Biz İlhan İrem’siz kaldık; oysa Aliağa hâlâ zehre, asbeste, kömüre direniyor

Türkiye’deki ilk Yeşiller Partisi’nin kurucularından olan İlhan İrem, 80’lerin sonlarında Aliağa’da termik santral yapımına karşı ön saflarda yer alıp direnişin sembollerinden biri olmuştu.

"İçinde utanmak kelimesi olmayan yeni bir lisan yarattılar…

Oysa biz, 
denizlerin deniz,
yağmurların yağmur,
aşkların aşk,
insanların insan olduğu masumiyet çağından geliyoruz…"

Bu dünyadan mütevaziliği, onurlu duruşu, ezber bozuculuğu, sıra dışı özgünlüğü ile bir İlhan İrem geçti… 

Geride bıraktığı o derin sözlerdeki gibi insanların insan olduğu masumiyet çağından geliyordu…

Sevgili arkadaşım Özer Akdemir, Evrensel gazetesindeki dünkü yazısında geçmiş yıllarda kendisiyle yaptığı röportajda İlhan İrem’in sözlerini şöyle hatırlatıyordu:

"Dünyayı sömürmekte olan ahtapotun kolları bütün ülkelere uzanıyor. Sözde demokratik söylemlerin maskesi ardında kendi topraklarına düşmanlaşan insanlar, kendi dünyasını da tüketmekte olan bir canavarın dokunaçları olduklarının ayırdına varamayacak kadar bilinçsiz ya da hainler… Yeşile, doğaya, zeytine, ağaçlara, dağlara yapılanlar ise bence en büyük ihanet. İşte bu noktada dünyanın her yöresinde toprakları kirletilen, sağlıkları hiçlenen insanların siyanürlü madenlere, HES’lere direnişleri büyük anlam kazanıyor. Egemenler planlarına direnen o insanlara her türlü zulmü yapacak, karaları çalacaktır şüphesiz. Buna rağmen, Anadolu’da sadece insanca yaşamak için madenlere, hidroelektrik santrallerine karşı topraklarını, ağaçlarını, tarihlerini koruyan bir kuvva ruhunun hâlâ soluk aldığını görmek umutlarımı diri tutuyor."

İlhan İrem’e hayranlığımızı artıran bir özelliği daha vardı. 

Türkiye’deki ilk Yeşiller Partisi’nin kurucularından olan İlhan İrem, 1980’lerin sonlarında Aliağa’da termik santral yapımına karşı ön saflarda yer alarak direnişin sembol isimlerinden biri olmuştu.

Düşünün ki Aliağa’daki termik santrallere, farklı kirleticilere, çevre tahribatına yönelik mücadeleler 30-35 yıl önceye gidiyor.

Yıllar sonra bugünlerde değişen hiçbir şey yok, geçmişten ders almak yok, iktidardakilere göre çevreye yönelik zarar yok dolayısıyla sorun yok…

Şimdilerde Aliağa’nın başı yine asbest meselesiyle dertte. 

Kısaca özetleyelim…

2021’in bahar aylarında ilk kez Türkiye gündemine gelen Brezilya donanmasında 2018’e dek görev yapan NAe São Paulo eski nükleer uçak gemisinin Aliağa’da gemi sökümünün yapılacak olmasına kamuoyunda büyük tepki var.

Sök Denizcilik’in Nisan 2021’de Brezilya'dan satın aldığı NAe São Paulo'nun, söküm için İzmir Aliağa'ya getirilmesine Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı geçen ay izin vermişti.

NAe São Paulo gemisi 1963'te Fransız donanmasında görevlendirildi, daha sonra 2000'de Brezilya'ya transfer edildi.

Bilim insanlarının uyarılarına ve kamuoyundaki büyük tepkiye rağmen Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın Türkiye’ye gelişine onay verdiği nükleer uçak gemisi Nae Sao Paulo, Aliağa Gemi Söküm Bölgesi’ne getirilmek üzere 5 Ağustos’ta Rio De Jenario Limanı’ndan yola çıkacak.

NAe São Paulo uçak gemisinin ikizi olarak tanımlanan Clemenceau adlı uçak gemisinin sökümü öncesi hazırlanan raporda gemide 760 ton asbest bulunduğu belirtiliyor. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum ise bu verinin abartılı olduğunu ve asbest miktarının sadece 9 ton olduğunu ifade ediyor. 

Asbest, ağır metaller ve radyoaktif maddelerle yüklü Sao Paolo gemisinin sökümü eğer Aliağa’da gerçekleşirse, bölge ekolojik anlamda ciddi bir krizle karşı karşıya kalacak.

380 bin metrekare üzerinde kurulu tesislerde yılda ortalama 180 gemi ve 900 bin ton zehirli kimyasalları da içeren hurda kontrolsüz şekilde sökülüyor. 

Devasa bir asbest içeriğine sahip NAe São Paulo’nun yalnızca kâr odaklı bir yaklaşımla sökülmesine izin verilmemeli. Bakanlık bu yoğunlukta asbest içeren bir geminin sökülmesi için Türkiye’ye getirilmesine izin vererek aynı zamanda tehlikeli atık ithalatı da gerçekleştirmiş oluyor.

Küresel kapitalizmin, kirli sanayi lobilerinin esiri bir yönetimin kendi öz memleketine ihanetini izliyoruz.

Öte yandan, Türkiye’de asbestin nasıl bertaraf edildiği de yine büyük bir muamma. Sökülen asbestin doğrudan denize bırakıldığı yönünde iddialar mevcut.

İşin bir diğer kritik boyutu ise işçilerin hayati tehlikesi.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) tarafından yapılan bir çalışmaya göre, 2013-2022 yılları arasında Aliağa’da ezilme, patlama, yüksekten düşme, zehirlenme ve asbest sebebiyle 97 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti.

Emek ve ekoloji örgütlerinin sürekli gündeme getirdiği gibi, işçi güvenliği, ekolojik tahribatlar ve halk sağlığı meseleleri bir bütündür, birbirinden ayrı değerlendirilemez.

Maalesef ne acıdır ki, İzmir Aliağa hem emek hem de doğa cinayetlerinin suç mahalli haline getirilmiş durumda. 

Hali hazırda bölgede petrokimya, demir çelik, termik santral, gübre sanayi ve gemi söküm tesislerinin kümülatif kirletici etkileri giderek daha fazla derinleşiyor. 

Zehirli dumanlara kurban edilen Aliağa’da tarım havzalarında geri dönüşsüz zararlar oluşuyor, hava, su, toprak kirleniyor, Türkiye’nin kat kat üstünde kanser vaka oranları yaşanıyor, üstü örtülen meslek hastalıkları ve seri iş cinayetleri her geçen gün artıyor.

Türkiye, farklı sermaye gruplarına verilen izin ve inisiyatiflerle her türlü tehlikeli atığın kontrolsüz şekilde istiflendiği bir çöplüğe dönüşüyor.

Son yıllarda Türkiye’nin dört bir yanında çevre direnişleri tüm dinamizmiyle devam ediyor. Edecek de… 

Şimdi biz İlhan İrem’siz kaldık…

Çevre ve yaşam alanları mücadelesinin başı sağolsun, İlhan İrem savunduğu doğanın koynunda rahat uyusun…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi