yoktur şeklinde Ali (Nesin) Beye anlatmış.

Çünkü Zübük hikâyenin sonunda der ki: Bu benim rüşvet aldıklarım benden daha zübükmüş, esas zübük onlarmış. Onlar olmazsa ben bir hiçim!

Yani bizim seçtiğimiz siyasilere, liderlere değil, bizlere hitap eden, suçu bize atan, günahı bize atan bir hikâyedir. Rüşveti alan değil verendir sorumlusu. Dolayısıyla özellikle bunu belirtmek istiyorum: Bu Türk toplumunun en ağır arızalarından birinin, bir zihniyetin başrol oyuncusu olduğu bir filmdir. 
Hiçbir siyasi parti lideri Zübük’le yarışamaz. Zaten Zübük hikâyede bir siyasi parti lideri falan değildir. Hikâyenin sonunda da siyaseti bırakır. 

- Aklıma sizin "Hacivat Karagöz neden öldürüldü" filmi geldi. Orada bir sahnede Güven Kıraç’ın canlandırdığı karakter Osmanlı’ya rüşveti ilk getiren sadrazam rolündeydi. Rüşvetin Anadolu’ya girişinin sanki tarihsel başlangıcı gibi anlatılıyordu. Sizin için rüşvet hikâyesinin orada başladığını ve Zübük’le devam ettiğini düşünebilir miyiz?

Aynen orada başladığını düşünelim rüşvet geleneğinin ve Zübük’le de devam ettiğini. 
Bizler için başımıza gelen her şeyde bir kaç siyasetçiyi suçlamak çok kolaydır. Asıl şunu vurgulamak çok önemli, esas kendimize yontmamız gereken bir şey var. Ben şu andaki en büyük siyasi sorunun toplumun siyaseten müthiş kararsız olmasını, her şeye göz yumuyor olmasını, her şeye kafasını çeviriyor olmasını görüyorum. Tabii ki rüşvet aynı zamanda muazzam bir suç ortaklığı da yaratıyor. Herkes o kadar suçlu ki, olup bitenlere hiç kimse gerçek anlamda sesini çıkartamıyor. Zübük’ü genel anlamda yorumlayacaksak aslında böyle bir ortama yapılan bir film.

- Olağanüstü Hal koşulları kültür sanat ortamını etkiliyor mu? Zorlaştı mı Türkiye’de sanat yapmak? Şu andaki durum nedir? İnsanlar bu alanda üretime devam edebiliyorlar mı?

Bence ediyor, ancak büyük bir zevkle, özgürlükle hareket edemiyorlar. Ama üretim durmuş değil; özellikle sinema ve tiyatro alanında çok yoğun bir üretim var. Ürünlerin tamamının kalitesi çok yüksek değil. 

Yılda 150-200 arasında sinema filmi üretir bir hale geldi Türkiye fakat ekonomik nedenlerle filmlerin sinemalara girmesi, seyircinin bilet paralarını karşılayabilmesi çok zorlaştı. Ülkede durumlar hem dışarıdan göründüğü kadar kötü hem de hiç kötü bir şey hissetmeden yaşamak mümkün. Yani bir felakete doğru gidiyor olabiliriz, ama şu anda sokağa çıktığımızda büyük bir felaket, büyük bir çöküş görünmüyor. Hayat ne olursa olsun devam ediyor, insanlar üretiyorlar, çalışıyorlar, çabalıyorlar. Yani siyasi felaketler, siyasi baskılar mutlaka özgürlük talepleriyle karşılanıyor. 

O kadar kolay değil Türk toplumunun durması. Çünkü çok devingen, hareketli, çok çeşitli kültürleri buna bağlı olarak ta aynı zamanda birçok siyasi çözümü de içinde barındıran bir sürü gelenek Türkiye’de var. 

Kötümserlik çok kolay, fakat kötümserlik insana bir faydalı bir, zararlı iki şey yaptırıyor: Bir, önlem alıyorsunuz kötümser olduğunuz için. İki, hareket edemiyorsunuz. 

İyimserlik de önlem almayı biraz ihmal eden, ama insanı geleceğe, ileriye yönelten bir bakış açısıdır. 
Bu iki bakış açısını bir biriyle diyalektik bir ilişki olarak görmekte fayda var. Ben iyimserlik stratejisine başvurmamız gerektiğini, birbirimizi cesaretlendirmemiz, zevklendirmemiz ve umutlandırmamız gerektiğini düşünüyorum.

'İNSANLAR BİRBİRLERİNİ UMUTLANDIRIYOR'

- Türkiye’de bugünün koşullarında sanatın sürekliliği açısından umut vadeden, sizi heyecanlandıran bir proje var mı?

Birçok şey var. Bunların öne çıkması için vakit gerekiyor tabii ki. Ama Türkiye’de düşünen hareket eden, çabalayan, üreten, yeni yollar deneyen hem ticari anlamda hem sanatsal anlamda birçok insan var. Her şeyi kötü saymak, bu insanları yok saymak anlamına da geliyor. Çok ciddi bir şekilde etnik siyasi temelli çok çeşitli olmak kaydıyla, oldukça çeşitli insanlar, kurumlar, sürmekte olan olumsuz her şeye karşı bir tepki gösteriyorlar. Örgütleniyorlar, birbirlerini umutlandırıyorlar, destek veriyorlar. Bu destekleri kötümserlikle, hiçe sayarak bu desteği bu enerjiyi gösteren insanların da, kurumların da önünü kesiyoruz. 

- Daha çok bu insanların ön plana çıkarılması mı gerekiyor?

Ermutigung (Teşvik etmek). Wolf Biermann’ın bir şarkısı vardır "Die kleine Ermutigung" onun sözlerini okursanız görürsünüz, o şarkıya bakarak karar vermek lazım.   

- Sırada bekleyen başka projeleriniz var mı Zübük dışında?

Yedi sekiz aydır bir yapım ekibiyle birlikte uluslararası birçok markette projelerimizi pazarlamaya başladık. On-on iki tane projemiz var. Benim, Barış Pirhasan’ın, Erdem Tepegöz’ün, başka yönetmenlerin ve yazarların oluşturduğu bir yaratıcı havuzdan seçilmiş sinema projeleriyle Türk-Alman, Türk-Japon, Türk-Çin hikâyeleri geliştirdik. Amerikalı ortak adayları var. Türkiyeli uluslararası hikâyeler için büyük bir fon yaratmaya çalışıyoruz ve çok iyi gitti şimdiye kadar. Önümüzdeki iki yıl bunlarla ilgili yoğun bir şekilde çalışacağız. 

- Önümüzdeki yıllarda izleyicileri birçok kaliteli, hikâyeleri güçlü olan yeni sinema filmler bekliyor anlaşılan.

Evet öyle. Yine şu anda da Türkiyeli kültür insanlarının örgütlediği, hem Almanya’da hem Türkiye’de yaşayan Türkiye Almanya arasında birçok sanatsal ve kültürel işbirliğine yol açacak oluşum başladı. 
Biz de beş altı yönetmen bu oluşum için Berlin’le ilgili episotlardan oluşan bir sinema filmi hazırlığına başladık. Türk asıllı bir yapımcının desteğiyle bir Berlin filmi hazırlığı içindeyiz. Önümüzdeki aylarda bunu da daha detaylı bir şekilde paylaşırız.

'BERLİN'E YEMEK YAPMAYA GELDİM'

- Şu anda Berlin’de olduğunuzu söylediniz, özel bir nedeni var mı?

Agora Berlin diye bir restaurant açıyoruz onun işlemlerini takip etmek için geldim. Tabi burada sinemacı arkadaşlarla Alman, Türk, yabancı benim girişimlerim var birkaç tane başka projeler, onların da finalize edilmesi için görüşmeler yapmam gerekiyordu. Ama esas olarak yemek yapmaya geldim. 

- Yani yeni projeleriniz arasında restaurant da var.

Evet, Agora Berlin, şu anda inşaatı devam ediyor.

- Birçok Türkiyeli sanatçı şu anda Berlin’de kimisi okul açıyor kimisi projesine oradan devam ediyor.

Evet, çok sayıda sanatçımız Avrupa’da. Bazısı siyaseten sıkıntılı o yüzden Berlin’de, bazısı değil. Ama bizler için uluslararası alana sıçrama, görününürlük kazanma anlamında çoktan vakti gelmiş bir şeydi. Kimi siyasi nedenlerle kimi stratejik nedenlerle bunu çok önemsiyor. Ben de uluslararası ürünler üretmenin şart olduğunu düşünenlerdenim. Yani karalar bağlamaya gerek yok, iş yapalım bir şeyler üretelim ne olduğumuz anlaşılsın.

'YETER Kİ GÖLGE ETMESİN DEVLET'

- "Barış için sinemacılar" metninin imzacılarından birisiniz. Metni imzalayan herkes hakkında soruşturma açılmıştı. Ne aşamada bu soruşturma? 

Genel olarak bir paket soruşturma gibi bir şey oldu. Ancak akademisyenlerin bildirisine destek veren sinemacıları suçlamak falan, bunlar biraz fazla zor geldi herkese herhalde. Şu anda resmi olarak ciddi bir takip yok ama olabilir de ilerde, sıra gelir ilerde bu da çekmeceden çıkabilir. Şimdilik bu barış metnine imza atan sinemacıların her yerde devlet kaynaklarından yararlanması zorlaştırılıyor. Bu da çok önemli değil, çünkü devlet kaynakları zaten kısıtlı ve o kaynaklardan faydalananlar da Türkiye’nin en kötü sinemacıları falan değil. Hani denk gelmiş öyle bir imza atmamış insanlar da var aralarında. Bununla kafamı yormayı istemiyorum! Çünkü zaten ben devlete güvenerek sinema filmi yapmak, ticaret yapmak gibi şeylerden hiç haz etmiyorum. Dolayısıyla o kadar önemsemiyorum, yeter ki gölge etmesin devlet! Bizim esas derdimiz devlet bize para versin değil, yolumuza taş koymasın.

- Peki, önümüzdeki süreçte işiniz kolaylaşır mı yoksa zorlaşır mı, "yolunuza taş koyulması" çerçevesinde soruyorum?

Tabi geçmişe göre zorlaşıyor, ancak geçmişe göre de biz çok daha tecrübeli uluslararası oyunculara dönüştük. Özellikle beğenin beğenmeyin Türk televizyon pembe dizilerinin dünyaya yayılması, popüler olması bütün Türkiyeli sinemacıların önünü açtı. Her yerde adımız var, bütün randevularımıza geldiler. Sekiz ay içerisinde 300 uluslararası yapımcı-yatırımcıyla toplantı yapmayı başardık. Bunun en büyük nedeni Türk pembe dizileridir. Hiç beğenmeyebilirsiniz fakat dünyada böyle bir şeye neden oldu bu diziler. 

Biz devletten daha güçlüyüz bu açıdan. Sinema projelerini uluslararası hale getirmek buradan bir endüstri yaratmak konusunda devletten çok daha ileri adımlar atmış durumdayız. Bir ara devlet kurumları, bu alanda ciddi ataklar yaptılar altı-yedi sene öncesine kadar ve bizden daha profesyonelce davrandılar. Ancak şimdi uluslararası alanda at koşturmaya başlayan Türkiyeli sanatçı, sinemacı ve yatırımcı var. Dolayısıyla bu işi kendimiz yaptık ve kendimiz yapmaya devam edeceğiz.

- Bir taraftan da devletin yaptırdığı diziler, propaganda amaçlı filmleri var.

Devletin yaptırdığı propaganda amaçlı dizi ya da film dünyanın hiçbir yerinde başarılı olmuş değil. İnsanlar propaganda filmi izlemek istemezler, eğlenmek isterler. Onun için orada hiçbir başarı yok, tarihte de görülmüş bir şey değil zaten.

'KÜLTÜR BAKANLIĞINDAN ÜÇÜNCÜ KEZ REDDEDİLDİM'

- Siz aynı zamanda aktivist birisiniz. Hak ve özgürlük talepli birçok bildiriye imzanızı attınız. Bu durum sizin diğer çalışmalarınızı etkiliyor mu? Sizinle çalışmaktan çekinen isimler hiç oldu mu?

Şöyle söyleyeyim eskiden yüz kişi benimle çalışmak istiyorduysa şimdi bu seksen. Yani itiraf edeyim büyük bir kayıp yaşıyor değilim, ama hepimiz için olduğu gibi benim için de zorlaştı bir şey üretmek, özgürce davranmak. Uluslararası alana yöneldim. Orada kendiliğinden bir zorluk var. Sonuçta o kadar da basit bir şey değil, o pazara girebilmek. Burada yeni bir engelle karşılaşmış oldum. Türkiye’de bana çok olumsuz bir tepki gösterilmediğini görüyorum. Buna da sevinsem mi üzülsem mi bilmiyorum! İş yapmamın önünde devasa engeller yok. Ben biraz özel bir konudayım galiba, bilmiyorum hakikaten. Kafamı da buna takmamaya karar verdiğim için arkasını da soruşturmuyorum. Ama mesela yaptığımız bir takım projeler Türkiye devletinin desteklediği projeler hani doğal olarak beni desteklemiyor, o tür projeleri destekliyor.

Sonuçta devlet dediğimiz şey bana ait. Herkes devleti bir başkasına ait bir şey olarak görmeye devam ettiği sürece zaten problemlerimiz bitmeyecek. Devlet de onun fonları da hepsi bize ait, bunu talep etmekten de asla vazgeçmem! Bunun karşılığında taviz verirsin, yalakalık yaparsın bunlar ayrı konu, ama bu kadar senedir bu ülkede yaşayanlar bu ülkenin bütün varlıklarına katkıda bulunmuşlardır. 

Ben bir demokratım, sonuçta devlet bana ait diye düşünenlerdenim. Ben bu devleti adam etmeye çalışıyorum kendi çapımda tabi, herkes kadar. Onun kaynaklarının hepsi de bütün vatandaşlarına açık ve eşit şekilde kullandırılmalı diye düşünüyor ve bu konuda çaba gösteriyorum. Ben çaba sarf ediyorum diye bir şeyler değişiyor değil ama inatla Kültür Bakanlığı sinema fonundan projelerime destek istiyorum. Üçüncü kez reddedildim, ama istemeyi bırakacak değilim. 
Küçük bir fıkra vardır Bertolt Brecht’in anlattığı: Nazi Döneminde ekmek kuyrukları var. Çok uzun bir kuyruk yaşlı bir kadıncağız girmiş, elinde küçük çantasıyla kuyruğun sonuna. Altı saat bekliyor. Sıra geliyor açıyor çantasını "ah! Hiç param kalmamış" diyor ve dönüp gidiyor. Ertesi gün yine aynı kuyrukta, yine altı saat bekliyor, yine açıyor çantasını yine "ah param yok" deyip gidiyor. Üçüncü gün hemen önündeki adam diyorki "ya teyzeciğim siz iki gündür geliyorsunuz, madem paranız yok niye sıraya giriyorsunuz?". O da cevaben "eğer ben sıraya girmesem benim ekmek alacak param olmadığını kim bilecek!" diyor.
Bu memlekette iyisi ile kötüsüyle bize ait ve taleplerimizi eksik bırakmamamız gerekiyor.

- Yani inatla talep etmeye devam etmeliyiz mi diyelim?

Evet, hem inatla talep edelim hem de asla kaderimizi devlete bağlamayalım. Kendimizde çalışalım. Önümüzde apaçık bir dünya var, bütün dünya bizim. Dünya vatandaşlarıyız sonuçta ve bu kelimenin çok sık kullanılacağı dönem de çok yakın. Artık ne sınırların, ne milletlerin, ne etnik kimliklerin, ne de dini kimliklerin hiçbir öneminin kalmayacağı bir dünyaya doğru gidiyoruz. Esas gerçek bir devrimci bunun için hazırlık yapar.
 

Öne Çıkanlar