Doğan Özgüden
Altıncı soru da Kılıçdaroğlu'na...
Bu sayfada kullandığım fotoğraf Türk medyasında 13 Eylül 2020'de yayınlanmıştı... O tarihten beş yıl önce islamcı terörizmin vahşi saldırısında en değerli yazar ve çizerlerini kaybetmiş olan Charlie Hebdo'nun Muhammed karikatürlerini yeniden yayınlayacağını açıklaması üzerine İstanbul Ünivertsitesi'nin önünde düzenlenen protesto gösterisinden bir görüntüyü yansıtıyordu. Tesettürlerini Korona maskesiyle tamamlamış olan gençler, Hicr sûresinden "Zikri biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz" yazılı Türkçe bir pankartın önünde İngilizce daha da büyük boyutta bir başka panoyla meydan okuyordu: "Charlie Hebdo yüksek bedel ödeyecek"...
Şaşırtıcı değildi... Çünkü günlerdir İslam fütuhatının lideri Erdoğan, Charlie Hebdo'nun yayınlandığı Fransa'daki mevkidaşı Emmanuel Macron'un Libya ve Doğu Akdeniz konularında kendisine yönelttiği eleştiriler karşısında iyiden iyiye celallenmiş, tam da bir gün önce, 12 Eylül darbesinin 40. yıldönümü dolayısıyla yaptığı konuşmada posta atmıştı:
"İsim olarak anmak istemiyorum ama mecburum anmaya, çünkü o şahsımla çok uğraşıyor. Diyor ki: 'Türk milleti ile değil ama bizim Erdoğan ile sıkıntımız var'. Sayın Macron, senin şahsımla daha çok sıkıntın olacak. Macron senin zaten süren az kaldı. Gidicisin..."
Erdoğan'ın yoluna baş koymuş genç kızların ondan aldıkları gazla İstanbul Üniversitesi önünde anons ettikleri "yüksek bedel ödeme"nin kurbanı bu kez Charlie Hebdo'daki meslektaşlarımız değil, 16 Ekim 2020'de, Paris'in 30 kilometre kuzey-batısındaki Conflans-Sainte-Honorine kasabasında bir ortaokulun tarih, coğrafya ve yurttaşlık öğretmeni Samuel Paty oldu.
Paty'nin suçu, ifade özgürlüğü üzerine konuştuğu bir derste öğrencilere Muhammed'in Charlie Hebdo'da yayınlanmış karikatürlerini göstermiş olmasıydı.
Öğretmenin kafasını 20 santimetre uzunluğundaki bir bıçakla ve "Allahu Ekber" naraları atarak kesen Çeçen asıllı Abdullah Abuyedoviç Anzorov, zikr'i koruma adına bu korkunç cinayeti işlemekle kalmamıştı... Öğretmenin kesik kafasının görüntüsünü Twitter'da "Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla... kâfirlerin lideri Macron'a... Muhammed'i küçümsemeye cüret eden cehennem köpeklerinizden birini öldürdüm" yazısı eşliğinde yayınlamıştı.
Avrupa ülkelerinde Müslüman Kardeşler'in ve onların yetiştirmesi Recep Tayyip Erdoğan'ın verdiği ivmeyle hızla örgütlenen İslam gericiliğine karşı tepkilerin bu cinayetten sonra daha da şiddetlenmesi şaşırtıcı değildi. Bu konuda en radikal adımı atan ülke ise Fransa oldu.
Macron yönetimi cinayetin hemen ardından öğretmen ve polis gibi devlet görevlilerine baskı yapan ya da onları sosyal medyada hedef gösterenlere ağır cezalar verilmesini öngören bir yasa çıkartılacağını açıkladı.
Bittabi Erdoğan tepki göstermekte gecikmedi. Kendisi Türkiye'de art arda çıkarttığı yasalar, KHK'ler, Cumhurbaşkanlığı direktifleri, sallabaş yargıç kararlarıyla İslam gericiliğine destek olmayan tüm kesimlere en insanlık dışı baskıları uygularken 20 Ekim'de Diyanet İşleri Başkanlığı'nca online olarak düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Üye ve Gözlemci Ülkeleri Diyanet İşleri Bakanları/Başkanları/Başmüftüleri İstişare Toplantısı'na gönderdiği video mesajda Fransa yönetimine şöyle saldırıyordu:
"İslam'ın yükselişinden rahatsız olanlar, bizzat kendilerinin sebep olduğu krizleri öne sürerek, dinimize saldırmaktadır. İslam ve müslüman karşıtı söylemler, günümüzde Batılı siyasetçilerin başarısızlıklarını örtmek için başvurdukları en kullanışlı aparatlardır. Yakın zamanda gündeme getirilen 'Fransız İslam'ı', 'Avrupa İslam'ı', 'Avusturya İslam'ı' gibi kavramlar, bunun en son örnekleridir. Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un başını çektiği bu tür girişimlerin esas gayesi, islamla ve müslümanlarla hesaplaşmaktır. 'Aşırılıkla mücadele' kisvesi altında terörle mücadeleden ziyade, zulme tepki vermeyen, zalime ses çıkarmayan pasif, pısırık, korkak, iddiasız bir müslüman vatandaş profili hedefleniyor."
Erdoğan ve kafadarlarından gelen tepkilere rağmen Fransız Millet Meclisi iki gün önceki oturumunda öğretmen ve polis gibi devlet görevlilerine baskı yapan ya da onları sosyal medyada hedef gösterenlere ağır cezalar verilmesini öngören "Cumhuriyet İlkelerini Güçlendirme" yasasını 151'e karşı 347 oyla onayladı.
Senato'da da görüşüldükten sonra Meclis'te ikinci kez oylanacak olan yasa, çok eşlilik, zorla evlendirme ve bekaret raporu gibi uygulamaları engellemeyi amaçladığı gibi, kamu görevlilerine dini gerekçeyle tehdit, şiddet ve hakarette bulunanların 5 yıl hapis ve 75 bin Euro ile cezalandırılmasını, şiddeti teşvik eden veya cinsiyet nedeniyle ayrımcılık yapan cami ve dini derneklerin kapatılmasını öngörüyor.
Getirdiği önlemler ve uygulanma yöntemleri açısından bu yasanın İnsan Hakları bildirgelerine, AB müktesebatına ne denli uygun olduğu gerek siyaset dünyasında, gerekse medyada tartışılmaya devam ediyor. Meclis'teki oylamada merkez sağdan Cumhuriyetçiler (LR), soldan ise Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) yasaya karşı çıkarken Sosyalist Parti (PS) ve Fransa Komünist Partisi (PCF) çekimser kaldılar.
Yasanın Makron'un kendi partisi LREM'in azınlıkta olduğu Senato'da geri çevrilmesi ya da büyük değişikliklere uğratılması da siyasal yaşamı sürprizlerle dolu olan Fransa'da şaşırtıcı sayılmaz.
Ancak yasanın akıbeti ne olursa olsun, geleceklerini Fransa'da güvencede görmeyen bazı İslamcı kuruluşlar şimdiden komşu ülkelere sığınmak için harekete geçmiş bulunuyor.
Bu komşu ülkelerden biri hiç kuşkusuz Hollanda... Bu ülkede Türkler de dahil müslümanların kurduğu NIDA Partisi, 13 Şubat 2021'de Muhammed'e hakaret edilmesinin suç sayılması ve cezalandırılması için toplanan 124 bin imzalı dilekçeyi temsil eden bir panoyu Hollanda Parlamentosu'nun bulunduğu Binnenhof meydanındaki Şövalye salonunun kapısına salavatlar getirerek asıyor.
Bir diğer ülke, Avrupa Birliği'nin başkentini de barındıran Belçika... Fransa'da kurulmuş olan, ancak 2 Aralık 2020 tarihinde "Fransa'da ve ülke dışında terör eylemlerini teşvik edici faaliyetleri"nden dolayı cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle feshine karar verilen Fransa'da İslamofobi Karşıtı Kollektif (CCIF) şimdiden kapağı Belçika'ya atmış durumda... RTL Televizyonu'nun verdiği habere göre, bu kollektifin Fransa'daki kurucuları, fesih kararı alınmadan önce harekete geçerek 1 Kasım 2020 tarihinde Belçika'da aynı adı taşıyan bir başka örgüt kurmuş bulunuyor: Avrupa'da İslamofobi Karşıtı Kollektif (CCIE).
Bu kuruluşa karşı Belçika'da da benzeri bir önlem düşünülüp düşünülmediği sorusuna verdiği cevapta Belçika Adalet Bakanı Vincent Van Quickenborne, Belçika yasalarına göre bunun mümkün olmadığını, örgütlenme özgürlüğünü ihlal edecek bir yasaklama yerine, tehlikeli olduğu saptanan aşırı örgütlerin üyeleri hakkında kovuşturma yapılabildiğini, örneğin Suriye'deki İŞİD terörüne büyük destek sağlamış bulunan Sharia4Belgium (Belçika İçin Şeriat) örgütünün kapatılamadığını, ancak 30 mensubunun mahkum edildiğini söyledi.
Geçmişe bakılırsa Belçika, her türlü islamcı akımın rahatça örgütlenebildiği bir ülke... İki yıl önce, 29 Kasım 2018'de Artıgerçek'te yazmıştım. Suudi Arabistan’ın finanse edip yıllarca Rabıtat-Ül-Alem-Ül-İslam eliyle yönettiği Brüksel’in Cinquantenaire Parkı’ndaki Büyük Cami kubbesiyle ve minaresiyle Avrupa Birliği kurumlarının yanı başında yükseliyor.
1880 yılında söz konusu parkta açılan bir ulusal serginin Oryantal Pavyonu olarak Arap stilinde inşa edilmiş bulunan yapı, 1967 yılında petrol pazarlığı için Brüksel’e gelen Suudi Arabistan Kralı Faysal ibn Abd al-Aziz’e Belçika Kralı Baudouin tarafından 99 yıl süreyle parasız olarak kiralanmış, Fas ve Türkiye’den müslüman işçilerin yoğun gelişi üzerine de Vahabi’lerin yönettiği bir camiye dönüştürülmüştü.
12 Eylül darbesinden sonra cunta şefi Kenan Evren’in Türk din hocalarına Suudi Arabistan tarafından aylık ödenmesini kabul etmesi üzerine Türkiye’nin Brüksel büyükelçisi de bir süre büyük caminin yönetiminde yer almıştı.
Belçika’nın güvenlik kuruluşlarından Tehdit Analizi İçin Eşgüdüm Organı (OCAM)’ın 2018 Mayıs'ında açıklanan bir raporuna göre, bu camide Arapça olarak verilen eğitimde imam adayları hem açıkça silahlı cihada, hem de eşcinsellere ve Yahudilere karşı zalimliğe teşvik ediliyordu. Brüksel’deki islamcı terör eylemlerini incelemekle görevli parlamento araştırma komisyonuna sunulan 40 sayfalık raporda, bu eğitimde kullanılan malzemelerin arasında El-Kaida liderliğince hazırlanmış bir belgenin de bulunduğu belirtiliyordu.
Bu rapor üzerine Cinquantenaire’deki Büyük Cami'nin yönetimi "devletin kontrolündeki bir müslüman kuruluş" olduğu gerekçesiyle Türk Diyaneti’nin de etkin olduğu Müslümanlar Yürütme Kurulu (EMB)'e devredilmişti.
Aynı yazıda uyarmıştım: "Bu cami onyıllardır Rabıtat-Ül-Alem-Ül-İslam’ın rahlei tedrisinden geçmiş mollaların, dahası bir yanda Tayyip’in emir kulu Diyanet’in, öte yanda Fas Kralı 6. Muhammed’in emir kulu Fas Topluluğu Ulema Kurulu kontrolünde oldukça ve de bunlar oy hesapları içindeki sosyalistler tarafından da desteklendikçe pek bir şey değişmez."
Üzerinden iki yıl geçti, hâlâ değişen fazla bir şey yok... Avrupa’nın başkentinde, AB ve NATO’nun kâbus gibi yükselen karargâh binaları, dışarıdan güdümlü mega-camiler, islamcı örgütlerle barış içinde birlikte yaşamaya devam ediyor.
21. yüzyıl "fatih"leri kendi ülkelerinde insan haklarını sürekli ayaklar altına alırken, bunların yurt dışındaki "Avrupai" kılıklı uçbeylerinin "islamofobiyle mücadele" etiketi altında yürüttükleri islamcı fütuhata Avrupa Birliği kurumlarının sonuna kadar açılması, mali destek sağlanması ayrı bir skandal...
Tayyip'in beyin yıkama ve kara çalma örgütü SETA "Avrupa İslamofobi Raporu 2018" adlı bir kitap yayınladıktan sonra 22 Ocak 2020'de Avrupa Parlamentosu'nda "Avrupa'da Müslüman Karşıtı Irkçılık ile Mücadele" paneli düzenliyor.
Sıkı duralım... Avrupa'daki "Islamofobiye karşı mücadele" cihadını sadece AKP ve müttefiki MHP desteklemiyor...
Buyurun Anadolu Ajansı'nın dünkü haberi: "TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu'nda, AKP, CHP ve MHP'nin ortak önergesiyle Avrupa Ülkelerinde Yükselen Irkçılık ve İslamofobi İnceleme ve Araştırma Alt Komisyonu kurulması kararlaştırıldı."
Şaşırtıcı mı? Bu sayfada yıllardır bu konuda o kadar çok örnek paylaştık ki... En iyisi, sözü Koray Düzgören dostumuza bırakayım. Artıgerçek'teki 14 Şubat 2021 tarihli yazısında şöyle diyor:
"Dışardan Türkiye’ye yönelen eleştirilere anında devlet adına cevap verip, iktidara destek çıkan CHP yine hiç şaşırtmadı. Bu sefer de ABD’li 54 senatörün Biden’a, Türkiye’deki insan hakları ihlalleriyle ilgili yazdıkları mektuba çok sert bir karşılık verdi.
"CHP yöneticileri, AK-MHP Koalisyonunun çeşitli uygulamalarına, insan hakları ihlallerine ya da uluslararası hukukun çiğnenmesine özellikle Batı dünyasından gelen eleştirilere iktidardan fazla tepki veriyorlar. Tepkilerinin milliyetçilik dozu oldukça yüksek. Bu konuda iktidar cenahının suçlamalarından müthiş korkuyor, çekiniyorlar.
"Saray’ın baştan aşağıya yanlış dış politikası nedeniyle ülkenin düştüğü, düşürüldüğü durumun sorumlusu sadece iktidardır. Dışarıdan bir eleştiri geldiği zaman muhalefet savunmaya geçmez. Bu eleştirileri beğenmese de iktidara destek çıkmaz.
"Bizim ana muhalefet böyle değil. Canhıraş bir şekilde iktidarı savunuyor, onun arkasında hizaya geçiyor. Kendisini devletin sahibi, hatta belki de gerçek iktidar olarak görüyor. Adeta, 'Taviz verme, ülkeyi dışarıda batağa saplamaya devam et, biz seni canı gönülden destekleyeceğiz' diyen bir ana muhalefet.... Böyle muhalefete iktidarın canı kurban!"
Yine de bir umut:
Gare Katliamı konusundaki polemikler sırasında Tayyip'in "Terbiyesiz herif..." hakaretine maruz kaldıktan sonra Kılıçdaroğlu belki biraz kendine gelir, "iktidarın canı kurban" muhalefet olmaktan hem kendisini, hem de partisini kurtarıp demokrasi ve barış mücadelesinde HDP ile aynı saflarda yerini alır.
Tayyip'in küfürlü saldırılarına verdiği yanıtta "Ben 16 şehidimizin hakkını sonuna kadar savunmaya devam edeceğim. O beş sorunun cevabını mutlaka senden alacağım" diyor.
Ancak üstüne basa basa tekrarladığı, rehinelerin neden zamanında kurtarılmadığını sorgulayan son derece haklı beş soruya ek, bir altıncı soruyu da bizzat kendisinin, hem de hiç gecikmeden, yanıtlaması gerek...
Yıllardır Tayyip'in üç kıtada ve iki denizde, özellikle de Suriye'de ve Kafkaslar'da tüm fütuhatçı saldırılarına, hattâ HDP liderlerinin ve milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına, dolayısıyla da zindana atılmalarına Meclis çatısı altında verdiği desteğin özeleştirisi ne zamana?
Bekliyoruz... Bittabi, bu fırtına geçtikten sonra o ünlü Yenikapı ruhu yeniden nüksetmezse!