Savaştan mı ölsek, kuraklıktan mı?

Şimdi bir başka ölüm, ‘kuraklık’ da kapımızı çalıyor. Aslında dünyanın çok önemli bir kesiminin, bırakın kapısını çalmayı çoktan evinin içindeydi kuraklık.


Tam olarak ölümlerden ölüm beğen günlerini yaşıyoruz. Efendilerin hangi bombayı nereye atsak kararsızlığı altında Pompei’nin son günleri keyfini çıkarıyoruz. Henüz yakın günlerde korona; -cansız virüs- sadece kenar dünya egemen devletlerinin, sınırlarına kadar boyları, sarayları kadar ihtişamları, eteklerine sarılmış evet efendim, sepet efendimcileri, yani yalakalarının sığ akıllarından ve kifayetsiz iktidar zulmünden ibaret olan devletlerini değil, koca koca dünya hakimi, cihan hükümranı! olanları bile aciz bıraktı. Bakmayın, hâlâ maskeli beşler gibi ayakta durduklarına, onların gücünden değil bizim beceriksizliğimizden mevcutlar walla. Yoksa varlıkları ne kadar irrasyonel ise, hâlâ var olmaları zırrasyonel…

Şimdi bir başka ölüm, ‘kuraklık’ da kapımızı çalıyor. Aslında dünyanın çok önemli bir kesiminin, bırakın kapısını çalmayı çoktan evinin içindeydi kuraklık. -Söz gelimi yoksa evleri de yok ya.- Sayıları bazen, eğer merhametleri uygun görürse, BM-Birleşmiş Milletler raporunda görebilirsiniz ama daha çok bu konuda tez yazacaklar için sadece.

Yoksa çoktan var olan bir ölümdü bu, yeni yetme koronadan, çok daha önce. Ancak dehşetle büyüyerek düşen bu çığ, dünyanın hiyerarşik piramidinin ortalarına doğru ilerledikçe, önem kazanıyor… Sözde…

Hele kuraklık, bizim topraklarımızı da sardığında, vay canına oluyor her şey. Çeşitli boyda yetkililer, bize ‘aman dikkatli olun’ demeye başlıyor. Hani sanki günlük içtiğimiz iki bardak su, uyarına gelirse bir diş fırçalaması, çocukların haftalık çamaşır yıkama günü filan tüketmiş koca nehirleri - gölleri gibi. ‘Lütfen muslukları kapayın’ talimatları doluyor hayatımız.

Sanki biz demedik bu egemen sularına, bu kadar çok baraj, HES, havaalanı, otoyolu, köprü möprü yaparsanız doğanın dengesini bozarsınız, yağmur kaçar gider, geriye çatlamış topraklar kalır diye…

Sanki biz demedik, sulama havzalarını betona boğduğunuzda, kuraklıktan kavrulacak her yer ve içecek suya muhtaç kalacağız ya da seller denize taşıyacak her şeyi, ne varsa orada artık, ev, ağaç, ekin, bahçe ve toprağın en güzel yanını…

Ve sanki biz demedik; mesela denizlere ulaşmazsa nehirler, sizin otobanlarınız, otomobil medeniyetiniz, uzun etekli havayollarınız, karlarınız, paralarınız, yani cemi-i cümle kapitalist moderniteniz, öldüreceksiniz hepimizi…

Bu yüzden değil mi, uzun yıllardır göremediğimiz dağ hayvanlarının artık görünebilir olması?

Anadolu kaplanı, Dersim’in keçileri, dağ kedileri, vaşaklar, yok olan doğanın en ucunda var olmuş olanlar, artık gözlerimizden saklanacak bir yer bulamıyorsa, gerçekten vay halimize…

Tek tesellim egemenler! sizin de yıkanacak bir su bile bulamayacak olmanız teneşir taşında…

Gerçi bin dereden su getirsek bile arınamazsınız ya…

Her şey nafile…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Metin Yeğin Arşivi