67 yıl önce İzmir’de yaşadığım gece

Emekli Orgeneral Yirmibeşoğlu, '6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı' demişti. “Bir gece ansızın gelebiliriz” dememiş, gelmiş. Daha ne olsun.

O akşam evde çekişme var: 10 yaşındaki ben Gündoğdu açıkhavada oynayan Çelik Hançer filmini istiyorum çünkü bizim bütün sokak bu hançerin gökten düşen bir meteordan yapılmış olduğunu konuşuyor ve herkes gidecek, fakat küçük abim Taşkın (şu anda 92 yaşında) ve büyük ablam Nesrin (2007’de kaybettik) Geri Kupır’ın Ünivar açıkhavada oynayan Kahraman Şerif’ini istiyorlar. Tabii, oraya gittik.

Filmin sonuna doğru dışarıdan büyük gürültüler gelmeye başladı, kalabalıklardan yükseliyora benzeyen. Meraktan çıkanlar oldu. Biz filmin sonunu bekledik. Sinema, Birinci Kordon’daki Yunan Başkonsolosluğu’na 150 metre. Bi baktık, Başkonsolosluk talan ediliyor!

Meğer, o sırada tabii ki bilmiyoruz, İstanbul yıkılıyormuş, burada da Fuar’daki Yunan pavyonuna saldırmışlar, bizim sınıftan Tayfun diye bıçkın bir oğlan vardı, onu tutmuşlar, hadi hop deyip direğe tırmandırmışlar, Yunan bayrağını indirtmişler.

Panik içindeyim. Ablamla abim, "Hemen arka sokaklardan eve dönüyoruz" dediler.

***

Bizim oturduğumuz İkinci Kordon’a paralel Mesudiye Caddesinden geçerek, şimdiki adı Kıbrıs Şehitleri, eve kendimizi dar attık. Ama ev hıncahınç. Adım atacak santim yer yok! Alsancak zaten Gayrimüslim mahallesidir, idi, ne kadar Gayrimüslim komşu varsa bizim eve doluşmuşlar. Çünkü mahalleli için babam yaşlı, çok ciddi, çok sert, eski bir CHP milletvekili. Kapımızda da kocaman "Avukat Ekrem Oran" yazıyor.

Zangır zangır titriyor içerde hepsi. Dışarıda evleri yıkılıyor, yağmalanıyor, kalabalığın gulgulesi bize doğru santim santim yaklaşıyor.

Sonunda dayandılar bizim kapıya da. Elebaşları olduğu anlaşılan herif güm güm vurdu. Bütün herkes evin en arka taraflarına kaçışmış vaziyette, ben çok korktuğum halde çocuk merakı ya, kapının hemen arkasındayım, babam demir kapıyı tutup zaaart diye açtı, bağırdı herife:

"Ne var! Nedir bu rezalet! Ne istiyorsun!"

Elebaşı: "Gâvurlar bu evde toplanmışlar, onları istiyoruz!"

Babam, aynen: "Defolun! Derhal defolun burdan! Defolun! Burası Türk evi!" diye kükredi.

Hayrettir ama, "Peki amca" dedi herif usulca, aldı avanesini, bilmemne olup gittiler. Yandaki evleri yağmalamaya. Uzun süre, o evlerden gelen sesleri dinledik hep birlikte.

Aynen böyle oldu. Belleğime kazınmış. 67 yıl sonra cam gibi hatırlıyorum. 

***

Peki, babam bu kadar sert nasıl davranabildi? Çetin tabiatta bir adam olduğunu söylemiştim. Tabii, evine sığınan komşuları korumak var gelenekte. Ayrıca, şöyle bir şey de mevcut zihnimde:

Artık gördüm mü, hayal mi ettim, sonradan çocuk kafamda mı kurdum bilemeyeceğim, ama sanki kalabalığın gulgulesi çok yaklaştığında babam yatak odasına çıkıp, başucundaki komodinin altında TBMM’den kalma beylik tabancası dururdu, ara sıra yağlardı, onu aldı cebine koydu diye hatırlıyorum. Dediğim gibi, kafamda kurmuş da olabilirim.

Kocaman çocuk, 10 yaşındaydım ve o sabah kalktığımda yatağım ıslaktı. Artık düşünün Gayrimüslim komşularımızın hissettiklerini. Hele yan komşumuz iki yaşlı kız kardeş vardı hiç evlenmemiş, Rum veya İtalyan tam hatırlamıyorum, bizim evin numarası 270 onlarınki 268, nasıl zangır zangır titriyorlardı anlatmam mümkün değil.

Öylesine canlı hatırlıyorum ki Cumhuriyet Türkiyesi’nin en büyük yüz karası olan bu pogromu, 67 yıl sonra…

***

Yaşadıklarımı anlattım özetle. Uzuuun yıllar sonra öğrendiklerimi de özetleyeyim.

Bu ülkede Gayrimüslimler Osmanlı’nın 1454 Millet Sistemi’nden bu yana "Millet-i Mahkume" adıyla daima ikinci sınıf vatandaş oldular. Daha beteri, genel nüfusa oranları bugün binde 1’in altına inecek biçimde Cumhuriyet tarafından da sistematik etno-dinsel temizliğe uğratıldılar: 1923 Mübadelesi, Lozan garantilerinin ihlali, 1934 Trakya olayları, 1941 Yirmi Kur’a İhtiyatlar olayı, 1942 Varlık Vergisi, 1964 Sürgünü, 1960’ların ikinci yarısında Kıbrıs çıkınca Gayrimüslim vakıflarının (ki, Lozan Md. 40 ve 42/3’le güya korunmuşlardı) "1936 Beyannamesi" uygulamasıyla perişan edilmesi…

6-7 Eylül 1955 rezaleti bu süreçte "mümtaz" bir yere sahiptir. Kıbrıs’taki faşist EOKA’nın Türklere saldırmaya başlaması, Menderes yönetiminin de ülkedeki Gayrimüslim vatandaşları rehine olarak kullanması. Şöyle ki: (çok çok özetliyorum, bunları 2023 başında yayınlanacak 100. Yılda Lozan İhlalleri – Yunanistan ve Türkiye, Azınlıklar ve Ege  kitabında bulabilirsiniz)

29.08.1955’te İngiltere Londra’da bir konferans düzenledi. Amacı, sömürgesi Kıbrıs’ta bağımsızlık isteyen Rumların karşısına Türkleri çıkartmaktı. Konferansa giden Dışişleri Bakanı F. R. Zorlu demeç verdi: "Adanın statükosunda en ufak değişiklik olursa (…) İstanbul Rumlarının vaziyeti yeniden gözden geçirilecektir." Ankara’ya da telgraf çekti: "Haklarımızda ne dereceye kadar ısrar edeceğimiz konusunda İngilizler tereddüt sahibi. Bunu izale etmek [önlemek] icap eder." Bu telgrafın kendisiyle paylaşılması üzerine Kıbrıs Türktür Cemiyeti (KTC) Başkanı Hikmet Bil açıklama yaptı: "Bu harekete verilecek cevabın çok kısa olması lazım. İstanbul’da çok Rum var."

Hazırlanan ortamı devlet radyosu 6 Eylül saat 13.00’ten itibaren tamamladı: Atatürk’ün Selanik’te doğduğu ev ile Türk Konsolosluğu binası arasındaki bahçede bir bomba patlamış, evin ve konsolosluğun camları hasara uğramıştı. Haber, gündelik 20.000 basan İstanbul Ekspres gazetesinin 290.000’lik ikinci baskısında da yer aldı.

Oysa sonradan öğrenilecekti ki bomba dışarıdan içeriye atılmamış, içeride patlatılmıştı ve olayın gerçekleştiği saatlerde konsolosluk binasında yalnızca bir Türk bekçi bulunmaktaydı.

İlerleyen günlerde KTC kapatıldı ve "olayları tertip ve tahrik eden" 50-60 komünist İçişleri Bakanı Namık Gedik’in emriyle tutuklandı. Aziz Nesin dahil.

6-7 Eylül olaylarında, emir icabı, polis hiçbir biçimde müdahale etmedi. Gayrimüslim ev ve dükkanları önceden belirlenmiş hatta işaretlenmişti. Öyle ki, Büyükada’da bir otelin müdürü kaymakamdan telefonla imdat istediği zaman aldığı cevap şu olmuştu: "Nasıl olur, senin otelin listeye dahil değildi; ben şimdi önlerim."

Sadece mala zarar verilmesi talimatı vardı. Fakat bir noktadan sonra, civar illerden de "bindirilmiş kıt’alar" (terim, o zamandan kalmadır) halinde getirtilen fukara kitleyi kontrol imkansız oldu: Çeşitli kaynaklara göre 3 ila 15 ölü ve 300 ila 600 yaralı vardı ve 40 ila 200 Rum kadını tecavüze uğramıştı.

Tahrip ve yağma bilançosu, E. Tümamiral ve Askerî Yargıtay Başkanı Fahri Çoker arşivine göre şöyleydi:

İstanbul’da 4.214 mağaza-dükkân, 1.004 ev, 73 kilise, 26 okul, 1 havra, 8 ayazma, 2 manastır, 1 mezarlık, 5 dernek binası, 21 fabrika, 14 imalathane, 1 laboratuvar, 26 eczane, 11 muayenehane, 9 matbaa, 12 otel ve pansiyon, 18 fırın, 91 lokanta ve gazino, 19 pastane, 1 hamam, 2 garaj, 3 benzin istasyonu, 23 depo, 2 sinema,10 kuyumcu, 11 otomobil ve kamyonet ile 14 çeşitli işyeri.

Bu arşiv Eylül 2005’te Beyoğlu’nda sergilendiğinde Ülkücülerin saldırısına uğrayacaktır.

***

Ben bir Gayrimüslim ve Kürt muhibbiyim; sakın beni dinlemeyin. Güvenilir makamları dinleyin: Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Eski Genel Sekreteri Emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nu. Kendisi o sırada, Özel Harp Dairesi’nin önceli olarak bilinen Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görev yapmaktaydı. Gazeteci Fatih Güllapoğlu’na Haziran 1991’de verdiği bir mülakatta olayı iyi özetlemişti:

"6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?"

"Bir gece ansızın gelebiliriz" dememiş, gelmiş. Daha ne olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Baskın Oran Arşivi