Bir garip üçlü: Nagehan, Hedda ve Assange'ın hikâyesi

Nerede Nagehan'ın suretini görsem, McCarthy döneminin ihbarcısı Hedda da yanında beliriyor.

Nagehan Alçı'nın nerede bir suretini görsem, çift görüyorum.

Gözlerimi ovuşturuyorum olmuyor.

Gözlük camlarını siliyorum.

Yok... Gitmiyor.  

Bakma o zaman diyeceksiniz.

Ama o da mümkün olmuyor.

Yandaş ya da muhalif...

Ne yapıyor ediyor, her bir medya mecrasında arz-ı endam eyliyor.

Her seferinde yanında McCarthy döneminin ihbarcılarından "kabus kadın" Hedda Hopper...

İki Oscar ödüllü senaryo yazarı Dalton Trumbo'yu ve Holywood 10'lusunu anlatan TRUMBO filmini geçtiğimiz günlerde BBC 2'de yakalayınca bir kez daha izledim. Bilseydim "Hedda Hopper'ın yeniden doğmuş hali", bugünlerde "uyarıyorum" diye bir yazı yazacak, izlemezdim...

Belki o zaman "bu nasıl bir haddini bilmezliktir, kim adına ve hangi sıfatla" diye sorar geçerdim. Bu ikilinin hangisi "McCarthy Amerikası'nın Hedda'sı" hangisi "Erdoğan Türkiyesi'nin Negehan'ı" gibi saçmalıklarla uğraşmak istemiyorsanız, filmi de izlemediyseniz, Trumbo ve Hollywood 10'lusu ile lüks ve şatafat içinde yaşayan dedikodu yazarı Hedda Hopper'ın hikâyesini de bilmiyorsanız, öğrenmeye kalkmayın.

Çünkü zaten bizde onlardan çok var. Çift değil insana 5-10-100... gördürür bizdeki örnekler.

Onun yerine Julian Assange'ın son derece bilinçli bir politikayla bizlere unutturulmaya çalışılan hikâyesine bakın derim.

Independent gazetesinin Körfez savaşı sırasında Irak'ta görev yapan Ortadoğu muhabiri Patrick Cockburn tam da Assange'a karşı yürütülen bu politikalara değiniyor son yazısında.

"Eğer Wikileaks olmasaydı, daha karanlık bir dönemi yaşıyor olacaktık" diyor.  

Wikileaks'in yayınladığı Körfez Savaşı belgeleri dünyayı yerinden oynatacak kadar sarsıcı belgelerdi.

Amerikan askerlerinin sivil katliamlarını gözler önüne seriyordu. Aralarında 2 Reuters haber ajansı çalışanının da bulunduğu 15 sivilin öldürülmesi görüntüleri örneğin. Apache helikopterinin kendi kamerası tarafından tespit edilen bu görüntülerde, Amerikan askerinin "ha ha ha! vurdum onu" diyerek gülmesi, savaşın çirkin yüzünü açıkça ortaya koyuyordu.  

İşkencenin sistematik olarak uygulandığı bu belgelerle kanıtlandı.

Guantanamo gerçeği bu belgelerle gözler önüne serildi.

Afganistan'da ABD'nin öncülüğündeki koalisyonun yüzlerce sivili öldürdüğünü ve bunları gizlediğini dünya bu belgelerden öğrendi.

ABD başkan adaylığı sırasında Hillary Clinton'ın e-maillerini yayınlaması Wikileaks'in belki de en çok tartışılan eylemi oldu.

Cockburn, o belgelerin dünyada işlerin nasıl yürüdüğünü açıkça ortaya koyduğunu yazıyor ve 17 Ağustos 2014 tarihli, yani IŞİD'in Irak'taki Kürt ve Ezidilere giriştiği katliamın 1 hafta sonrasına ait bir yazışmaya dikkat çekiyor:

"IŞİD'e ve bölgedeki diğer radikal gruplara gizlice finansal ve lojistik destek sağlayan Katar ve Suudi Arabistan hükümetlerine baskı uygulamak için diplomatik ve geleneksel istihbarat kaynaklarımızı kullanmalıyız."  

IŞİD'in kimler tarafından desteklendiğinin ve bunun da herkes tarafından bilindiğinin açık kanıtı olan bu belge, Wikileaks'in Hillary Clinton'ın e-maillerini açıklamasıyla ortaya çıktı.

Bu belgelerin yayınlanmasının ABD seçimlerine etkisi konuşuluyor şimdilerde. Ama asıl konu unutturulmaya çalışılıyor.

Tamam ama bütün Batılı İstihbarat kurumları ve bunların bilgi verdiği o dönemin yöneticileri ile birlikte Hillary Clinton yani ABD'nin Dışişleri Bakanı da IŞİD gerçeğini biliyordu ve buna göz yumdu. Bunun bir önemi yok mu gerçekten de.

İngiltere'nin muhafazakâr hükümeti Assange'ı ABD'ye iade etmeye hazırlanıyor. İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn iadeye karşı çıkıyor. "Afganistan ve Irak gerçeğini Wikileaks sayesinde öğrendik" diyor. Ama Brexit tartışmalarına boğulan ülkede bu sözler de muhalefet ve iktidar partisi arasında yeni bir suçlamanın ötesinde yankı bulmuyor.

Avustralya Yeşillerinin lideri Richard Di Natale, "Assange hakkında ne düşünürseniz düşünün önemli olan ilkedir. Assange, Irak'ta işlenen savaş suçlarını ortaya çıkarmıştır, bu da kamu yararı ve açık, saydam demokrasi için yaşamsal önemdedir" diyerek Assange'ın ülkesine yani Avustralya'ya iadesini istiyor ama onun da sesi cılız kalıyor.

Ekvador elçiliğinden yaka paça çıkarılan Assange, muhtemelen kamuoyundan yeterince tepki yükselmezse İngiltere tarafından ABD'ye iade edilecek.

Devletlerin insanlığa karşı işlediği suçları ifşa edenlere bunun bedelini ödetmek için devletler arası işbirliği ağı çoktan kuruldu bile.

Gerçeği söylemenin bedelini birilerine ödettirecekler ki, yalan dünya sürsün gitsin.

Seçilmiş bir belediye başkanına "uyarıyorum" deme cesaretini nereden bulur yoksa Hedda.

Onu diyen Hedda değil miydi yoksa?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi