İrfan Aktan
Gültan Kışanak: Toplumsal yarılma derinleşti ama bağlarımız kopmadı
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanıyken Ekim 2016’da gözaltına alınıp tutuklanan Kürt siyasetinin en önemli isimlerinden Gültan Kışanak 7 yıllık tutukluluk süresi dolduğu halde hapiste tutulmaya devam ediliyor. Kışanak 12 Eylül 1980 askeri darbesi döneminde de işkenceleriyle dünyaya nam salmış Diyarbakır Cezaevi’ndeydi.
Aradan kırk yıl geçse de Kışanak ve arkadaşları etraflarına örülen duvarları her durumda aşarak Türkiye siyasetinin temel aktörleri olmaya devam ediyor.
31 Mart yerel seçimlerinde DEM Parti’nin Ankara Büyükşehir Belediyesi Eş Başkan adayı olan Gültan Kışanak’la kayyım politikasının etkilerinden DEM Parti’nin yerel seçim stratejisine, işkencecisi Esat Oktay Yıldıran’ın isminin bir okula verilip kaldırılmasından barışın olanaklarına kadar etraflı söyleşimizi avukatı aracılığıyla yaptık…
DEM Parti’nin Ankara Büyükşehir Belediye Eşbaşkan adayı olarak gösterildiniz. Neden Ankara’dan aday oldunuz? Hapishane koşullarında nasıl bir seçim çalışması yürüteceksiniz?
Ankara adaylığım, siyasetin hakiki konularını ve siyasetin öznelerini ön pala çıkartarak, toplumsal mücadeleyi güçlendirme amacı taşıyor. Türkiye'de siyaset giderek futbola benzedi. Bir tarafta yıldız oyuncular, diğer yanda taraftarlar. Egemen erkekler oyuncu; Kürtler, kadınlar, emekçiler, ezilenler tüm ötekiler, oy deposu. Oysa siyasetin öznesi toplum; konusu da toplumun geleceğidir. Siyaset, tüm ezilenlerin, ötekilerin mücadele sahasıdır. Kürt sorununun çözümsüz bırakılması, kadınları kazanımlarının dahi tehdit altında olması, doğayı ve insanı yok eden rant ve sömürü çarkı, hakiki sorunlardır. Ve bu sorunlar birbirinden bağımsız değil, hepimizin ortak sorunlarıdır. Bu nedenle Diyarbakır'dan Ankara'ya, Ankara'dan dört bir yana köprüler kurmak gerekiyor. Hep beraber mücadele edip, hep beraber kazanacağımıza inanıyorum. Hapishane koşulları sürece aktif olarak katılmam önünde bir engel. Ancak siyasi rehine olarak alındığımız günden beri, duvarları ve demir kapıları aşmaya gayret ettim.
Peki bu süreci nasıl yürüteceksiniz?
Yedi yıldan beri yaptığım şeyi, yapmaya devam edeceğim. Kaldı ki benim kişisel hakikatim bile; sanırım bu ülkenin sorunlarını yeterince görünür kılıyor. Ape Musa’nın deyimiyle bu cumhuriyetin son 44 yılının "sanığı, tanığı, davcısıyım." Kürdün Diyarbakır 5 Nolu'dan, Kandıra 1 Nolu F Tipi'ne devam eden mücadelesinin; siyasi kumpas davaların, kayyımların, tanığı, sanığı, davacısıyım... Etraflarına örülen duvarları bir bir aşarak politik sahaya çıkan kadınların yoldaşı; kadın özgürlük mücadelesini engellemek isteyenlerin sanığı, davacısıyım. Sanırım cumhuriyetin başkentinden aday olmak için bu kadar sebep yeter.
KENT UZLAŞISININ BATIDA DİĞER PARTİLERLE PAZARLIK YAPMAKLA ALAKASI YOK
14 Mayıs seçimlerinde Yeşil Sol Parti ve Emek ve Özgürlük İttifakı hedeflerine ulaşamamış, Yeşil Sol Parti bu bağlamda geniş halk toplantılarıyla özeleştiri vermişti. DEM Parti de bu tartışmalar üzerine 31 Mart 2024 yerel seçimlerine yine çeşitli eleştiriler eşliğinde hazırlanıyor. Sizin de önerdiğiniz üzere adaylar konusunda ön seçimler yapıldı. Şu ana kadarki DEM Parti yerel seçim stratejisine hapishane koşullarından baktığınızda ne görüyorsunuz?
Öyle görülüyor ki 14 Mayıs seçimlerinin sonuçları üzerinden gerçek manada muhasebe yapan tek parti DEM Parti geleneği. Sekiz ay gibi kısa bir sürede, yüzlerce halk toplantısı yaparak halkın eleştirilerini dinlemek, özeleştiri yapmak, yeniden yapılanma sorunlarını aşmak, yerel seçimlere hazırlık yapmak kolay değil. DEM Parti'nin yoğun bir çalışma temposuyla, bütün bu süreçleri mümkün olduğu kadar iyi yönettiğini düşünüyorum. Ön seçim yapmak kolay değil. DEM Parti kentteki tüm toplumsal dinamikleri, STK temsilcilerini, meslek örgütlerini de ön seçime dahil ederek iyi bir demokrasi örneği verdi. Bazı eksiklikler olmuştur, bu doğaldır. Önemli olan yaşanan eksiklerden dersler çıkartarak, ön seçimi bir gelenek, temel bir ilke haline getirmektir. Ön seçim, kendi sorunlarına sahip çıkan, çözümün odağında kendisini gören demokratik toplumun inşa edilmesinde önemli yöntemlerden biridir. Daha da geliştirilmelidir. DEM Parti'yi genel olarak başarılı buluyorum. Bu siyasi gelenek, sekiz yıldan beri kesintisiz siyasi operasyonlar, kumpas davalar ve parti kapatma çabalarıyla yok edilmek istendi. İktidar düşmanlaştıran bir dil ve kara propaganda yöntemleriyle, bu siyasi geleneği tecrit etmek, siyaset sahası dışına itmek için çok uğraştı. Kürt halkı kayyım atamalarıyla siyasal tercihini değiştirmeye zorlandı. Bu amansız, yok edici baskıları da görmek gerekir.
Sizce DEM Parti 14 Mayıs seçimlerinden gereken dersleri, sonuçları çıkarmış görünüyor mu?
DEM Parti yerel seçimlerde “kent uzlaşısı” ile hareket edeceğini açıkladı. Bu yerel demokrasi kültürünü güçlendiren önemli bir politikadır. Ancak kent uzlaşısı, kasıtlı olarak “batıda diğer partilerle pazarlık yapmak” olarak gösterildi. Oysa hiç alakası yok. DEM Parti'nin, seçimi kazanacağı illerde yaptığı ön seçimler de “kent uzlaşısı” aramanın bir yöntemiydi. Halk yaşadığı kentlerde yerel yönetimlere katılmak istiyor, bunda demokratik mücadeleye aykırı ne var? Artık halkı “kırk katır mı, kırk satır mı?” ikilemine sıkıştırmaktan vazgeçseler iyi olur. Türkiye'de siyaset, kazanma/kaybetme ikilemi arasına sıkıştırıldı. Bu haliyle siyaset çözümün değil sorunların kaynağı haline geldi. Hakiki sorunlar görünmez oldu, toplumsal uzlaşı kültürü yok edildi, toplumsal ayrışma derinleşti. Oysa siyaset, farklılıklarımızın yansıdığı, muhalefetin hayati önem taşıdığı, iktidarın değişken olduğu, toplumsal sorunların uzlaşıyla çözüldüğü bir alan olmalıdır. DEM Parti bunu yapmaya, yerel demokrasiyi inşa etmeye çalışıyor. Bu çaba takdirle karşılanmalı.
BİZE SAVAŞI MI DAYATIYORLAR; BARIŞI DAHA GÜÇLÜ SAVUNMALIYIZ
Kimi değerlendirmelere göre 2015 Haziran seçimlerinden beri HDP çizgisinin yaşadığı oy kaybı, yürütülen politikaların tabanda tepki görmesinden kaynaklanıyor ve bu politik “hataların” düzeltilmesi halinde toparlanma mümkün. Fakat daha karamsar bakışa göreyse DEM Parti’nin hatalarından ders alması da bu süreci telafi etmeye yetmez; zira iktidarın yarattığı hegemonya Kürt hareketinin gelişme kapasitesine ket vuruyor. Sizce sorunun ve olanakların zeminleri nerelerden besleniyor?
Bu sorunuzun cevabı yukarıda verdiğim cevapların toplamında var. Evet korkunç bir baskı dönemi yaşadık, yaşıyoruz. Ama demokratik siyasetin görevi, tüm baskıları boşa çıkartacak mücadele yöntemleri bulmaktır. Temel bir prensip olarak, "beni girmeye zorladıkları yollardan uzak durarak" mücadele etmeyi tercih ediyorum. Bize savaşı mı dayatıyorlar, barışı daha güçlü savunmalıyız; bize ayrışmayı mı dayatıyorlar daha fazla ortaklaşma imkanı yaratmalıyız, bize asimilasyonu mu dayatıyorlar dilimize kimliğimize daha fazla sahip çıkmalıyız... Hakikat, akıl, vicdan ve demokratik ilkeler bunu gerektiriyor.
AYM’NİN CAN ATALAY KARARINI ANAYASAL SİSTEMİ İKTİDAR LEHİNE DEĞİŞTİRMEK İÇİN KULLANMAK İSTİYORLAR
Mahkeme beyanınızda hükümetin Kobani ve Gezi olayları üzerinden iktidarını daimileştirmek istediğini ve bu nedenle yargılandığınızı söylemiştiniz. Aradan on yıl geçtiği halde Kobani ve Gezi olayları iktidar açısından nasıl bir işlev gördü, görüyor?
İktidar demokratik siyaseti ve halkı baskı altına almak için deyim yerindeyse “suyunu çıkartırcasına” bu davaları kullandı. Toplumu birbirini duymayan iki kampa ayırmak için, yaratılan bu kamplaşmadan iktidar devşirmek için, savaş politikalarını meşrulaştırmak için, demokratik Kürt siyasetini tecrit etmek için, yargıdaki siyasal kadrolaşmaya rıza üretmek için, siyasi rehine gerçeğini gizlemek için, en demokratik hak olan protesto hakkını yok etmek için kullandılar. Bizler Kobane Kumpas davasında provokasyonu teşhir etme, hakikati ortaya çıkarma görevimizi yerine getirmeye gayret ettik. Provokatörleri ve kumpasçıları yargıladık. Tüm arkadaşlarımız duruşlarıyla, savunmalarıyla büyük bir direniş sergiledi; boyun eğmedik, siyasi hesapları boşa çıkardık. Sonuç ne olur bilmiyorum ama Kobane kumpas davası tarihe teşhir edilmiş, mahkum edilmiş, kötü bir siyasi kumpas davası olarak geçecektir. Gezi davası açısından da benzer şeyleri söyleyebilirim. Son olarak, AYM'nin Can Atalay kararını, anayasal sistemi iktidar lehine değiştirmek için kullanmak istiyorlar. Bu nedenle bizlerin, hakikati anlatma görevi devam ediyor. Demokrasiye, toplumsal barışa, adalete ve hukuka inanan herkesin hakikati savunma ve hakikati tarihe nakşetme sorumluluğu var.
ASLA KIRGIN DEĞİLİM, BU DAVALARIN AMACI BİZİ, SİYASİ REHİNELERİ AŞIYOR
IŞİD’in Kobani’yi işgali ve Türkiye’nin bu işgale seyirci kalmasını protesto eylemlerine Kürtlerin önemli bir kısmı dâhil oldu. Gezi protestoları ise bir şehir dışında bütün Türkiye’de yapıldı. Her iki protesto silsilesine milyonlarca insan dâhil olurken, faturanın kesildiği sizin gibi az sayıda insanla yeterince toplumsal dayanışma gösterilmemesini nasıl karşılıyorsunuz? Örneğin kırgın mısınız?
Asla kırgın değilim. Demokrasi ve özgürlük mücadelesi gerektiğinde bedel ödemeyi de göze almaktır. Ancak yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi bu davaların amacı bizi, siyasi rehineleri aşıyor. Düze çıkmak için, toplumsal barış için, demokrasi için, hakikatin daha güçlü sahiplenilmesi gerekiyor.
KAYYIM DARBESİ TOPLUM AÇISINDAN SARSICI OLDU, TRAVMA YARATTI
2014 yerel seçimlerinde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eş başkanı olarak seçildiniz. 25 Ekim 2016'da da tutuklandınız. Sizden sonra, 2019 yerel seçimlerinde yine Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne eş başkan olarak seçilen Selçuk Mızraklı da yine Ekim 2019’da tutuklandı. Son iki seçimde neredeyse tüm HDP-DEM Parti belediye eş başkanları görevlerinden alındı ve çoğu tutuklandı. Üstelik 31 Mart 2024 seçimlerinde de kazanacak DEM Partili adaylar açısından kayyım sopası hâlâ havada. Yakın geçmişteki bu deneyim ışığında baktığınızda 31 Mart seçimlerinin nasıl bir anlamı var sizce?
Kayyım darbesi, sadece Diyarbakır’ın Hakkâri’nin sorunu değil, Ankara’nın da, İstanbul’un da sorunudur. Büyük bir demokrasi krizidir. Ayrıştırıcı, bölücü, toplumsal barış olanaklarını yok edicidir. Bu seçim kayyım darbesini tarihin çöp sepetine atma seçimi olmalıdır. Demokrasiye ve ortak geleceğimize inanan herkes bu seçimde sandıktan kayyım siyasetini durduracak kadar güçlü bir sonuç çıkması için mücadele etmelidir. DEM Parti'ye verilecek her oy kayyım darbesine karşı irade beyanıdır. Bir kez daha altını çiziyorum, bu görev sadece Diyarbakır’ın Van’ın değil, tüm kentlerin görevidir. Halklarımız DEM Parti’nin aday çıkardığı her yerde bu motivasyonla çalışmalı ve sandıkta, kayyım politikasına gereken dersi vermelidir.
Kayyım uygulaması Kürtler ve Kürt siyaseti üzerinde nasıl bir tesir yarattı sizce?
Demokratik siyasetin bilinçli ve yoğun emeği olmasaydı, ciddi kırılmalara yol açabilirdi. İki kez üst üste kayyım darbesi ile halkın iradesinin yok sayılması, toplum açısından sarsıcı oldu, travma yarattı, demokratik siyasete olan inancı zedeledi. Ama bu siyasi geleneğin demokratik karakteri öylesine güçlü ki, düştüğü yerden kalkmasını biliyor. Halk 2019’da kayyım siyasetine gereken dersi vermişti. Bu kez sandıktan çok daha güçlü sonuçlar çıkacağına inanıyorum.
BİR GÜN ÇIKARSAM BENİ NASIL BİR TRAVMA BEKLİYOR DİYE DÜŞÜNDÜĞÜM OLUYOR
25 Ekim 2016’dan beri hapiste tutulduğunuz süreç boyunca babanızı, abinizi, yengenizi, yeğeninizi, ablanızı, amcanızı, dayınızı ve halanızı kaybettiniz ve Kobani Davası savunmanızda aktardığınız gibi, hiçbirinin son anlarında yanında olamadınız. Yedi yılı aşkın tutukluluk ve bu süreçte yaşadıklarınız üzerinizde nasıl bir etki yarattı, yaratıyor? Maruz kaldığınız uygulamalar politik düşüncenizi ne yönde dönüştürüyor?
Pandeminin de etkisiyle olağan dışı kayıplar yaşadım. İkinci, üçüncü derece akrabalarımdan da kaybettiklerim oldu. Duygusal olarak zorlanmadım dersem doğru olmaz. Hâlâ “eğer bir gün çıkarsam, beni nasıl bir travma bekliyor” diye düşündüğüm oluyor. Cezaevine girerken geride büyük bir aile bırakmıştım, şimdi bir kaç kişi kaldık. Dayanması kolay değil. Ama uğruna bedel ödediğim değerleri sahiplenen, çok daha büyük toplumsal ailemin olduğunu bilmek içimi ferahlatıyor. Tabii başta kızım olmak üzere ailemin desteği ve dostlarımın dayanışması da bana güç veriyor. Bir de yıllarca cezaevinde tutulan ve bu sürede bir çok yakınını kaybeden o kadar çok insan var ki; insan kendi acısını geri plana itmeyi öğreniyor. Bütün bu yaşadıklarımın politik düşünceme olumsuz yönde etki etmesini önlemeye çalışıyorum. Zira sorunlarımızı çözümsüz kılan en önemli etkenlerden biri de yaşadığımız travmalarla baş edememek... Unutmak değil “yüzleşmek ve baş etmek” gerekiyor. Bunu yapmaya çalışıyorum.
HERKES KENDİSİ İÇİN MÜCADELE EDİYOR, BEN DE…
Kürt siyasetçileri genelde hapishane koşullarının üzerlerinde yarattığı tesiri “anlatmaya değer” bulmuyor ama sonuçta siz haksızlıklara karşı mücadele eden siyasetçilersiniz. Dolayısıyla şahsınıza yönelik haksızlıklara karşı yeteri kadar ses çıkartıldığını veya Kürt hareketinin bu konuda iyi bir sınav verdiğini düşünüyor musunuz?
Bu tür şeylerle hiç kafamı yormuyorum. Herkes kendisi için mücadele ediyor, ben de... Ayrıca, 12 Eylül 1980 darbesinden beri, cezaevlerinin hep politik tutsaklarla dolu olduğuna bizzat tanığım. Keşke toplamında sorunlarımızı çözebilecek bir güç açığa çıkartabilsek ve artık zulme doyan bu topraklar barışa ve huzura kavuşsa, cezaevleri de boşalsa.
Gündelik hayatınızda ne tür sorunlarla, kısıtlamalarla, engellemelerle, zorluklarla karşılaşıyorsunuz?
Halkın sorunlarına çözüm bulmak için, umudu büyütmek için aday olduğum bu süreçte, kendimden bahsetmeye, yakınmaya hakkım yok.
Dışarıyla ilişkiniz, iletişiminiz nasıl? Türkiye’de olup-bitenler hakkında yeterince bilgiye erişebiliyor musunuz? Partinizle, tabanınızla ilgili en çok neyi merak ediyorsunuz?
Dışanıyla iletişim imkanları çok kısıtlı. Ailem, avukatlar, milletvekili arkadaşlar mümkün olduğu kadarıyla dışarıyı anlatıyorlar. Ama gerçek bilgi, duygulardan bağımsız olamaz, eksikliğini hissettiğim şey toplumsal atmosfer, halkın duyguları. Eh bunu da anlatıyorlar ama görmek, yaşamak başka bir şey.
YIKIMI VE ÖLÜMÜ DURDURAMAMAK İŞKENCELERİN EN AĞIRIYMIŞ; YAŞAYARAK ÖĞRENDİM
Kobani Davası’da verdiğiniz beyanatta “Diyarbakır Cezaevindeki vahşeti yaşamış bir kadın olarak söylüyorum; Esat Oktay’ın vahşi yöntemlerinin üzerimde uygulandığı dönemde bu kadar zorlanmadım” demiştiniz. Bu sözlerle neyi kastediyordunuz?
13- Diyarbakır Cezaevi’nde, benim kişisel sorumluluğum, kendi onurumu korumaktı. Tabii ki birlikte kaldığım kadınlara karşı da insani sorumluluklarım vardı, ama bireysel olarak baktığımda; işkencenin muhatabı bendim, acıyı çeken de, direnen de bendim. Mesele bende başlayıp, bende bitiyordu. Ancak Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı olmak, bütün bir kentin sorumluluğunu yüklüyor insanın sırtına. Sur yıkılırken, insanlar yaşamını yitirirken, on binlerce insan evsiz kalırken, bu yıkımı ve ölümü durduramamak, bir çözüm bulamamak işkencelerin en ağrıymış, bunu yaşayarak öğrendim. Siyaset, çok büyük bir sorumluluk. Maalesef bu sorumluluk yeterince anlaşılmıyor.
ESAT OKTAY SADİST KİŞİLİKLE IRKÇILIĞIN BULUŞTUĞU DERİN BİR KÖTÜLÜKTÜ
12 Eylül 1980 darbesi sırasında hapisteydiniz ve büyük işkencelere maruz kaldınız. İşkenceciniz Esat Oktay Yıldıran’ın ismi yakın zamanda bir okula verildi, tepkiler üzerine kaldırıldı. Bir kere Esat Oktay Yıldıran nasıl bir unsurdu ve neyi temsil ediyordu?
Tepkiler üzerine sonradan kaldırılmış olması, Esat Oktay isminin bir okula verilmiş olmasının ayıbını ortadan kaldırmıyor. Darbenin özel görevlisi Esat Oktay faşizmin, sadist kişiliğin ve ırkçılığın buluştuğu derin bir kötülüktü. Diyarbakır 5 Nolu'da tüm insanlığa karşı suç işlendi. Bu hakikatle gerçek manada bir yüzleşme yaşanmazsa, bundan sonra da benzer pratiklerle karşılaşmak mümkün. Kötülüklerden arınmak için bu yüzleşmeye tüm Türkiye'nin ihtiyacı var, bunu bilmek gerekiyor.
Sizce bugün bazı neofaşist grupların Esat Oktay Yıldıran’a “itibar” kazandırmak istenmesi bize ne anlatıyor?
Bizde “yüzü olan utanır” derler. Tarihsel utanç unsuruna kimse itibar kazandıramaz. Bu nedenle okula isim verme da kimse üstlenmek istemedi. Umarım ders çıkarırlar.
SİYASAL AKTÖRLERE İLKELERİ VE SORUMLULUKLARINI HATIRLATMAK İÇİN ADAY OLDUM
Kobani Davası beyanınızda “çözüme katılmak için toplum hazır, yeter ki siyasi liderler o dili kullansın” dediniz ama aynı beyanınızda savaşın arkasında çıkar ve rant ilişkiler olduğunu, savaşın yükünün yoksulların sırtına atıldığını, dolayısıyla savaşa karşı çıkmanın herkesten önce işçilerin, emekçilerin ve yoksulların görevi olduğunu söylediniz. “Bunu durdurabiliriz, sırtımızdan para kazanmalarına izin vermemeliyiz” dediniz. Mevcut iktidarın yapısına ve toplumdaki genel vaziyete bakıldığında bu mümkün mü?
Toplumun da, siyasi liderlerin de sorumlulukları var, buna dikkat çekmek istedim. İşimiz doğruları söylemek ve sorunlarımızı çözebilecek imkanları yaratmaktır. Ankara'dan aday olmama biraz da bu pencereden bakabilirsiniz. Siyasal aktörlere etik, ahlaki, demokratik ilkeleri ve sorumluluklarını hatırlatmak, topluma da “çözüm için inisiyatif alın” çağrısı yapmak için aday oldum.
TOPLUMSAL YARILMA DERİNLEŞTİ AMA BAĞLARIMIZ KOPMADI
Mehkeme beyanınızda 2015 yılında Aydın’da bir Alevi-Yörükle diyaloğunuzu aktardınız: “Aydın’daki seçim sürecinde yaşlı bir amca toplantı yaptığımız köy kahvehanesine gelerek, -Alevi yörük bir amcaydı, ‘Kızım duydum ki sen de Alevimişsin musahipliğin var mı, yoksa musahip olalım, Kürtler ve Türkler dünya ahiret kardeş olsunlar’ dedi. Çok etkilendim. Alevilikte musahiplik olmak istiyorsan Cem’de sana sorulur, ‘Sen bu musahipliğinle yoldaş olacak mısın, yanlışının önünde duracak mısın, yüreği yandığında senin de yüreğin yanacak mı? Bir tülbentin güneşte kuruyacağı süre kadar küs kalırsın ondan fazla kalamazsın’ der. Amca bana musahiplik teklif etti. Benim için çok önemliydi. Beni ayakta tutan bu manevi değerlerdir…” Sizce “müsahiplik” hâlâ mümkün mü? Bunun koşulları kaldı mı?
Müsahipliğin, yani yol arkadaşı olmanın, yani doğru yolda birlikte yürümenin, yani demokratik, ortak bir gelecek kurmanın imkanları olduğuna inanmasam siyaset yapmam. Neredeyse yarım yüzyıldan beri kanayan bir yara var. Bu yara zaman zaman enfeksiyon kapsa da hâlâ kangrene dönüşmedi. Toplumsal yarılma derinleşti ama bağlarımız kopmadı. Hâlâ demokratik siyaseti güçlendirerek sorunlarımızı çözebileceğimize inanan, bunun için mücadele eden milyonlar var. Küslüklerimiz, kırgınlıklarımız var ama nefret yok. Bu toprakların mayasında çoğulculuk var. Muktedirler, ne kadar zorlasa da bu maya bozulmuyor, bozulmayacak.
KÜRTLERİ KİMLİKLE, TÜRKLERİ DE SOLCULUKLA KODLAMAK EN SAÇMA YORUM
Mahkeme beyanınızda Türkiye halklarıyla dava kardeşi olduğunuzu söyleyip şu değerlendirmeyi yaptınız: “Diyarbakır cezaevinde o zulmü yaşadım, işkenceyi yaşadım. Bugün beni bu hücrelerle korkutmaya çalışanlar bilsin ki Esat Oktay beni korkutmadı. Bu memleketi o katil sürüsüne bırakmamak için ben sosyalistlerle beraberim”. 14 Mayıs 2023 seçim sürecinden beri Kürt hareketiyle Türkiye’deki sol parti ve yapılar arasındaki ilişkide bir dönüşüm yaşanıyor; zaman zaman ayrışmalar söz konusu oluyor. Sizce bu gidişat neye işaret ediyor?
Bu sorunuzun cevabı, yukarıdaki cevapta var. Kürtleri kimlikle, Türkleri de solculukla kodlamak en saçma yorum. 14 Mayıs 2023 seçimleri sırasında yazdığım yazı da, bu klişeye karşı duyduğum tepkinin bir yansımasıydı. Bizler demokratik değerlere inanarak siyaset yapıyoruz. Aynı ilkeleri, aynı demokratik değerleri savunan insanların kimliklerine bakmıyoruz... Kimsenin bizi kimliklerimizden soyutlamasına yada sadece kimliğe indirgemesine asla izin vermeyeceğiz. Kürtlere “ya sadece Kürt olmak, ya da sadece demokrat olmak” dayatılıyor. Oysa bizler yıllardan beri Kürt kimliğimizle, demokrasi mücadelesi veriyoruz. Kürt sorunu ile demokrasi sorunu iç içe geçmiştir. Birini yok sayıp, diğerini çözmek mümkün değildir. Bu şaşı bakış değişmeli.
NE DAVANIN HUKUKLA ALAKASI VAR, NE YARGININ ADALETLE
Bugün Kürt sorununda girilen çatışma, baskı, asimilasyon sürecinden çıkış için sizce öncelikli olarak neler yapılması gerekiyor? Bunun koşulları ne şekilde sağlanabilir?
Bildiğim bir tek yol var. Demokrasiye, barışa, dilimize ve kimliğimize sahip çıkarak...
Kobani Davası beyanınızda “azami tutukluluk sürem dolduğu halde neden hâlâ içerideyim” diye sormuştunuz. Azami tutukluluğunuzun üzerinden ne kadar zaman geçti? Sizce neden hâlâ hapistesiniz?
Azami tutukluluk süresi Ekim 2023'te doldu. Bizler siyasi rehine olarak cezaevinde tutuluyoruz. Hukuki mecburiyete rağmen tutuklulukta ısrar edilmesi siyasi rehine olduğumuzun en açık kanıtı. Ne davanın hukukla alakası var; ne de yargının adaletle. Sorunların kör düğüme dönüştüğü yer siyaset.
İNSANIN ZWEİG’I OKURKEN “500 YILDA HİÇ Mİ BİR ŞEY DEĞİŞMEZ” DİYESİ GELİYOR
Şu aralar ne okuyorsunuz? Tavsiyede bulunmanızı istesek şu anda hangi kitabı veya yazarı önerirsiniz?
Bu ara Meša Selimović’in “Derviş ve Ölüm” isimli romanını okudum. Ahlaki olanla politik olanın çatışmasını anlatıyor. Otorite ile etik değerleri, adalet ile dini ya da ideolojik bağnazlığı, suç ve ceza kavramlarının politik arka yüzünü mukayese edebilmek için iyi bir roman. Bir de Stefan Zweig’ın “Vicdan Zorbalığa Karşı” isimli kitabını, günümüz politik sorunlarına cevap aramak için bir kez daha okumak gerektiğini düşünüyorum. Kitaba konu olan Castellio ve Calvin’in mücadelesi, beş yüz yıl önce yaşansa da hâlâ çok güncel. İnsanın Zweig’ı okurken “500 yılda hiç mi bir şey değişmez” diyesi geliyor. Evet, düşünce özgürlüğü ve demokrasi mücadelesinin özü hiç değişmemiş.
Çiğdem Mater: Astrologlar gelecek günlerden umutlu, ben değilim