Mehmet Altan
Komutanın sır ölümü….
1974 yılında Kıbrıs Harekâtı sırasında Albay rütbesiyle Kıbrıs Türk Alayı Komutanlığına atandı.
1978 yılında Tuğgeneral rütbesine terfi etti ve Bolu Komando Tugayı Komutanlığına getirildi.
1982 yılında Tümgeneral rütbesine terfi etti.
1986 yılında Korgeneral rütbesine yükseldi ve 1988 yılında Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı oldu.
1990 yılında Orgeneral rütbesine terfi etti ve Jandarma Genel Komutanlığı'na atandı.
57 yaşındaydı…
xxxxxxxx
3 yıl sonra…
60 yaşında iken…
17 Şubat 1993 tarihinde, içinde bulunduğu Beechcraft B200 King Air tipi uçağın “henüz aydınlanamayan nedenlerle” düşmesi sonucu öldü.
Önceki gün ölümünün 31. Yıl dönümüydü…
xxxxxxx
Sanal ansiklopedide “ölümü” başlıklı bölümde çarpıcı bilgiler ve iddialar yer alıyor:
-“Kuzey Irak'ta konuşlanmış durumda bulunan Çekiç Güç Kuvvetlerinin Türkiye'den ayrılması gerektiğini ve ABD'nin Kuzey Irak'ta oluşturmaya çalıştığı Kürt Devleti'nin Türkiye'nin zararına olduğunu söylüyordu. Bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri büyükelçiliği tarafından birkaç defa hükûmete şikâyet edildiği iddia edildi.
17 Aralık 1992 tarihinde Çekiç Güç'e bağlı Amerikan savaş uçakları, kendilerine bildirildiği halde Irak'ın Selahaddin kentine gitmekte olan Bitlis'in helikopterine taciz uçuşu yaptı ve helikopteri inişe zorladı.”
-“Komutanlığı döneminde JİTEM'in kurularak yargısız infazların yapılmasına ve itirafçılarla birlikte silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yapılmasına karşı çıktığı da basına yansıdı.”
xxxxxxxx
Eşref Bitlis, ölümünden 7 ay önce kendisini gelecekte genelkurmay başkanı olarak görmek istediği iddia edilen dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a da Kürt sorununa ilişkin bir mektup yazıyor.
Devlet içindeki bazı unsurların terörden rant sağladığını vurgulayarak isimler veriyor. Güneydoğu'daki bazı iş adamlarının güvenlik güçlerinin de desteğini alarak bölgede terör örgütü PKK adına kaçakçılık yaptığını belirtiyor.
Mektubun ikinci bölümünde ise Kürt halkına yönelik ılımlı adımların atılması için devlet politikası oluşturulması gerektiğini vurguluyor ve "Bölge halkının kazanılması zaruridir. Halk yanlış yönetim ile terör örgütü arasında sıkışmış durumdadır. Bunu suistimal eden unsurların bertaraf edilmesinin zorunluluğu ortadadır" tespitinde bulunuyor.
xxxxxxxx
Çekiç Güç’e karşı çıkan, JİTEM’in yargısız infazlarına itiraz eden, “güvenlik güçlerinin” desteğini alan iş adamlarının bölgede uyuşturucu kaçakçılığı yaptığını Cumhurbaşkanına bildiren Jandarma Genel Komutanı “hala aydınlatılamayan” bir uçak kazasında ölüyor.
Aradan 31 yıl geçiyor bu ülke hala bu ölümün sırrını çözemiyor.
Gerçekten kaza mıydı?
Yoksa öldürüldü mü?
Bilmiyoruz.
xxxxxxx
Bitlis’in öldüğü 1993 yılı “sır ölümlerin” peş peşe geldiği kâbus bir yıl…
- Orgeneral Bitlis'e yakınlığıyla bilinen Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın hala tartışılan biçimde kalp krizi geçirerek ölmesi….
- Ardından Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın Lice'de uzun menzilli tüfekle vurulması…
- Aynı yıl Uğur Mumcu'nun suikasta kurban gitmesi…
- Adnan Kahveci’nin nedenleri berraklaşmayan bir trafik kazasında hayatını kaybetmesi…
- Otobüslerle korumasız olarak terhis edilen 33 erin Bingöl karayolunda pusuya düşürülmesi…
- Sivas Katliamı’nın yaşanması….
xxxxxxx
Bütün bu korkunç olayların yaşandığı ve bu ölümlerin nedeninin tam olarak aydınlatılmadığı bir ülkede yaşıyoruz.
30 yıl önce de “uyuşturucu kaçakçılığından” söz ediliyor, bugün de uyuşturucu kaçakçılığından söz ediliyor.
Aydınlanmayan ölümler ve bitmeyen bir uyuşturucu kaçakçılığı…
xxxxxxx
Geçenlerde bir yazımda, “siyasal İslamcı otoriter bir rejime nasıl savrulduk?” sorusunun cevaplarını geçmişte aramak gerektiğini Taha Akyol’un “Neden 29 Ekim?” başlıklı son kitabındaki belgelere dayanarak anlatıyordum…
Buraların kısa bir yazıyı bile okuma ciddiyeti olmayan , önüne ve arkasına bakmayı akıl bile edemediği tek bir cümle üzerinden kendini ortaya atan bir “beyinsel sazanlaşmaya” uğradığını bir kez daha gördüm.
Bugüne gelen yolun nerelerden geçtiğini asla tartışmak istemeyen bir kitle var…
Onlara göre AKP, “Yetmez Ama Evet”çiler tarafından iktidara getirildi ve gül gibi ülkemiz perişan oldu.
Bu insanlar geçmişte yapılan dehşet verici işleri yok saymak istiyorlar…
O “yok saymak” istedikleri dehşetin bizi bugünlere taşıdığını bir türlü kavrayamıyorlar.
Ya da kavramak işlerine gelmiyor.
xxxxx
Bırakın daha öncesini, sadece 1993 yılındaki karanlık kabus bile bize bugüne açılan yolu göstermeye yeter.
Bunca felaketin faillerinin bulunmadığı bir hukuk devleti olabilir mi?
Olur ise elbette orası vesayetten vesayete savrulur…
Dün askeri, bugün siyasal İslamcı…
Siz “vesayete” toptan karşı çıkmaz da bir vesayetin varlığını normal görürseniz, başka bir vesayetin yeşermesini sağlayacak tohumu da ekmiş olursunuz.
xxxxx
Bu vesayetler dizisinden kurtulmak mı istiyorsunuz?
Yoksa bugünkü vesayetten kurtulup geçmişteki vesayete dönmek mi istiyorsunuz?
Bunun cevabını net vermek gerekiyor.
xxxxx
Eğer vesayetlerden kurtulmak, zengin, özgür, barışçı bir ülkede yaşamak istiyorsanız hem geçmişin, hem de bugünün suçlularına karşı çıkacaksınız.
Her cinayetin karşısında olacaksınız.
Uyuşturucu kaçakçılarını “bizden, onlardan” diye ayırmayacaksınız.
Hukuka sahip çıkacak, her hukuksuzluk mağdurunu “kim olursa olsun” savunacaksınız.
Eğer bu toplumun çoğunluğu bunları yapmazsa burası her çeşit vesayetten, cinayetten, fakirlikten, adaletsizlikten kurtulamaz.
Bence bu kadar açık…
Ve ne yazık ki açık olduğu kadar da üzücü.
Mehmet Altan: İlk imzası 15 yaşında yayınlandı. 20 yıl Sabah,6 yılda Star gazetelerinde baş yazarlık ve yazarlık, televizyon programcılığı ve yorumculuk yaptı. 30 yıl boyunca İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yaptı.1993 yılından beri profesör. Yayınlanmış 40 civarında kitabı var.15 Temmuz sonrası Anayasa'nın 19.,26. ve 28. maddeleri yok sayılarak tutuklandı.21 ay cezaevinde kaldı. AYM,AİHM ve Yargıtay kararları ile hak ihlaline uğradığı saptandı. 29 Ekim 2016 tarihinden beri KHK'lı.