Erdal Aksünger: Çıkış genç seçmende

Erdal Aksünger: Çıkış genç seçmende
Bugün pragmatik davranıp 'iktidar değişsin de sonrasına bakarız' söylemi ile etnik köken siyasetinde 'Benim istediğimi kim yaparsa onunla olurum' arasına sıkıştırmak değildir Sol.

Türkiye solu, her rengiyle Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu ve çıkış yollarını Artı Gerçek’e değerlendirmeye devam ediyor. Eski CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdal Aksünger, Türkiye nüfusunun üçte ikisinin 45 yaş altı grubunda olduğuna dikkat çekerek ülkeyi değiştirecek dinamizmin bu kesimden geleceğini, Sol’un bu kesime önem vermesi gerektiğine vurgu yaptı. Aksünger’in Türkiye’nin içinde bulunduğu durum ve çıkış yolları konusundaki görüşleri şöyle:

80 sonrası getirdiği travma ve sonrasında Özal ile başlayan liberalleşme süreci daha sonrasında ciddi gelir adaletsizliğine maruz kalan toplumda yılgınlık bir arayışa dönmüştü.

SHP 1989’da bunun sonucu ciddi bir başarı elde etti. Fakat 1994’de İstanbul’da üçe Ankara’da ikiye bölünen Sol sadece yereli kaybetmiyordu, 2002’nin zeminini de hazırlamış oluyordu.

O gün halkın yüzünü döndüğü Sol’a bir dahaki seçimde bu sefer sırtını döndü. Gerçek bir kırılma noktasıydı. Toplum bir yere götürsün diye arabasına bindiğin Sol marşa bile basamamış oldu.

Dönüm noktasıydı.

Çünkü Türkiye karanlık olayları, faili meçhulleri, yolsuzlukları yaşıyordu ve halk genel idareye ciddi güvensizlik duyuyordu.

Yani yerel seçimlerde desteği konsolide edebilseydi bugün başka bir Türkiye mümkün olabilirdi.

Üstelik İstanbul’da Nurettin Sözen, Ankara’da Murat Karayalçın dolu kasalar bırakmıştı.

Bu hep gözden kaçtı. Daha sonra bu belediyeler ciddi borçlandırılırken, Halka da sosyal yardımlarla ciddi bir popülizm aşılanıyordu.

İşte bu süreç 2002’yi getirdi.

2001 sonrası daha ortada seçim, daha AKP diye bir parti ismi yokken Erdoğan ABD’ye çağrılmış ve destek almış oluyordu.

Kriz, halkta ciddi travma yaratmıştı.

Savunmasız kalan halk popülizme çok açık hale gelir ve bu zamanda popülist politikacı ve söylemleri çok etkiler insanları.

Bu bazen Sol, liberal ve entelektüel kesimler için de geçerlidir diyebiliriz.

2007’ye kadar ABD ve AB’nin tam desteğini alan AKP, 2010 referandumda da içerdeki Sol ve entelektüellerin bir kısmınında "Yetmez ama Evet" ile desteğini alıyordu.

Ama artık o tarihten sonra 2015’e kadar geçen sürede yaşananlar yeni bir süreç başlatıyordu.

Gezi, 17-25 Aralık ve Çözüm Süreci gibi tüm konularda çuvallayan AKP tamamen popülizme yelken açtı.

Ortada hukuk katliamları, hak ihlalleri, faili meçhul olaylar, yolsuzluklar ve rüşvetin odağı haline gelmesine rağmen yetişen 15 Temmuz ile yeni bir antidemokratik, tekçi, baskıcı bir rejim inşa ederek haber ve muhakeme kanallarını kısıtlandığı toplumu tekrar manipülasyon ile sirküle etti.

Daha önce mücadele ettiğini söylediği derin klikler ile koalisyona girişti.

"Ya güvenlik, ya özgürlük" paradoksu yarattı.

Bugün Türkiye tüm ekonomik, demokratik, sosyal ve hukuksal alanlarda tepetaklak aşağı doğru gidiyor.

Gelir adaletsizliği çok derin. Toplam gelirin %5’in sahip kesim geliri %70’ne hakim!

Tarımda dışa bağımlılık çok ciddi.

Hukuk, yargı ve adalet Cumhuriyet tarihinin en güvensiz dönemini yaşıyor.

2010’dan beri istilacı, sömürgeci, çuvallamış bir dış politika sürdürülmeye çalışılıyor.

Ekonomide sarmal büyüyor.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen %35 bandında bir AKP olması insanları şaşırtıyor olabilir. Ancak bu çok doğal. Hatta bu dramatik süreçleri, yani aşırı milliyetçiliğin, dini/inancı sömürerek iktidarını kuranların yıkıldığı dönemlere göre düşük bile diyebiliriz.

Çünkü son 10 yılda bir çok medya grubunu hegemonyasına alan iktidar buna rağmen ciddi direniş ile karşı karşıya.

İki kutuplu medyada iki tarafında izleme/okuma açısından neredeyse kesişen kümesi yok gibi.

Ama buna rağmen genç kesim konvansiyonel medyada olmadığı İçin daha açıklar.

Hedef de orada. Gelecekte...

Bu tablodan nasıl çıkılır?

Çıkış genç seçmende.

Paradigma değişikliğinde.

Çünkü dünya çok hızlı bir dönüşümde. Şu anda iyi de, kötü de bir dönemeç noktasında. Dijitalleşmenin getirdiği yeni bir paradoks var. Görünen o ki önümüzdeki yüzyıl sonunda bizi bazı geri dönülmez tehlikeler ile fırsatlar bekliyor.

Dünyanın bir numaralı sorunu iklim değişikliği ve iki numara gelir adaletsizliği.

Ayrıca ideolojik kavramlar da içerik açısından değişiyor. Özellikle bu iki sorun için mücadele eden yeni bir sol anlayış var. Coğrafyalar üzerinden yoksunluklar çoğalıyor. Küreselleşme tamam üreselleşme tamamen sermayenin serbest dolaşım hakkına döndü. 5-10 ülke dışındaki ülke vatandaşının serbest dolaşım hakkı yok.

Dünyada 10 tane şirket 1 trilyon doların üzerinde değere geldi. Yani 100 ülkeden daha büyükler. Bunların sekiz tanesi bilişim firması. 50 yıl içinde ilk 20 şirket dünyanın gayrisafi gelirinin neredeyse yarısı olacak.

Üretim süreçlerine hakim olmaya gidiyorlar. Otonom robotlar üretime çoktan girdi. Otonom olmayan robotlar bugün üç-dört insanın işini yapıyor. Otonom olanlar beş-altı insanın iş gücünü ortadan kaldıracak. Yüzyılın son çeyreğinde tahminen 500 milyonun üstüne çıkacak. Bu da 3 milyar insanın iş gücünden olması anlamına geliyor. Peki yerine nasıl bir ikame geliyor.

Bilmiyoruz !

İşte bu bir süreç. Çare devletlerin dkonominin içinde olması ve önemli üretim süreçlerini elinde tutması.

Neden gençler dedim?

Çünkü Türkiye seçmen nüfusunun yaklaşık üçte ikisi neredeyse 45 yaş altı.

En dinamik kesim 15-25 yaş aralığı.

Bu gençlerin mevcut siyasi argümanlarla pek alakaları yok. Haksız da değiller.

Konvansiyonel siyasette çok azı taraf. Çünkü kendi adalet, özgürlük ve yaşam anlayışları var.

Mülkiyet haklarına bakışları veya anlayışları farklı.

Mesela sizin için bir arabanın mülkiyet anlayışı neyse, onun da bir dijital oyundaki yarattığı karakter bir mülkiyet.

Sizin arabanız çalındığında arabanızın bulunması için yargıdan, devletten adalet bekleyişiniz neyse, onun da dijital karakteri çalındığında aynı şeyi bekliyor. Yani bir adalet anlayışı.

O yüzden köhnemiş yapısını, bitmiş yargı düzenini, parçalanmış demokratik düze talip olmak değil yeni paradigmayı inşa etmek gerekiyor.

Tabi ki kolay değil.

Tabi ki yarın olmaz. Ama olmalı ve olmak zorunda.

Lafın özü mevcuda, "mevcudu ben daha yönetirim" diyerek talip olmak geleceği bitirir.

"Türkiye sol hareketi demokratik bir ittifakta buluşabilir mi?" sorusuna gelince...

Mesele ortaya bir demokratik majör konuları getirmek. Ürkmeden, korkmadan, yan çizmeden.

Yandan, yandan Sol yaratamazsınız. Bazen sağ şeride geçerek, bazen pragmatik söylemler ile Sol olamazsınız. Sol fakirlik değildir. Sol tekçilik değildir. Sol bir evrensel değerler bileşenidir.

Türkiye’de demokrat olmayı beceremeyip demokrasi isteyen bir Sol anlayış var. Tabi ki bunu tüm sol-sosyalist olanlar için bir genelleme olarak söylemiyorum.

Bugün pragmatik davranıp "İktidar değişsin de sonrasına bakarız" söylemi ile etnik köken siyasetinde "Benim istediğimi kim yaparsa onunla olurum" arasına sıkıştırmak değildir Sol.

Bugün TİP’i taktirle izliyorum. Nitelikli azın direnişini tazeliyorlar. Çok değerli.

Herkes külahını önce çıkarmalı ve herkesin göreceği bir yere koymalı.

Sol fakirliğin dini değildir.

Sol inançsız değildir ama dini ve dilini kullanmaz.

Sol etnik siyaset yapmaz.

Odağında asgari tutumlar mevcutken bu değerlendirilmeli. Daha cesurca adımlar atılmalı. Yoksa pragmatik sağ siyaset bu gençleri uykuda yakalayabilir.

Her sıkıştığında ümmetçi ve katı etnik milliyetçi olur sağ siyaset. Bu dünyanın her yerinde böyle

 

Öne Çıkanlar