Yıllar önce Berlin’e gitmiştim…
Kentte her yanı kaplayan, kaynağına ulaşamadığım ve ne yapsam kurtulamadığım bir uğultu ile karşılaşmıştım…
Meğer binlerce insanın katıldığı Tekno Müzik Günü imiş.
Her seçim döneminde kulaklarımdaki o kesintisiz uğultunun siyasal olarak pespayeleşen, çirkinleşen kakofonik haline rastlamış gibi olurum.
Neyse ki en azından dün bu gürültü bitti, en azından azaldı.
xxxxxx
Toplumsal dertlerle bağı kopmuş olan siyasetçiler kendi aralarındaki rant kavgasını bitirdiler ama halk çile çekmeye devam edecek.
Ne işsizler iş bulacak ne fiyatlar düşecek, ne refah artacak, ne de baskı azalacak.
O zaman insan soruyor, seçimler toplumun sorunlarını çözmediğine göre ne işe yarıyor?
Siyasetçinin rant kavgasına mı?
xxxxxxx
Tabii siyasetçilerin yanı sıra, o siyasetçilerin içinden çıktığı toplumu da sorgulamak gerekiyor.
Bu toplum neden kendi içinden sorunları çözecek siyasal kadrolar çıkartamıyor?
Neden siyasetçileri sorunları çözmesi için zorlayamıyor?
Niye bu toplumda nefret ve öfke her türlü duygunun ve aklın önüne geçiyor?
Xxxxxxx
Öylesine keskin bir nefret batağına saplanıp kaldık ki bu nefret toplumun enerjisini emip yok ediyor.
İnsanlar sanki daha iyi yaşamak, daha huzurlu yaşamak, daha özgür yaşamak için değil “kendisine benzemeyeni” cezalandırmak hatta yok etmek için oy kullanıyor.
xxxxxxx
Anayasa’nın 68 maddesine göre “Siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.”
Peki ülkede “demokratik siyasi hayat” yoksa ne olacak?
Demokratik siyasi hayatı kurmak ilk önceliği olan kitlesel partiler yoksa ne yapacağız?
Daha can alıcı soru şu:
Neden bu toplumdan demokratik bir talep yükselmiyor?
xxxxxxx
Anayasa’nın 69 maddesi de “Siyasi partilerin faaliyetleri, parti içi düzenlemeleri ve çalışmaları demokrasi ilkelerine uygun olur” diyor.
Parti içi düzenlemeleri ve çalışmaları demokrasi ilkelerine göre olurmuş.
Siyasi iktidarın ne olduğu malum, yaptıkları ortada…
Ben, size ana muhalefet partisinin kupon belediyelere Genel Merkezden atananların listesini incelemenizi salık veririm.
İnsanlardan para aldılar, insanları sanki bir yoklama varmış gibi kandırdılar, sonra da vasıfsızları dosya başvurusu bile yapmadan atayıverdiler.
Tam demokrasiye uygun değil mi?
xxxxxxx
İktidar kadar ana muhalefet de bugünkü sistemden memnun…
Çürümüşlüğü düzeltmek istemiyor, çürümüşlükten pay almak istiyor.
Toplumu, iki büyük parti çaresiz bir kısır döngünün içine çekiyor.
Ama şu da var, bir parti gerçekten demokrasi isterse seçmenden oy alamıyor.
Bu noktada kısırdöngü daha da bunaltıcı hale geliyor.
xxxxxxx
Belediye başkanlarının halk tarafından doğrudan seçilmesinin 1960 sonrasında başladığı bir ülkeyiz.
Hala anayasaya göre yerel yönetimler merkezi yönetimin vesayeti altında.
Düşünsenize, halkın seçtiği belediye başkanını mahkeme var iken İçişleri Bakanlığı nasıl görevden alabiliyor?
xxxxxxx
Siyaset kurumu demokratik bir belediyecilik için ses yükseltmez çünkü belediyelerin ihale ve kamulaştırma imkanları onlara çok daha cazip gelir.
Geçen gün Eser Karakaş yazdı:
2023 senesi itibariyle Türkiye’de devlet 1.612 milyar liralık ihale yapmış, ihalelerin 698 milyarlık bölümünü merkezi idare, 317 milyarlık bölümünü yerel idareler düzenlemiş.
İhaleyi kim kapacak, ondan kim nemalanacak?
Siyaset denilen gürültünün sebebi bu ihaleler işte.
xxxxxx
Türkiye’yi çürümeden kurtaracak bir demokratik siyaset kurumu inşası mümkün mü?
Mümkün olabilir mi?
Siyasette öylesine bir irtifa kaybı var ki belki de daha da korkunç bir şekilde dibe vurmadan mümkün olmayacak.
Ya da kendini korkunç bir çıkmaza sokan topluma hayat bu çözümü dayatacak.
Göreceğiz…
xxxxxxx
Seçim bitti…
Seçilenlerin pek çoğu zenginlik ve itibar edinme yolunda önemli adımlar attılar…
Onların hayatı kurtuldu.
Ama bu sistem devam ettiği, demokrasi gelmediği sürece bizlerin yaşamlarında milim iyileşme olmayacak.
Tuttuğumuz parti kazanınca manasız bir sevince kapılıp, rakipleri kızdırmak dışında bir çıkarımız yok bu seçimlerden.
Tabii eğer buna “çıkar” derseniz…
xxxxxxx
Türkiye bu girdaptan nasıl çıkacak?
Bütün toplumu hastalandıran bu ortak nefretten nasıl sıyrılacak?
Seçimi futbol maçı sanan, seçimlerle geleceği arasındaki bağı kuramayan bu çocuksu yanılgıdan nasıl kurtulacak?
Bence asıl sorular bunlar.
Bu soruları sormayı insanlar pek fazla sevmiyor… Çünkü bunların cevabı çok can yakıcı olabilir.
O yüzden bu soruları sormak yerine seçim sonuçlarından “siyasi analizler” çıkarmak herkese daha çekici geliyor…
Mehmet Altan: İlk imzası 15 yaşında yayınlandı. 20 yıl Sabah,6 yılda Star gazetelerinde baş yazarlık ve yazarlık, televizyon programcılığı ve yorumculuk yaptı. 30 yıl boyunca İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yaptı.1993 yılından beri profesör. Yayınlanmış 40 civarında kitabı var.15 Temmuz sonrası Anayasa'nın 19.,26. ve 28. maddeleri yok sayılarak tutuklandı.21 ay cezaevinde kaldı. AYM,AİHM ve Yargıtay kararları ile hak ihlaline uğradığı saptandı. 29 Ekim 2016 tarihinden beri KHK'lı.