Kumpastan Cumhuriyet çıkar mı?

Liberal-Atatürkçü çekişmesi olarak algılatılmaya çalışılanın, aslında 'bekaa'nın ihtiyaç duyduğu ulusalcı bir hizalanma olduğu açık. Vaveylanın bir tarafında da Cem Küçükler, Ahmet Kekeçler…

Rejim değişti…

Medyadaki hizalanmanın son raundu tamamlandı dediğimiz anda, baştan sona kumpas, gazeteciliğin yargılanmasına zemin oluşturan Cumhuriyet Vakfı Davası "karar" sonuçları bize gazeteciliğin hiç bitmeyen sınavını bir kez daha hatırlattı.

Dava sürecinin ihbarcıları, muhbirleri kazandı! Lakin Cumhuriyet Gazetesi’nin geçmişini perde yapmak isteyenlerin dediği gibi "Gazeteciliğin kazandığı" koca bir çarpıtma.

Liberal-Atatürkçü çekişmesi olarak algılatılmaya çalışılanın, aslında "bekaa"nın ihtiyaç duyduğu ulusalcı bir hizalanma olduğu açık. Aydınlıkçı siyasetin yedeklenmesinden öte bir anlam taşımıyor.  Bunu da "Atatürkçülük geri döndü" vaveylası ile yaptılar. Vaveylanın bir tarafında da Cem Küçükler, Ahmet Kekeçler…

FETÖ sanığı savcı Murat İnam tarafından yürütülen soruşturmaya dayanan iddianame ile yargılanan gazeteciler bütün dava süreci boyunca "Gazeteciliğin yargılanamayacağını"  savundular.  Bataklıkta gül misali mesleğin ilke ve onuruna sahip çıkan meslektaşlarımızı  "Atatürkçülük geri döndü" manipülasyonu ile vurmaya kalktılar. Tam da yargı sürecindeki mahkeme heyeti gibi… Duruşmalardaki "Gazetenin yayın çizgisi değişti mi?" sorusundan zerre farkı yok.

Bakmayın siz gelen tepkiler üzerine "Zorunlu açıklama" aldatmalarına. "Kendi istekleriyle ayrıldılar" açıklamasının bir yalan olduğu, Ankara gazeteciliğinin zorlu kaynak-haber ilişkisini gazetecilik mesafesi ile koruyabilen nadir isimlerden Erdem Gül’ün faksla görevden alındığının ortaya çıkması ile teyit edildi. Cumhuriyet’in biat ettirilmeye çalışıldığı dönemi gazetecilik ahlakı ve vicdanı ile göğüsleyenlere verilen nobran yanıtlarda biridir. İlkesizliğin turnusolüdür. Son yıllarda verilen mücadeleye sahip çıkmamaktır.

Cumhuriyet’in gerçek ve asıl sahipleri olduğu sanrısının bile bir masumiyeti var. Ancak üst makamlara gönderilen isimsiz ihbar metninin ekindeki kupürün aynısını emniyete götüren, genel başkanlığa adaylığı sonrası köşesinin olmaması gerektiğine ilişkin etik tasarrufu, "Cumhuriyet ele geçirildi" diye lanse eden, Cumhuriyet arşivinden öğrendiğimiz kadarı ile TRT Genel Müdürü olduğu dönemde demokrasi ve laiklik konularında program yapan bir ismi görevden alan, "kimi emniyet mensuplarına Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde doçent olarak görev yaptığı yıllarda yüksek lisans diploması almalarında kolaylık sağlayan" kişinin vakıf yönetimine getirilmesi hiç de tesadüf değil.

Türkiye’de yeni rejimin inşasında ittifak ve gerilim ilişkisinin bir sahnesi sadece… Cumhuriyet’in ele geçirilmesi değil, Cumhuriyet sonrası iktidar paylaşımının cürmü küçük ancak ideolojik temsiliyeti güçlü payı…

Ahmet Şık’ın her defasında dile getirdiği "organize kötülük" e karşı sözünü, duruşunu, haberlerini sakınmayanların tasfiye edildiği Cumhuriyet’te, "Atatürkçülük" ile örtülmek istenen şey, örtülemeyecek kadar büyük. Birileri gazetecilik adına bedel ödedi, birileri ise o ödenen bedeli, "seçim" adı altında harcadı; Vakıf dava sürecinin nasıl ilmek ilmek örüldüğünü unutmamız istenerek.

Hafızanın panzehirlerden biri olduğunu hatırlayarak; Cumhuriyet Gazetesi’ne yönelik siyasal operasyon aslında, 7 Haziran seçimleri sonrası siyasal dönüşümün önündeki engellerden kurtulmanın bir parçasıydı. Gazetenin çoğulcu kimliğini temsil eden isimlerin tek tek gazeteden ayrılmaları hedeflenen operasyonun tamamlandığını gösteriyor.

Son sözü yine gazeteci arkadaşımız, her dönemin "suçlusu" Ahmet Şık’a bırakmak istiyorum: "Devletten hukuku çıkardığınızda elinizde kalana devlet değil çete denir!" 

Bir gazeteden mesleğin onuruna sahip çıkanları çıkardığınızda elinizde kalana gazete değil, bülten denir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi